Ekmel Ali Okur ile Hayat Üzerine Bir Söyleşi

Çukurova’nın düşünen adamı diyor ki
Sizin için “Çukurova’nın düşünen adamı” diyorlar. Buna siz ne diyorsunuz?
 “Ben ki ta çocukluğumdan bu yana hep kendimi ve hayatı ciddiye alıp iyi ve güzel bir adam olmaya çalıştım. Doğrusu, bu konuda Rabbime nice bin şükürler olsun ki, kendimle barışık ve kendimden oldukça memnun biri sayılırım. Yaşamım boyunca hep doğruyu arayıp durdum.  Bulduklarımla da yetinmeyip hep kuşku duygusunu diri ve canlı tuttum.  Sayısız hatalar yaptım ama hatada asla ısrar etme saçmalığını da yaşamadım. Bir başka deyişle, onun-bunun kınamalarından çekinerek, bu görklü yolculukta arayışlarıma ket vurmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.
Sizin için hayatın anlamı nedir?
Öncelikle şunu söyleyeyim: “Hayat nedir? Türkçesi: Yaşamdır. Yani diriliktir. Ölü ve diri. Birbirlerinin zıddı. Hani denir ya: “Her şey zıddıyla kaimdir.” Yani zıddıyla ayakta durur. Bizler, birilerine bir kavramı tanımlayabilmek için, önce söz konusu sözcüğün zıddını bulup ona göre ölçümleyerek, yani karşılaştırarak meramımızı ifade etmeye çalışırız. Burada da hayatın zıddı, memattır. Yani ölülüktür. Ölü oluştur. Demek ki hayat; duyumsamaktır. Farkı fark etmektir. Görüleceği doğru görüp, dosdoğru ifade etmektir. Yani görüleceği, görülmesi gerektiği gibi görüp göstermektir.
İnsan dünyaya neden gelir ve neden yaşar?
Doğrusu, hiçbirimiz de bu dünyaya isteyerek gelmedik ve de isteyerek gitmeyeceğiz. Bizlere düşen bir tek şey vardır. O da doğru bilip, doğru yaşamaktır. Yani iyi yaşayıp güzel ölmektir. Demem o ki yaşamın gizi: Doğruluk+iyilik+ güzelliktir. Bu üç kelime, yani kavram, bütün bir hayatın açıklamasıdır. Beyinden özürlü olmayan her insan bu konuda hemfikirdir. Ne olursa olsun, “Büyük yargı günü” olmasa bile, akleden her insan, doğru, iyi ve güzel yaşamak zorundadır. Bu, insan olmanın zorunlu bir sonucudur. Çünkü bu kavramlar evrenseldir. Evrensel olanda, her yerde, her zaman ve her kişide değişmeyendir.
İyi insan olmak ne demektir?
İyiliğin zıddı, kötülüktür. Kötülük ise, doğal olanı, özgün olanı örselemektir; bozup dumura uğratmaktır. Bozulan bir şey de özelliğini ve güzelliğini yitirir. İşe yaramaz. Çevreye zarar verir. Diyelim ki bir canlı öldü, bir süre sonra bozulup kokmaya, mikrop olup hastalıklara neden olur. Öyleyse, bir tek çare vardır. O da iyi insan olmaktır.  Ne olursa olsun. Yaşamın gizi: İyi insan olmaktır; iyilikler yapmaktır. Ve hayata da iyimser bakmaktır. Çünkü yine de her kötülüğün ilacı, iyiliktir. İyilik içre olanlar, gerçekten ama gerçekten zeki olanlardır. Aptalca kötülük riskine tenezzül etmeyenlerdir.
Özgür ve özgün olun diyorsunuz, insanlar bunları nasıl yapabilirler?
Ben hep şunu bilir, şunu derim: İnsanlar doğru bildiklerinin ve bilincinde olduklarının toplamıdır. Bu anlamda bir insan ne kadar biliyorsa o kadardır. Yani biri kalkıp “ben bir hiçim” diyorsa, o bir hiçtir. Evet, hiç! Demek ki doğru bilgi olmadan, ne özgür olunur ne de özgün olunur. Özgür ve özgün... Bunların ikisi bir şeydir. Tıpkı göz ve ışık gibi... Gözün, ışık olmadan hiç bir anlamı yoktur. Işığın da göz olmadan bir anlamı olamaz... İşte özgür ve özgün oluş da böyle, olmazsa olmaz bir olgudur. Öyleyse, önce özgür olacağız. Kelimenin tam anlamıyla özgür olacağız. İlle de özgür olacağız. Özetin özeti şunu diyorum: Başkalarının iradesine kendi aklını devreden biri, asla mutlu olamaz.
“İnançlarımız konusunda sorgulayıcı olmamız gerekir” derken neyi kastediyorsunuz?
