Yüzmeyi Bilmeyenler Üzerine


"Yalnızlığına kaç dostum."



Günah denizinde tuttular nefeslerini ve unuttular nasıl nefes alınır karaya çıkıldığında. Yaşam kolay gelmiyor onlara artık; "kulağımdan tutsa da yıldızlar kesseler ayaklarımı topraktan," diye sayıklıyorlar birbirlerine. Tavşan gibi üreyip yiyorlar kendi çocuklarını. Çocuklarına duydukları sevgi bile aynaya bakışlarında gizleniyor: "ne güzel de yaptım bir çocuk ve kurtuldum yaşamın yükünden artık."

Abartışları düğümlüyor ses tellerini. Halbuki yoktur kulağa hoş gelen müzikte abartı ve kesif kokusu. Dün de aynıydılar ve yarın da aynı olacaklar; çıkarları için şu anı satıyorlar. İflas eşiğindeler halbuki, öğrettiler cehaletin en zor öğrenilenini ve ağır bir tasmayla mıhladılar güzel düşünceleri. Kabul edemezler artık yarattıkları gerçeğini, kendi kuyruğu peşinde dönen köpek gibi; ya da kendi yansımasından korkan kedi gibi, öğrendiler ufak dünyalarda korkuyu ve titremeyi. Doğru sözler ağır geliyor sırtlarına, kıvanamıyorlar ağır hakikati yerden, bu yüzdendir ki öğrendiler doğru sözleri ve hakikati yerde sürüklemeyi.

Ne vardır ki insanın içinde boşluktan başka? Nefret ve tiksintiyle yağlanmış o güzel boşluk; doğuruyor işte fikirlerini. Veciz sözleri ezberlemekten alıkoyamıyorlar kendilerini. Yorgun tinlerini serinletmek için atlıyorlar volkanların ağzından ve sığınıyorlar hayal arkadaşlarına; "yakma, yakma bizi."

Ufaklıklarından beri geri gitmeyi marifet sanıp, çevirdiler gözlerini ufuk çizgisinden. Halbuki bilmeli insan, ufuk çizgisi hedefi olanın döneceği yerdir kendisi. Büyük soru işaretleri çizdiler kumlara ve izin vermediler gelgitin onu silmesini. Bir uyurgezer gibi yürüyorlar birbirleri arasında ve çarpışıyorlar farkına varmadan ve bir de hiç utanmıyorlarmış gibi, "aşık oldum," diyorlar, "ne güzel de çizdi kader çizgimizi."

Onların kan içicilikleri koruyor heyulaları ve hortlakları. "Yeni uyandım," diyor hortlak, "bırak da biraz daha uyuyayım." Merhametin bile kirlettiler adını. Dediler ki, "güçlü duymalı merhametin en güzelini ki zayıflar için gerek kalmasın buna." Zayıf hissettiler kendilerini ve zayıf olmaya zorladılar diğerlerini; tıpkı yüzmeyi bilmeyip yüzenin ayağından tutmak gibi. Donmuş tinlerde ararlar mutluluğu ve sağlam bir darbeyle kırmaya çalışırlar buz tutmuş yüzeylerini; istencin bu en kara bahtlısını kavrıyor balta ve uzaklara fırlatıyor halbuki. Ardından, öğrettiler açık gözlerle hayal etmeyi. Çünkü şaşırıyorlar uyanık olanlara ve hayalleri sanrı niteleyenlere. "Bak," diyorlar, "ne kadar da güzel gözüküyor her şey kapattığında gözlerini."

Varlık tiksintiyle bakıyor kendine artık ve diyor ki, "yokluk olsaydım da sebep olmasaydım bunların doğuşuna." Zamanda akıyorlar ve öldüklerini sanıyorlar, zamanı öldürüyorlar halbuki. Öğrettiler duman solumayı ve kirletmeyi ciğerleri. Bu nedenle ısınıyor yüzleri, oysa ateşin başında oturan biraz da sırtını düşünmeli.

Ne güzel de eğiyorlar boyunlarını kendi yaptıkları alçak kapılardan geçerken. Büyük kapılar yapma şansları da vardı halbuki; bir de, farkında değiller hala bu şanslarının olduğundan. Kof fındıklardan tadıyorlar ve sövüyorlar onu veren ağaca. O ağacı da onlar dikti halbuki.

Hakikatin ayağına bir taş bağladılar ve attılar kendi içlerine. İnliyor hakikat orada şimdi, "bu beyinlerdir benim hapishanem ve kusarım onların her güzel kokusuna." Gerçekten de, nasıl yemiyorlar kafayı şu varoluşa bakıp; nasıl da bulmuşlar huzurlu olmayı birbirlerinin bataklıklarında. Bülbüllerin bile uykusunu getirir onlar; çirkin örtmeyi hatırlattılar bülbüllere.

Zaman akarken kıskanıyor varlık onu, "nasıl da katlanıyorsun ölüm getirmeye ve daha da kötüsü doğumu müjdeletmeye?" Zamansa hiç utanmıyor bundan elbette: "Kilitledim güzelliği resimlere ve çağırırım ölüm meleğini elinde kara bir boyayla. Bundandır akıyor oluşum; öğrendim kötülerle dost olmayı, yoksa susar mıydı uzay, yıldızlarını öldürürken ben?"

- End.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder