Mesnevi'den En Güzel 10 Hikaye



Filozofun Körlüğü

Kur'an okuyan biri, Mülk Suresi'nin son ayetini okuyordu. Yani, "Suyu kaynağından keser, yerin derinliklerinde gizler, kupkuru bir hale getirirse, Allahu Teala'dan başka kim tekrar getirebilir?!" ayeti­ni. Aşağılık ve hor bir felsefeci, okulun yanından geçerken bu ayeti duydu, hoşuna gitmedi. Dedi ki:
- Suyu külünkle biz çıkarırız. Bel ve kazma ile yerin ta dibinden kaynatırız.
Gece rüyasında bir adam gördü, aslan gibi güçlü ve kuvvetliydi. Felsefeciye bir tokat vurdu, iki gözünü birden kör etti.
- Ey kötü adam, dedi, eğer yapabiliyorsan, bu iki göz kaynağını da kazma ve külünkle nurlandır bakalım!
Felsefeci uyandı, baktı ki iki gözü de kör olmuş, görmüyor.
Ağlayıp inlese, tövbe ve istiğfar etseydi, Allah'ın lütfuyla gözleri tekrar görürdü. Fakat tövbe yolu bağlanmıştı.                                       
Kendine gel de, "Nasıl olsa tövbe ederim" diye günah işleme! Tövbeye de bir parlaklık gerek.


***

Hz. Musa (a.s.) Ve çoban

Hz. Musa yolda bir çobana rastladı. Çoban şöyle dua ediyordu:
- Ey kerem sahibi Rabbim, nerdesin ki sana kul köle olayım. Ça­rığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kıra­yım. Ey Yüce Rabbim, sana süt ikram edeyim. Elini öpüp ayağını ovayım. Uyuma vakti gelince yerini silip süpüreyim. Bütün keçile­rim sana kurban olsun!
Çobanın bu şekilde saçma sapan konuştuğunu gören Hz. Musa:
- Kiminle konuşuyorsun, diye sordu.
- Bizi yaratan, bu yer ve göğü halk edenle, diye cevap verdi ço­ban.
- Yazık, sen daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Bu ne saçma söz, bu ne küfür! Çarık, elbise ancak sana yaraşır. Bir güneşin bun­lara ne ihtiyacı var?! Allahu Teala'nın her şeye kadir olduğunu bili­yorsan nasıl oluyor da böyle hezeyanlarda bulunuyorsun? Allah (c.c.) böylesi hizmetlerden müstağnidir. Sen bu lafları kime söylüyorsun, amcana, dayına mı?! Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağa muh­taç olan çarık giyer.                                     
Çoban:     
- Ya Musa, dedi, pişmanlıktan canım yandı.
Elbisesini yırttı, ah ü figan ederek çöle doğru yola düştü. Bunun üzerine Allahu Teala, Musa (a.s.)'a şöyle vahyetti:
- Kulumuzu bizden ayırdın. Ben herkese bir huy, bir ıstılah ver­dim. Onun için medh ü sena olan söz, senin için yergidir. Biz, temizden de münezzehiz, pisten de. Onların beni teşbih etmeleriyle münezzeh ve mukaddes olmam. Bununla kendileri temizlenirler.  Biz dile ve söze değil, gönle ve hale bakarız. Kalb huşu sahibiyse kal­be bakarız, söze değil. Ey Musa, edep bilenler başka, içi yanmış aşık­lar başka.
Musa (a.s.), Allahu Teala'dan bu itabı duyunca çöle düşüp çobanı aramaya başladı. Onun izlerini takip ediyordu. Nihayet onu buldu:
- Müjde, dedi, Allahu Teala'dan izin geldi. Gönlün nasıl istiyorsa öyle söyle!                                     
- Ey Musa, dedi çoban, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi be­nim halim söze sığmaz.
Allahu Teala'ya hamd etsen de, bu çobanın layık olmayan övüşü gibidir. Senin övüşün çobanınkine nispetle daha iyi olsa da, Allahu Teala'nın yüceliğine nisbetle onun da değeri yok. Allah'ı zikrediyor oluşunun makbul olması, O'nun rahmetindendir.