Ben de aynen büyük bilge Sokrates gibi, “Sorgulamayan hayat yaşanmaya değmez.” diyorum. Öyleyse, önce doğru bildiklerimizi sorgulayıp düşünmeliyiz. Çünkü bilmediklerimizi nasıl olsa bilip anlamaya çalışacağız. Demek ki, önce doğru bilgi. İlle de doğru bilgi. Çünkü doğru bilgi olmadan, doğru düşünce, doğru düşünce olmadan da doğru edim olamaz. Doğru edimler olmadan da doğru bir yaşam mümkün değil... Şu halde, önce doğru bildiklerimiz, yani bildiğimizi zannettiklerimizi sorgulamalıyız. Öyle “uydum kalabalıklara, yani geleneklere” diyerek inanç edinilemez. Kendine saygı duyan her birey, kendi inancını kendi arayıp bulacaktır. Zira kendine saygı duyan birine böyle bir kör gidiş yakışmaz.
Hayatta hoş bir seda bırakmak nasıl olur sizce?
Tabii ki bunun en kısa yanıtı: Hoş adam olmakla. Çünkü hoş adam olamayanlar, ancak boş adam olurlar. Boş adamlar da boş teneke gibidirler. En küçük bir etkide bile tıngırdayıp tedirgin ederler. Böylelerinden de hiç kimse hoşlanmaz. Hep bir dışlanıp yüz çevrilirler. Öldükleri zaman da, bütün bir canlılar onun tıngırtılarından kurtulup, bir süre sonra da unutulup giderler. Ama hoş, yani dolu adamlar, durdukları yerde nasıl duracaklarını bilirler. Öyle her esen sosyal rüzgarlara kapılıp gitmezler. Eğer ki bir yerden bir yere gideceklerse, kendileri de istediği için giderler. Onlar ki sadece yaşarken değil, ölüp gittikten, en çok da ölüp gittikten sonra, özgün eserleriyle anılıp adları gökkubbe altında “hoş bir seda olarak”  yankılanıp durur.
Atalar, “Emek olmadan sömek olmaz“ demişler. Öyle büyük adam olmak da kolay bir şey değildir. Bunun için alın terinden çok, akıl teri dökmek gerek. Gün olup, aklı gere gere kopma vakitlerine gelip gitmektir. Ama sonunda da bu işin keyfini yani sefasını sürmektir. İnsan bir kez bilinecekleri bilmeye görsün, Öyle olup bitenler, olumsuzluklar alıp başlarını giderler. İkide bir dil, diz, giz sürçmeleriyle nevrleri dönmez. Yani onun bunun şamar oğlanı olmazlar.
Okumak nasıl yapılmalıdır sizce?
Bana göre iki türlü okuma vardır. Bir çıplak gözle, bir de metinle okumak. Okumak, bilindiği gibi, anlamak, algılamak, fark etmek, iletmek, çağrı gibi anlamlara gelmekte. Ben en çok bütün duyu organlarıyla okumaktan yanayımdır. Bu tür okumalar kolay kolay insanı yanıltmaz. Ne mi demek istiyorum? Şunu: Dağı dağ olarak, ovayı ova olarak, ağacı ağaç olarak okumalıyız. Bir ağaca çıplak gözle bakıp, onu çekirdeğinden, boy verişinden, çiçeğinden meyvesine değin okumalıyız. Bir de psikolojik, sosyolojik, ekonomik, yani her tür bilimsel disiplinlerle okumalıyız. Bir ağacı mı? Her bir şeyi…
Tabii ki bir de okuyanların yazdıklarını okumalıyız. Ama sorgulayarak, ama eleştirel akılla ve tartışarak… Bir de her tür anlayıştan, adamları önyargısız okumaya çalışmalıyız. Ve de bilimin, bilgeliğin ve sanatın her bir rengini…
Kimleri okursunuz, sevdiğiniz yazarlar hangileri?
Yerli, yabancı, antik, çağdaş, hemen her tür yazarı okurum. Edebiyatın bütün türlerini severek okur ve de yazarım. Sevdiğim, keyifle okudum çok yazar vardır. İlk aklıma gelenlerden ve çocukluğumdan yola çıkarsam: Dede Korkut, Nasrettin Hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre, Şemsi Belli, Ümit Yaşar Oğuzcan, Osman Şahin, Melih Cevdet Anday, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Tolstoy, Dostoyevski, Steinbeck, Cengiz Aytmatov, Adem Özbay (son yıllarda en çok okuduğum yazar), Özdemir İnce, Yalçın Küçük, vs.
Okurlarımıza hayatla ilgili önerileriniz nelerdir?
Uyanık olunmalı. En büyük varlığımız olan, kendi aklımızı kendimiz kullanmalıyız. İyi bir gözlemci olmalıyız. Öfkelerimizi içlerimizde bastırarak kendi kendimizi zehirlemeye kalkmamalıyız. Yaşlanmaya dair söylenen sözlerden etkilenip oyuna gelmemeliyiz. Ebedi gençlik ve sağlık üzerinde yoğunlaşmalıyız. İyi ve güzel şeyler üzerinde düşünerek, kendimizi daha iyi hissetmeye çalışmalıyız.
Adem Özbay