Bataklığını Seven Kurbağa Üzerine



"Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum."



Yanlızlığına kaçan kişiyi güler yüzle bekler sessiz saadet. "Nerelerdeydin," diye sorar, "kalabalığın arasında çok daha yalnızdın halbuki."
Böyledir bilgeliği seven, sivri dişleri dudaklarından taşar onun. Zayıflarsa gizlenirler erdem kokulu sloganlar arasında. Ne pis bir kokudur o yukarıya bakanın kokusu; aşağıya baktığında kuru bir toprak görür ve böylece ayaklarının yere bastığını sanır. Hiç uçma bilmediğindendir yukarıya bakışı ve orada gördüğü puslu yıldızlara yalvarır, "ey yorgunluğumun ve ıstırabımın cömert yüzlüsü, ışığında yıkanmamı ve yüksekliğine ulaşacak kadar uzamamı sağla." Ama bilmiyorlar ki, yıldızlar güneş battıktan sonra çıkar, çölde göl kovalayanlar gibi onlar, bilmiyorlar yıldızların çok seneler önce öldüğünü.


Kabul edilmez tek doğru vardır ve o da hiçbir doğrunun olmadığıdır. Haşere sürüleri, kıskançıklarını ve korkularını örtbas etmek ve onlara bir kılıf bulmak için yaratmışlardır doğruları. Birbirilerinin aralarına koydukları ve erdem dedikleri bu doğrular, kendi histerik sanrılarını hakikatin soğuk nefesinden korumak içindir. Zira odaya süzülen rüzgarın uğultusunda sineklerin vızıltıları duyulmaz artık.


Kişi topluma yabancılaştığı ölçüde özgürdür. "Bak bana," der toplum, "ne güzel yaşıyorum kendi halimde." Bataklığından şükran duyan kurbağalar gibiler; sinek avlamakla karınlarını doyuracaklarını sanırlar. Ne var ki, bir prenses de yoktur onlar için, öpüp de kurtaracak kurbağalıklarından. Bu nedenle öğrendiler gökyüzüne bakmayı. Nefret ettiler topraktan ve sudaki yansımalarından. Ağlıyor şimdi bulutlar, "ağlamamız için yakarıyor ve yalvarıyordunuz," diyorlar, "bu kadar kötüsünüz işte."

Ne güzeldir o susanın suskunluğu. Çok şey söyleyeceği vardır ama uzun uzun ve açık açık susmayı öğrenmiştir o. Dağın eteklerinde eser en güçlü rüzgarlar, zirvesinde buzlu bir suskunluk vardır dağın. Böyledirler işte; tırmanmışlardır kendilerine, doruklarına doğru en derinlerinden kopup gelmişler ve böylece çıkmışlardır zirveye. Ne güzeldir zirvede üşüyenin saadeti.

Birbirlerine bakıp hayranlık duyarlar. "Dünyaya anlamsız bir et parçası daha getirmek için kandırıyorum seni," derler kendi içlerinden; ağızlarıysa "seni seviyorum," der, "sensiz yaşayamam." Başkalarında çok şey bulandır kendisinde boş olan. Vurulmak isterler tokmakla ve güzel bir tını çıkarırlar; içleri boş olduklarındandır güzel ötmeleri. Kendi şarkısını söyleyen içinse artık karga gibidir onların tınısı, boş, kof ve çürümüş bir sevinç nidası.

Zihinleri bulantıdır onlar için. Halbuki mide bulandığında kusar içindeki doğruyu; elbette kaldıramıyor bazı bünyeler enfes yiyecekleri, bundandır kusuşları. Diyorlar ki, "başım ağrıyor şimdi, alsa da götürse beni çobanım, atlasam da kurtulsam koyunları takip edip." Böyledirler işte, başkalarının başarısında gizlidir onların hayalleri. Hayallerin en güzeli ki, başarı bile ulaşamaz ona. Korkudan titrer ve köpükler çıkar ağzından o hayali düşleyenin. Ne güzel hayal ki o, bilmez kimse ne olduğunu. Kendisinde arayan dışında yoktur ona ulaşacak kişi. Yırtılmış kaslarından ve nasırlaşmış topuklarından kaçanın düşmanıdır o hayal, ben "kendim," derim ona içtenlikle ve düşünmem gerisini. Sizse "tanrı," diyorsunuz, dev aynasında görüp kendinizi.


- End.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder