Hayvan
ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır.
Büyük Rus
ressamı Brullof, bir defa, öğrencilerinden birinin eserinde düzeltmeler yapmış.
Öğrenci, bu düzeltmeyle büsbütün değişen levhaya hayretle bakmış ve:
- Siz bir tek
noktaya dokundunuz, fakat eser ne kadar değişti, demiş.
Brullof da şu
cevabı vermiş:
- Sanat, o
küçük noktanın başladığı yerde başlar!
Bir eser ortaya koymak… Evet, bir eser ortaya koymaktan söz
ediyoruz. Bu ay ne yazayım diye düşünürken yazının nasıl bir özelliğe sahip
olması gerektiğini sorgulamaya başladım. Sonra “ne yazacağım” sorusu “nasıl
yazacağım” sorusuna dönüştü. Nasıl yazacağım sorusu da “nasıl bir eser ortaya
koymalıyım” sorusuna… Çok basit gibi görünse de hiç de öyle olmadığı, insanın
güzel olanı ortaya koymasının çok büyük bir çaba ve emek gerektirdiği ortaya
çıktı. İşte düşündüklerimi, şimdiye kadar edindiğim birikimler sonucu nasıl bir
eser ortaya koymamız gerektiği konusunda aklımda kalanları sizlerle paylaşmak
istedim.
Ortaya koyacağımız eser söz estetiğinden uzak olmamalı. Dildeki
edebi sanatları işleme ve gücünü hissettirme maharetine sahip olmalı. Anlatım
ve üslupta hatayı bir tarafa bırakalım, zayıflığı kabul etmez iyi bir eser.
Sanatı, anlatım bütünlüğü içinde sunmalıyız ortaya koyacağımız eserde. Şiirsel
bir sunumumuz olmalı. Duygulara hitap etmeyi bilmeli. Duyu organlarını
etkilemeyi bilmeli. Aktarış, anlam ve ahenkte mükemmelliği yakalayabilmeli
ortaya koyacağımız bu eser.
İletişim araçlarını çok iyi kullanabilmeli. İletmek
istediğimizin ötesine geçerek mana derinliğini yakalamalı. Kullandığımız
araçların hem kendileri hem de kullanıldığı yerler ve kullanılış şekilleri çok
önemlidir. Bir eser otaya koymak istiyorsak, yaşadığımız dünyanın ve içinde
bulunduğumuz toplumun genel yapılanmasını çok iyi bilmek zorundayız.
Siyasetini, sosyal bilimler açısından duruşunu çok iyi yakalamalıyız. Sanat
inceliklerinden ve estetik yapılanmadan bihaber olmamalıyız. Sosyo-psikolojik
yapılanmasını çok iyi takip etmeliyiz içinde bulunduğumuz toplumun.
İnsan psikolojisinden uzakta kalmış bir insanın insana verebileceği
pek bir şey yoktur. İletişimdeki dil kalıplarından habersiz olan birinin de
insana aktarabileceği ne olabilir? Felsefi bakış açısı olmayan, belli bir
derinliğe sahip olmayan biri ne sunabilir insanlığa? Tarihten anlar bir eser
ortaya koyabilecek kişi. Bakış açılarını çok iyi analiz eder. Din ve ahlak
felsefesi açısından bakmayı bilir. Sosyolojik yapılanmadan uzak değildir.
Ekonomik yapılanmayı göz ardı etmez. Ruh bilimini yakından takip eder.
Antropoloji ve öteki bilimlerden de çok uzakta kalmaz. Kişiliğini oluşturan
faktörlerin farkındadır. Zayıf yönlerini, güçlü yönlerini, törpülemesi gereken
yönlerini, hoş görmesi gereken yönlerini çok iyi bilir. Öteki insanlardan
farklı yönlerinin farkındadır. Kimden ne alacağı konusunda iyi bir tüccardır.
Kişileri, olayları, varlıkları nasıl ele alacağını kavrayan
bu insan, özgünlükle sıradanlık arasındaki farkı kavramıştır. İnsanın fıtratını
çok iyi tahlil eder. Olaylara farklı açılardan bakmak için değişik gözlükler
kullanır. Ufkundaki derinliğin farkındadır seçkin kişiliğe sahip insanlar. İç
dünyaya bakmayı da çok iyi bilir. Dış dünya tahlilleri, geçmişi sorgulama,
geleceğe bakış, sentezleme yeteneği, analiz ve yorum dirayeti konusunda özel
bir yeteneğe sahiptir. Sosyal olayları değerlendirme kriterleri, bakış
mantığındaki ruhsal denge düzeni, bakış açılımlarındaki gizem ve mana,
ruh-inanç dünyasındaki derinlik, inancı, sabrı, şevk ve gayreti hemen göze
çarpar.
Düşünceleri tahlil etmedeki gücü, zayıflara ve muhtaçlara
karşı şefkat ve merhameti, şiddet karşısında gösterdiği tavır ile hemen kendini
ortaya koyar. Bütün sahip oldukları özellikleri eserlerine yansır ve çevresine
bu anlamda önderlik eder.
