HİPNOTERAPİ


Hipnoz, bir veya daha fazla kişiyi, sözle, bakışla, telkin yoluyla geçici bir süre etkisi altına alma durumudur. Yapay bir uyku durumu olarak da kabul edilebilir. Aslında ortaya çıkan uyku durumu, kişinin dikkatini bir alan üzerinde yoğunlaştırarak bilinçaltının uyanık bir duruma getirmesini sağlar. Bu trans durumunda kişi başkasının etkisi altında düşüncelerine yön verir.

Hipnoterapi, hipnozun ruhsal ve diğer hastalıkların tedavisinde kullanılmasına verilen isimdir. Hipnozu bir tedavi yöntemi olarak kullananlara hipnoterapist, hipnotöz veya hipnolog denilir. Hipnozu tedavi amaçlı kullanan kişinin psikoloji veya tıp eğitimi almış olması gerekmektedir. Hipnozun geçmişi kesin olarak bilinmemekte, ancak ilk çağlara dayandığı tahmin edilmektedir. Avusturyalı hekim F. A. Mesmer 1800’lü yıllarda hipnozu tedavi amaçlı kullanan ilk hekimlerdendir. Mesmer, hipnoz ile birlikte telkini de kullanarak histeriye bağlı sorunların ve felçli hastaların tedavisiyle uğraşmıştır. 1800’lü yılların ortalarında İngiliz hekim Braid ise, hipnozu daha etkili ve yaygın olarak kullanmıştır.
Freud, hekimlik çalışmalarının ilk yıllarında hipnozu tedavi amaçlı kullanmıştır. Ancak sonraki yıllarda hipnozu kullanmaktan vazgeçmiş, bilinçaltındaki baskılanmış yaşantıların bilinç düzeyine getirilmesinde hipnoz yerine geliştirdiği serbest çağrışım tekniğini kullanmıştır.
Hipnoz olan kişi, bu süreçte etkisi altında olduğu kişinin istek ve önerilerini kendisine aitmiş gibi algılar. Hipnoterapist, hipnoz altındaki kişiye her istediğini yaptırma gibi sonsuz bir etkiye sahip değildir.
Hipnozun uygulanmasına birçok farklı yöntem kullanılır. En çok tercih edilen yöntem, hastanın hafif sallanan bir nesneye bakması ve bütün dikkatini o nesnede yoğunlaştırması sonucu transa geçmesidir. Bu süreçte, terapist sakin ve etkileyici bir sesle konuşarak hipnozun gerçekleşmesini kolaylaştırır. Kimi hipnotöz ise, hastaya “sadece bir gözüme odaklan ve başka tarafa bakma” diye yönerge verdikten sonra sakin ve etkileyici bir sesle göz kapaklarının ağırlaştığını, üzerine ağır bir yorgunluk çöktüğünü ve birazdan gözlerinin kapanacağını söyleyerek hipnotik uykuya geçmesini sağlar. Eğer 1-2 dakika içinde hastanın gözleri kapanmazsa, terapist elleriyle müdahale ederek hastanın gözlerini kapatır ve konuşmasını sürdürür. Kimi hasta derin bir hipnotik uykuya geçerken, kimi de hafif bir uykuya geçer; çünkü hipnoz sırasında oluşan uykunun derinliği kişiden kişiye farklılık gösterir. Hipnotik uykunun en hafif halinde kişinin bilinci yerinde olur ve kişide bir gevşeme durumu oluşur. Kişi kendisine söylenen telkinlerin tümünü bu hafif düzeydeki hipnozdan sonra hatırlayabilmektedir. Derin hipnozda, kişinin bilinci kapanarak yerini bilinçaltına bırakır. Bu nedenle kişi hipnozdan sonra hipnoz sırasında yaşanan olayları ve konuşmaları hatırlayamaz. En hafif hipnoz durumunda bile kişi, terapistin telkinleri doğrultusunda hareket eder ve birçok rahatsızlığından kurtulabilmektedir.
Hipnotik uykuyu, doğal uykudan ayıran temel nokta, kişi ile hipnotöz arasında bir bağın olmasıdır. Bu bağ ikisinin iletişimini sağlar. Hipnoz altındaki bazı kişiler doğal uykuya geçerek bu bağın kopmasına yol açar, bu durum kimi kişilerde horlama olarak ortaya çıkabilmektedir. Terapist, hastanın doğal uykuya geçtiğini hissettiği an onu doğal uykudan uyandırarak, hipnotik uykuya geçmesini sağlayabilmektedir. Hipnoz sırasında terapist, hastaya ihtiyacı olan konularda telkinlerde bulunur. Örneğin kekeleyen kişiye, uyandıktan sonra artık akıcı konuşacağı ve bir daha kekelemeyeceği söylenir. Gerçekten de kişi hipnozdan sonra seri ve düzgün konuşmaya başlar. Aynı durum, tikler, altını ıslatma ve organik kökenli olmayan rahatsızlıklar için de geçerlidir. Hatta hipnozda kişiye ağrı hissetmeyeceğine dair telkinde bulunularak anestezi etkisi de oluşturulabilmektedir.
Terapist istediği herkesi hipnoz edemez; çünkü terapistin elinde sihirsel bir güç bulunmamaktadır. Eğer kişi hipnoz olmamak için direnirse hipnoz durumu gerçekleşmez. Hipnotik uykunun oluşabilmesi için kişinin buna yatkın olması ve kendini terapiste emanet edecek kadar güvenmesi ve terapistin istediği yönde hareket etmesi gerekir. Ayrıca hipnoz sırasında, terapist her istediğini hastaya yaptıramaz; çünkü hasta eğilimli olmadığı yönergeleri yerine getirmez. Eğer terapist yönergelerinde diretirse, hasta hipnozdan çıkabilir veya hipnoz sonrasında içsel bir çatışma yaşayarak istenilen şeyleri yapmayacak ve ruhsal anlamda sorunlar yaşayacaktır. Örneğin, hipnozdaki birine hırsızlık yaptırabilmek için kişinin hırsızlığa eğilimli biri olması gerekir. Yani verilen yönergelerin kişinin karakteriyle ve gereksinimleriyle örtüşmesi gerekir. Hipnoz sırasında kendisine verilen yönergelerle cesareti artar ve motive olur. Zaten uyanık haldeyken de terapistin istediği şeyleri yapmak istiyordu. Bu bakımdan terapist, hastanın ihtiyaçlarını ve kişilik yapısını çok iyi bilmelidir.

Hipnoterapi, ruhsal ve organik hastalık ve bozuklukların tedavisinde tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olarak tercih edilmektedir. Hipnozun kullanıldığı ruhsal kökenli hastalıklardan birkaçı şöyle sıralanabilir: Tikler, kekemelik, altına kaçırma ve altını ıslatma, alkol, sigara ve madde bağımlılığı, fobiler, panik bozukluğu, kişilik bozuklukları, psikolojik ağrı bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, uyku bozuklukları vb. Hipnoz, genel tıpta da birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Örneğin, obezite, astım, alerjik cilt hastalıklarında, sedef, siğil vb. Doğumda ve diş çekimlerinde, hipnoz bir çeşit anestezi etkisi yaparak bireyin ağrı duymaması sağlanır. Ayrıca, motivasyonu artırmada, yabancı dil öğrenmede de oldukça etkili olarak kullanılmaktadır.

Çetin ÖZBEY
www.cetinozbey.com
Kaynak: www.gencgelisim.com