“Bir
şeye duydunuz diye inanmayın, atalarınız inanmış diye inanmayın, ben söyledim
diye inanmayın, doğru bulduğunuz şeylere inanın.”
|
Önce, bizim
gelişimimizi engelleyen kısıtlayıcı inançlarımızı fark ederek bunların
oluşumlarını tespit edip nasıl bir yol izlememiz gerektiğini bir görelim:
Kısıtlayıcı inançlarımızı dört başlık
altında toplayabiliriz:
1. Ümitsizlik: Yeteneklerimizin ve başarılarımızın
önüne set vuran, bize artık yapılacak hiçbir şey kalmadığını düşündüren ve
elimizdeki fırsatları görmeyip hep olumsuzlukları görmemize neden olan en
önemli olumsuz duygulardan biridir.
2. Yetersizlik: İnsanın içinde yarattığı boşluk,
ehliyetsizlik, yapacağı işlerde kifayetsizlik... “Başkaları yapabilir ama ben
yapamam.” inancı… Öyle kötü bir virüstür ki kişi kendini herkesin altında
görür. Çok basit işlerde bile eli ayağına dolaşır ve hayatını zehir etmeye
yetecek her şeyi hiç yoktan var etmeyi bilir.
3. Değersizlik: İnsan hem atalarından aldığı genle hem
de çocukluğundan beri çevresinin yardımıyla kendinde oluşturduğu değersizlik
duygusuyla arzuladığı bir şeyi elde etmesinin mümkün olduğuna ama bunu hak
etmediğine inanır. Kişi, bedel ödemek zorunda olduğunu düşünür, “Mutluluk ve
huzur benim hakkım değil!” düşüncesiyle kendini yiyip bitirir.
4. Kadercilik: Kısıtlayıcı inançlara ekleme ihtiyacı
duyduğumuz özellikle doğu toplumları için yeni bir şeyler ortaya koymanın,
başarmanın düşmanı bu anlayış belki de yukarıda sözünü ettiğimiz üç inancın
oluşmasında en önemli rolü üstleniyor. Doğudaki dinlerin birçoğunun temelinde
yer alan kadercilik, her şeyin Tanrı’dan geldiğini, kişinin ne kadar çabalarsa
çabalasın hiçbir şeyin değişmeyeceğini, bir lokma bir hırkanın bize yeteceğini,
bu dünyanın gelip geçici olduğunu, “Bugün bul ye, yarın Allah Kerim…” anlayışı
insanların yaşam tarzlarını, düşünce sistemlerini, inançlarının meta yapısını
ciddi bir şekilde etkiler.
Kadercilik
anlayışı üzerinde daha geniş çaplı durmak isterdim ama şu andaki konumuzdan çok
uzaklaşmanın bir anlamı da yok. İslam dini ile gelenekleri, görenekleri, Arap
kültürünü ya da kendi kültürlerini birbirine karıştıranlar da kader anlayışı
konusunda ciddi hatalar yapmışlardır. İslam inancındaki kaderi anlamak için
insanın iradesi içinde olanlarla insanın iradesi dışında gerçekleşenleri birbirine
karıştırmamak gerek. Külli irade konusunda insanın yapacağı hiçbir şey yoktur.
Ama cüz’i irade dediğimiz insanın elinde olan şeylerin onda ümitsizlik,
değersizlik ya da kendini yetersiz görmesine neden olacak bir tarafı yoktur.
Bilakis, Allah’ın insanlara verdiği irade gücü ile kişinin olumlu ya da olumsuz
ortaya koyacakları kişinin elindedir. İslam’daki tevekkülü yanlış anlayanlar
(insanın herhangi bir şey için elinden gelen her şeyi yapması; takdiri Allah’a
bırakması) inanç sistemlerinde çok ciddi bocalamalar yaşayacaktır.
Evet, biz
gene konumuza dönelim.
Bir insan
başarılı olmak istiyorsa:
Ümitsizliği,
gelecekle ilgili ümitli olmayla;
Yetersizliği,
kendini sorumlu ve yeterli görmeyle;
Değersizliği,
kendini değerli görmeyle;
Kaderciliği,
tevekkül anlayışıyla değiştirmelidir.
Uyarı: Burada bazı dinlerde söz konusu
olan (İslam dini de bunun içinde) kadere iman etmenin yanlış olduğunu dile
getirme gibisinden bir çabamız olmadığını siz de fark etmişsinizdir. Bizim
karşı olduğumuz, insanların kadere iman anlayışının ardına sığınarak kendisi,
toplumu ve dünya için yapabileceklerinden mahrum bırakan tembellik, miskinlik,
vurdumduymazlık, umarsızlık anlayışıdır.