Zekada,
Düşüncede ve Davranışlarda Olgunluk
Bir dava ve aksiyon adamıdır sözünü ettiğimiz kişi. Temsil
ettiği düşünce ile hemen kendini ortaya koyar. Oluşturduğu okul ile fikir ve
aksiyon özelliklerini gelecek nesillere yansıtır. Düşüncelerinin stratejileri
ile, toplumsal teşhis ve tedavi konusunda geliştirdiği yöntemlerle örnek
kişidir. Sevgi, şefkat, yardımlaşma, aile, toplum, hoşgörü, din, ahlak, hukuk,
adalet, siyaset, eğitim, insaniyet, matbuat, dil kavramlarına bakış tarzı ve bu
kavramların kendi dünyasındaki yeri çok nettir.
Olayları betimleme ve sunuş maharet ve inceliğine sahiptir.
Kullandığı estetik teknikleri göz önünde bulundurduğumuzda şunları görürüz:
Karaktere uygunluk, mantıklı olma, akıcılık, ahlaki değerlilik, insani
değerlere uygunluk, simgesel değerler, iç dünyaya yolculuk yapmaya uygunluk,
coşku ve heyecan, ateşleme özelliği, bütün bu değerleri bir araya getirebilme
maharetlerini sıralayabiliriz.
Şöyle bir düşündüğümüzde ihtiyaçlar, toplumsal sancılar,
gerilim ve çalkantılar, sıkıntı ve felaketler, ciddi ihtiyaç ve ıstıraplar
ortaya çıkarmıştır büyük eserleri.
Bu arada söyleme ihtiyacı duydum. Eser derken kastettiğimiz,
sadece yazın dünyasındaki eserler değil. Her alanda eser ortaya koymaktan
bahsediyoruz. Bu bazen yetiştirdiğimiz bir çocuk da olabilir, kumdan
oluşturduğumuz bir kale de, bir eğitimciysek eğer, yetiştirdiğimiz bir öğrenci
de… Kısacası, genel anlamda bir eser ortaya koymaktan bahsediyoruz. Yukarıda
iyi bir eserin ve bu eseri ortaya koyacak kişinin özelliklerini okurken,
mutlaka kendinizle karşılaştırmalar yaptınız ve ortaya koyduğumuz özelliklerin
sizdeki konumunu doğru ya da yanlış değerlendirdiniz.
Hatırlatmak istediğim, lütfen bu özeleştiriyi yaparken
olumlu ya da olumsuz bir yargıya varırken, ne kadar sağlıklı olabileceğinizi de
göz önünde bulundurun. Bizim önerimiz, bu özeleştiriyi çevrenizde sizi çok iyi
tanıyan dost ve arkadaşlarınızla yapmanız.
Şöyle bir toparlayacak olursak; fikri tutarlılık, yüksek
tasarım gücü, sentez yeteneği, tahlil gücü, psikolojik derinlik, toplumsal
analiz yapabilme gücü, hislerin gücü, algılama gücü, çalışma disiplini, kurgu
üretme kabiliyeti, zamanı organize yeteneği, bakış açısındaki derinlik ortaya
koyacağımız eserin özelliklerini de yansıtacaktır.
Kişinin kendini tanıması, ortaya koyabileceği şeyleri
bilmesi ne kadar güzel bir şey… İşte bir eser ortaya koymadan önce okuyacağımız
bir hikâye size:
Mermer
Yontucusu
Bir
zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir
mermer yontucusu vardı. “Bu hayattan bıktım artık. Yontmak! Devamlı mermer
yontmak… Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş, hep bu yakıcı güneş! Ah! Onun
yerinde olmayı ne kadar çok isterdim, orada yükseklerde her şeye hâkim
olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım.” diye söylenip dururdu. Bir
mucize eseri olarak dileği kabul edildi ve yontucu o an güneş oldu. Dileği kabul
edildiği için çok mutluydu; fakat ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada
ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etti. “Basit bulutlar,
benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye
yarar!” diye isyan etti. “Mademki bulutlar güneşten daha kudretli, bulut olmayı
tercih ederim.” O zaman hemen bulut oldu. Dünyanın üzerinde uçuşmaya başladı,
oradan oraya koşuşturdu, yağmur yağdırdı fakat birden bire rüzgâr çıktı ve
bulutları dağıttı. “Ah, rüzgâr olmak istiyorum.” diye karar verdi. Ve dünyanın
üzerinde esti durdu, fırtınalar estirdi, tayfunlar meydana getirdi; fakat
birdenbire önünde kocaman bir duvarın ona mani olduğunu gördü. Çok yüksek ve
çok sağlam bir duvardı. Bu bir dağdı. “Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine
göre benim rüzgar olmam neye yarar!” dedi. O zaman dağa dönüştü. Ve o anda bir
şeyin ona durmadan vurduğunu hisseti. Kendinden daha güçlü olan ve onu içinden
oyan şeyi fark etti. Bu, küçük bir mermer yontucusuydu.
KUTU
Niceleri
geldi, neler istediler,Sonunda dünyayı bırakıp gittiler:
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Ömer Hayyam
M.
Abdullah YILMAZ
Kaynak: www.gencgelisim.com