***

AğzınaYılan Kaçan Adam

Akıllı birisi, atına binmiş gidiyordu. Yol kenarında uyumakta olan birisinin de ağzına yılan kaçmak üzereydi. Atlı, yılanı ürkütüp kaçırmak ve adamı kurtarmak için atını koşturdu, fakat yetişemedi.
Tutup o adama kırbacıyla birkaç kere vurdu. Uyanan adam, dar­belerin acısıyla bir ağacın altına kadar kaçtı. Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Atlı:
- Bunları ye, diye emretti.
- Beyim, dedi adam, ben sana ne yaptım. Eğer bana hakikaten kastın varsa, vur kılıcı öldür. Sana çattığım saat ne uğursuzmuş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene. Dinsizler bile kimseye sebepsiz böyle yapmazlar.
Bir yandan da lanetler okuyor, beddua ediyordu:
- Ya Rabbi, cezasını sen ver, diyordu.
Atlı ise onu dövüyor:                                                                           
- Koş, diyordu.
Atlı adamı epeyce bir zaman koşturdu. Nihayet adamın safrası kabardı, yediklerini kusmaya başladı. Bu arada yılan da çıktı. Adam yılanı görünce atlının ayağına kapandı:
-  Sen bir rahmet meleğisin, dedi, ne mübarek saatmiş ki seni gördüm. Sen beni analar gibi ararken ben eşekler gibi kaçıyordum. Durumu biraz olsun bilseydim sana bu kadar kötü sözleri söyler miydim?! Sükut ederek kızgın göründün, hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın. Bağışla!
- Eğer ben biraz olsun sana hali çıtlatsaydım derhal ödün patlar­dı, içindeki yılanı bilseydin ne elma yiyebilir, ne koşabilir ne de kusabilirdin. Sen bana söverken ben gizlice, "Ya Rabbi, işimi kolaylaştır" diye dua ediyordum.
İşte bu, akıllının düşmanlığıdır. Akıllının düşmanlığı, ahmağın dostluğundan yeğdir, denilmiştir. Peygamberler, halka içlerindeki yılanı göstermeye çalışır, insanlar ise onlara kötü sözler söylerler, hali anlamazlar.


***

Kör Dilenci

Kör bir dilenci vardı. Şöyle derdi:
- Ey ahali, bana acıyın, bende iki körlük var. O halde bana iki kat yardım edin.
Halktan birisi:
- Bir körlüğünü görüyoruz. Öbürü nedir, göster, dedi.
- Sesim çirkin, avazım kötü. Körlük ve ses çirkinliği iki kat kör­lüktür. Sesim yüzünden halkın bana acıması azalıyor. Kötü sesim nereye varırsa bana karşı öfke ve kin meydana getiriyor. Bu iki kör­lüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi siz de gönlünüze sığdırın, hoş görün.                                                                
Bu sızlanma yüzünden halkın hepsi ona acımaya başladı. Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesinin çirkinliğini örttü.
Böyle birisinin gönül sesi de çirkin olursa, bu üç kat körlüktür.

***

Hz. Musa (a.s.) Ve Buzağıya Tapan Adam

Hz. Musa, buzağıya tapanlardan birine şöyle dedi:
- Benden bunca mucize görmene ve benim böylesine güzel huylu olmama rağmen peygamberliğim hakkında yüzlerce şüphen var­dı. Sizi Firavun'dan kurtarmak için denizi yardım, kırk yıl gökten yemek indi, duam bereketiyle taştan ırmak aktı. Buna rağmen senin şüphe ve vehimlerin azalmadı. Fakat sihirli bir buzağı ses çıkardı, derhal secde ettin. Onun hakkında niye şüpheye düşmedin, vehme kapılmadın? Sence buzağı bir lafla tanrılığa layık oluyor da, benim peygamberliğimden şüpheye düşüyorsun ha? Yuh olsun sendeki ak­la!
Gönül aynası saf olmalı ki güzeli çirkinden ayırabilsin. Her cins, kendi cinsini çeker. Öküz, elbette bir buzağıyı tanrı sanır.