Her
insanın iki kimliği vardır. Birinci kimliği nüfus idaresi verir. İkinci
kimliğini ise yıllar içinde kendi oluşturur. Bu ikinci kimlikte bilgiler
değiştirilebilir, tabi istenmezse aynı da kalabilir. İkinci kimliği
oluştururken kişinin kendisiyle ilgili olan her şey ama her şey kimlik
bilgileri üzerinde etkin bir rol oynar. Kendini yetersiz, değersiz ve ümitsiz
gören insanlarda, “Ben hiçbir şeyi hak etmiyorum, bunu elde etmem başka şeyleri
kaybetmeme neden olur.” şeklinde düşünmelerinin nedeni aslında inançlarını oluşturan
sistemlerinde düşünce virüslerinin olduğunu söyleyebiliriz. Düşünce virüsleri,
bilgisayara zarar veren virüsler gibidir. Aslında bilgisayar için hazırlanan
virüslerin de öteki yazılımlar gibi bir yazılım olduğunu biliyoruz. Yazılımları
iyi amaçlarla kullandığımız gibi kötü amaçlarla da kullanabiliyoruz. İşte
bilgisayar dünyasında da iyi ile kötünün çatışması olarak
dillendirebileceğimiz, büyük şirketlerin, devletlerin, askeriyenin en çok
dikkat etmesi gereken, bazen bir kâbusları gibi karşılarına çıkan bu kötü
amaçlı yazılımlar için geliştirilmiş anti-virüs programları varsa; insana ait
kısıtlayıcı inançlar için de anti-virüs programları vardır.
Kısıtlayıcı
inançlar (düşünce virüsleri) kişinin gelişim ve iyileşme süreçlerinde o kişinin
mevcut potansiyelini yok etmeye çalışırlar. Aslında bu düşünce virüsleri,
kişinin kendini ortaya koymasına, mücadele etmesine engel olan varsayımlardan
başka bir şey değildir. Bu varsayımlar, kişinin her şeyi yaptığını ama gene de
başarılı olamadığı inancının oluşmasına neden olacaktır. Düşünce virüsü olan
birine bunların birer varsayım olduğunu söylememiz tabi ki onu güldürecektir ve
kişi, bize hiçbir şeyin bu kadar da basit olmadığını söyleyecektir.
Kısıtlayıcı
inançları yok etmenin tek yolu, oluştuğu yerdeki temel nedeni bulmakla
mümkündür.
KISITLAYICI İNANÇLARIN DEĞİŞTİRİLMESİ
Neden - Sonuç İlişkisini
|
1. Kısıtlayıcı inancın ardındaki olumlu niyeti bul, tanımla, kabul et.Hatırlarsanız her davranışın altında olumlu bir niyetin yattığını söylemiştik. Kısıtlayıcı inançlarımız için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Her kısıtlayıcı inancın oluşmasında genellikle kişinin kendini koruma altına alması yatar. Kişinin kendine özgü geliştirdiği savunma yöntemleri bir anlamda kısıtlamaları da beraberinde getirir. Savaşa hazırlanan bir şövalyeyi düşünün. Savunma konusunda (zırhlar, kalkanlar, kasklar…) ne kadar donanımlıysa bir bakıma hareket kabiliyeti de o kadar kısıtlanmış demektir. Savunmanın getirdiği kısıtlama aslında her insanın sorunudur. Düşünce sisteminin bu kısıtlamaları ortadan kaldırması için en çok ihtiyaç duyacağı soru ise “nasıl” sorusudur. Nasıl sorusu, aslında birçok kısıtlayıcı inancın kapısının anahtarıdır. Tabi ki bu anahtarı nasıl kullanacağını bilmek de işin üzerinde durmamız gereken başka bir yönü.
Kısıtlayıcı
inançların, olumlu niyet ve ön varsayımlar sonucu ortaya çıktığını söyledik.
Birinci aşamada bunların ortaya çıkarılması gerekmektedir. İkinci aşamada nasıl
sorusuna yeni cevaplar bulunmalı ve kişinin savunma mekanizması için yeni
seçenekler geliştirilmelidir. Sonuçta bu inançlar değiştirilebilir ve inanç
sistemi güncellenebilir.
Olumlu
niyet ve ön varsayımların tespitinde, nasıl sorusunun sorulmasında, alınacak
cevaplarda, gereksiz savunma sisteminin yıkılıp yeni seçeneklerin
geliştirilmesinde, gerekli değişikliklerin yapılıp inanç sisteminin
güncellenmesinde üst kimliğin ne kadar önemli olduğunu unutmamak gerek.
Misyonlarımız, kendimizi ait hissettiğimiz toplum, topluluk, gruplar… ailemiz,
arkadaşlarımız… rehber olarak gördüğümüz kişiler kısıtlayıcı inançlarımızın
oluşmasında ne kadar önemli bir rol oynamışlarsa, kısıtlayıcı inançlarımızın
ortadan kalkmasında da bir o kadar önemli rol oynayacaktır. Amaçlarımızın ve
misyonlarımızın oluşumunda önemli gördüğümüz ilişkilerimizi gözden geçirip bize
destek olacak yeni bir ilişkiler zinciri oluşturmalıyız.
Kısıtlayıcı
inancı ortadan kaldırma aşamaları:
2. Ön varsayımlar
açıkça görülmeyebilir, görülmeyen ön varsayımları ortaya çıkar.
3. Kısıtlayıcı
inançtaki neden sonuç ilişkisini netleştir.
4. Kısıtlayıcı
inancın oluşmasında etkili olan olumlu niyeti karşılayacak alternatifler
geliştir.
5. Kısıtlayıcı
inancın oluşmasında önemli rol oynayan üst kimliği (amaçlar, misyonlar, mensup
olunan din…) analiz et, kısıtlayıcı inancın değişmesi için destek olabilecek
yeni ilişkiler yakala. Üst kimliği güncelle.
Kısıtlayıcı inançlarından kurtulamayan insanlar ve
toplumlar aşağıdaki duruma düşer.
Ülkelerden bir ülke, padişahlardan bir padişah… Vezirler, padişahın huzuruna
çıkmışlar:
- Padişahım, hazinede para kalmadı. Yeni vergilere ihtiyacımız var,
- Padişah, kavuğunun altından kafasını kaşımış:
- Eeee! Ne vergisi koyalım? diye sormuş.
- Köprülere adam koyalım, geçenden bir akçe alsınlar!
Padişah:
- Tamam, demiş.
Aradan bir süre geçtikten sonra sormuş vezirlerine:
- Tepki var mı?
- Hiç bir tepki yok!
- İyi o zaman köprünün diğer tarafına adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!
Aradan bir süre geçmiş, padişah:
- Var mı şikayet?
- Yok! Halkının tepkisizliğine kızan padişah gürlemiş:
- Köprülerin ortasına da bir adam koyun, gelip geçeni dövsün!
Aradan birkaç gün geçmiş, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen padişah, çağırmış vezirlerini:
- Halkı dinleyelim hele bir, demiş.
Gitmişler köye, padişah sormuş:
- Var mı şikâyet? Ses yok. Padişah tekrar:
- Var mı şikâyet? Şikâyeti olan söylesin diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:
- Padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya…
- Eeee, demiş padişah bir umutla...
- Akşamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, bir adam daha koysanız...
Gözünden
hiçbir şey kaçmayan okuyucular için bir uyarı: Öykünün aslını bilenler, bu öykü
böyle değildi diyecekler. İnanın bir sözcük değiştirdim, sadece bir sözcük… o
da “dövmek” sözcüğü. Siz “dövmek” yerine ne koyarsanız koyun artık.- Padişahım, hazinede para kalmadı. Yeni vergilere ihtiyacımız var,
- Padişah, kavuğunun altından kafasını kaşımış:
- Eeee! Ne vergisi koyalım? diye sormuş.
- Köprülere adam koyalım, geçenden bir akçe alsınlar!
Padişah:
- Tamam, demiş.
Aradan bir süre geçtikten sonra sormuş vezirlerine:
- Tepki var mı?
- Hiç bir tepki yok!
- İyi o zaman köprünün diğer tarafına adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!
Aradan bir süre geçmiş, padişah:
- Var mı şikayet?
- Yok! Halkının tepkisizliğine kızan padişah gürlemiş:
- Köprülerin ortasına da bir adam koyun, gelip geçeni dövsün!
Aradan birkaç gün geçmiş, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen padişah, çağırmış vezirlerini:
- Halkı dinleyelim hele bir, demiş.
Gitmişler köye, padişah sormuş:
- Var mı şikâyet? Ses yok. Padişah tekrar:
- Var mı şikâyet? Şikâyeti olan söylesin diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:
- Padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya…
- Eeee, demiş padişah bir umutla...
- Akşamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, bir adam daha koysanız...