***

Ayının Dostluğu

Bir ejderha, bir ayıyı yakalamış parçalamaya çalışıyordu. Yiğit bir adam, yolda giderken ayının bağırmalarını duydu. Hemen koştu, her ne kadar ejderha daha güçlü idiyse de, o adamın hem gücü hem de hilesi vardı.
Ayı, ejderhadan kurtulunca Ashab-Kehfin köpeği gibi o adamın peşine takıldı. Adam hasta olup yere baş koyunca da ayı onu bırak­madı, başında beklemeye başladı. Oradan geçen birisi:
- Ey kardeş, dedi, bu ayıyla ne işin var? Adam, ejderha olayını anlattı. Bunun üzerine o şahıs:                       
- Ayıya güvenme, dedi, ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir.
-  Sen bunu hasedinden söylüyorsun. Ayıya bakma, bana olan sevgisine bak.
-  Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir. Benim bu hasedim onun sevgisinden iyidir. Gel benimle bir ol da o ayıyı uzaklaştır git­sin!                                                                                             
- Git başımdan hasetçi herif, kendi işine bak!                        
- Ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya. Başına bir şey gelecek di­ye yüreğim titriyor. Sakın böyle bir ayı ile ormana gitme!
Bu sözler adamın kulağına girmedi:
- Git başımdan, dedi.
- Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine iyilik etmiş olursun.
- Uykum geldi, beni bırak, işine git!
- Benim gibi bir dosta uy da, himayemde uyu. Adam:
- Bu galiba bir katil, diye düşündü, uyuyunca beni öldürecek. Ya da benden bir şey umuyor, bir dilenci.
Adamın yola gelmediğini gören nasihatçi kızarak ve içinden "La havle..." diyerek oradan ayrıldı.
- Ben ona ciddiyetle nasihat ettim, o ise benden daha kötü şüp­helendi, diye düşündü.
Adam da uyuyakaldı. Yüzüne sinek konuyor, ayı da onu kovalı­yordu. Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konuyordu. Bu böyle sürüp gitti. Ayı, sineğe kızdı, gitti kenardan ko­ca bir taş getirdi. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu gö­rünce, o koca taşı sineğe fırlattı. Taş, uyuyan adamın yüzünü param­parça etti.
Ahmağın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır.

***

Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Âmâ Adam

Allahu Teala, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şöyle vahyetti:
-  Kör, Hakk'ı diliyorsa, onun yoksulluğu yüzünden gönlünü kırmak yaraşmaz. Sen, halk büyüklerinden öğrensin diye onları irşad etmek istiyorsun, onların dine yardımcı olacaklarını, onlar sayesinde İslam dininin her tarafta yayılacağını düşünüyorsun. Bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin, onun konuşmasından sıkıldın. Onun dostlarından olduğunu, vaktinin de geniş olduğunu hatırladın. Fakat bu bir tek kör, yüzlerce Kayzer'den yeğdir. Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama.
Hz. Peygamber s.a.s. dedi ki:
- Benim peygamberliğime Allah c.c. şahit, bu yeter. Yarasaların nefretinden de anlaşılıyor ki ben Allahu Teala'nın parlak bir güneşi­yim. Hırsız geceyi ister, gündüzü değil. Ben, cihanda parlayan gün­düzüm.

***

Calinus Ve Deli

Calinus, etrafındaki dostlarına:
- Bana filan ilacı verin, dedi. içlerinden birisi:
- Ey üstad, dedi, bu ilacı delilik için verirler. Delilik ise senden uzak.
- Bana bir deli baktı, dedi Calinus. Bir müddet yüzümü seyretti. Bana göz kırptı, sonra yenimi yakamı yırttı. Onunla bir münasebe­tim olmasaydı nasıl olur da yüzünü bana çevirirdi?! Benim onunla bir ilgim olmasaydı, nasıl olur da gelir bana çatardı?! iki kişi uzlaştı mı, aralarında ortak bir özellik var demektir. Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet, adeta mezara girmedir.


***

Leylek Ve Karga

Hikmet sahiplerinden biri şöyle anlattı:                                    
- Kırda bir karga ile leyleğin birlikte koşup uçtuklarını gördüm. Hayret ettim, bakalım aralarındaki ortak özelliğe ait bir emare bula­bilir miyim diye onları izledim. Yanlarına yaklaşınca gördüm ki iki­si de topal.



 ***

Bahçıvanla Kuru Ağaç

Bahçıvan, bahçedeki kuru bir ağacı kesmeye koyuldu. Ağaç:
- Ey yiğit, dedi, suçsuz yere benim başımı niye kesiyorsun?
- Sus, dedi bahçıvan, kuruluğun suç olarak yetmez mi?!
- Ben doğruyum, eğri değil. Niçin günahım yokken beni kesi­yorsun?
- Mübarek bir şey olsaydın, yaş olsaydın da keşke eğri olsaydın.
Doğruları söylüyorum diye övünme, bu doğrularda ab-ı hayat var mı, ona bak!


Abdüllatif Erdoğan



2 yorum: