Çukurova’nın
düşünen adamı diyor ki
“Ben ki ta çocukluğumdan bu yana hep kendimi
ve hayatı ciddiye alıp iyi ve güzel bir adam olmaya çalıştım. Doğrusu, bu
konuda Rabbime nice bin şükürler olsun ki, kendimle barışık ve kendimden
oldukça memnun biri sayılırım. Yaşamım boyunca hep doğruyu arayıp durdum. Bulduklarımla da yetinmeyip hep kuşku
duygusunu diri ve canlı tuttum. Sayısız
hatalar yaptım ama hatada asla ısrar etme saçmalığını da yaşamadım. Bir başka
deyişle, onun-bunun kınamalarından çekinerek, bu görklü yolculukta arayışlarıma
ket vurmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.
Sizin için
hayatın anlamı nedir?
Öncelikle
şunu söyleyeyim: “Hayat nedir? Türkçesi: Yaşamdır. Yani diriliktir. Ölü ve
diri. Birbirlerinin zıddı. Hani denir ya: “Her şey zıddıyla kaimdir.” Yani
zıddıyla ayakta durur. Bizler, birilerine bir kavramı tanımlayabilmek için, önce
söz konusu sözcüğün zıddını bulup ona göre ölçümleyerek, yani karşılaştırarak
meramımızı ifade etmeye çalışırız. Burada da hayatın zıddı, memattır. Yani
ölülüktür. Ölü oluştur. Demek ki hayat; duyumsamaktır. Farkı fark etmektir.
Görüleceği doğru görüp, dosdoğru ifade etmektir. Yani görüleceği, görülmesi
gerektiği gibi görüp göstermektir.
İnsan dünyaya
neden gelir ve neden yaşar?
Doğrusu,
hiçbirimiz de bu dünyaya isteyerek gelmedik ve de isteyerek gitmeyeceğiz. Bizlere düşen bir tek şey vardır. O da
doğru bilip, doğru yaşamaktır. Yani iyi yaşayıp güzel ölmektir. Demem o ki yaşamın gizi:
Doğruluk+iyilik+ güzelliktir. Bu üç
kelime, yani kavram, bütün bir hayatın açıklamasıdır. Beyinden özürlü olmayan her insan bu konuda hemfikirdir. Ne olursa olsun, “Büyük yargı günü” olmasa
bile, akleden her insan, doğru, iyi ve güzel yaşamak zorundadır. Bu, insan
olmanın zorunlu bir sonucudur. Çünkü bu kavramlar evrenseldir. Evrensel olanda, her yerde, her zaman
ve her kişide değişmeyendir.
İyi insan olmak
ne demektir?
İyiliğin
zıddı, kötülüktür. Kötülük ise, doğal olanı, özgün olanı örselemektir; bozup
dumura uğratmaktır. Bozulan bir şey de özelliğini ve güzelliğini yitirir. İşe
yaramaz. Çevreye zarar verir. Diyelim ki bir canlı öldü, bir süre sonra bozulup
kokmaya, mikrop olup hastalıklara neden olur. Öyleyse, bir tek çare vardır. O
da iyi insan olmaktır. Ne olursa olsun.
Yaşamın gizi: İyi insan olmaktır; iyilikler yapmaktır. Ve hayata da iyimser bakmaktır. Çünkü yine de her kötülüğün ilacı,
iyiliktir. İyilik içre olanlar,
gerçekten ama gerçekten zeki olanlardır.
Aptalca kötülük riskine tenezzül etmeyenlerdir.
Özgür ve özgün
olun diyorsunuz, insanlar bunları nasıl yapabilirler?
Ben
hep şunu bilir, şunu derim: İnsanlar doğru bildiklerinin ve bilincinde
olduklarının toplamıdır. Bu anlamda bir insan ne kadar biliyorsa o kadardır. Yani biri kalkıp “ben bir hiçim”
diyorsa, o bir hiçtir. Evet, hiç! Demek ki doğru bilgi olmadan, ne özgür olunur
ne de özgün olunur. Özgür ve özgün... Bunların ikisi bir şeydir. Tıpkı göz ve ışık gibi... Gözün, ışık olmadan hiç bir anlamı
yoktur. Işığın da göz olmadan bir anlamı
olamaz... İşte özgür ve özgün oluş da
böyle, olmazsa olmaz bir olgudur. Öyleyse,
önce özgür olacağız. Kelimenin tam
anlamıyla özgür olacağız. İlle de
özgür olacağız. Özetin özeti şunu diyorum: Başkalarının iradesine kendi aklını
devreden biri, asla mutlu olamaz.
“İnançlarımız konusunda
sorgulayıcı olmamız gerekir” derken neyi kastediyorsunuz?
Ben
de aynen büyük bilge Sokrates gibi, “Sorgulamayan hayat yaşanmaya değmez.”
diyorum. Öyleyse, önce doğru
bildiklerimizi sorgulayıp düşünmeliyiz. Çünkü bilmediklerimizi nasıl olsa bilip
anlamaya çalışacağız. Demek ki, önce doğru bilgi. İlle de doğru bilgi. Çünkü
doğru bilgi olmadan, doğru düşünce, doğru düşünce olmadan da doğru edim olamaz. Doğru edimler olmadan da doğru bir yaşam
mümkün değil... Şu halde, önce doğru bildiklerimiz, yani bildiğimizi
zannettiklerimizi sorgulamalıyız. Öyle “uydum kalabalıklara, yani geleneklere”
diyerek inanç edinilemez. Kendine saygı duyan her birey, kendi inancını kendi
arayıp bulacaktır. Zira kendine
saygı duyan birine böyle bir kör gidiş yakışmaz.
Hayatta hoş bir seda
bırakmak nasıl olur sizce?
Tabii
ki bunun en kısa yanıtı: Hoş adam olmakla. Çünkü hoş adam olamayanlar, ancak
boş adam olurlar. Boş adamlar da boş
teneke gibidirler. En küçük bir
etkide bile tıngırdayıp tedirgin ederler. Böylelerinden de hiç kimse hoşlanmaz. Hep bir dışlanıp yüz çevrilirler. Öldükleri zaman da, bütün bir canlılar
onun tıngırtılarından kurtulup, bir süre sonra da unutulup giderler. Ama hoş, yani dolu adamlar, durdukları
yerde nasıl duracaklarını bilirler. Öyle
her esen sosyal rüzgarlara kapılıp gitmezler. Eğer ki bir yerden bir yere gideceklerse, kendileri de istediği
için giderler. Onlar ki sadece
yaşarken değil, ölüp gittikten, en çok da ölüp gittikten sonra, özgün
eserleriyle anılıp adları gökkubbe altında “hoş bir seda olarak” yankılanıp durur.
Atalar,
“Emek olmadan sömek olmaz“ demişler. Öyle büyük adam olmak da kolay bir şey
değildir. Bunun için alın terinden çok, akıl teri dökmek gerek. Gün olup, aklı
gere gere kopma vakitlerine gelip gitmektir. Ama sonunda da bu işin keyfini
yani sefasını sürmektir. İnsan bir kez bilinecekleri bilmeye görsün, Öyle olup
bitenler, olumsuzluklar alıp başlarını giderler. İkide bir dil, diz, giz sürçmeleriyle
nevrleri dönmez. Yani onun bunun şamar oğlanı olmazlar.
Okumak nasıl yapılmalıdır
sizce?
Bana
göre iki türlü okuma vardır. Bir
çıplak gözle, bir de metinle okumak. Okumak,
bilindiği gibi, anlamak, algılamak, fark etmek, iletmek, çağrı gibi anlamlara
gelmekte. Ben en çok bütün duyu
organlarıyla okumaktan yanayımdır. Bu
tür okumalar kolay kolay insanı yanıltmaz.
Ne mi demek istiyorum? Şunu: Dağı dağ olarak, ovayı ova olarak, ağacı ağaç
olarak okumalıyız. Bir ağaca çıplak gözle bakıp, onu çekirdeğinden, boy verişinden,
çiçeğinden meyvesine değin okumalıyız. Bir
de psikolojik, sosyolojik, ekonomik, yani her tür bilimsel disiplinlerle
okumalıyız. Bir ağacı mı? Her bir şeyi…
Tabii
ki bir de okuyanların yazdıklarını okumalıyız. Ama sorgulayarak, ama eleştirel
akılla ve tartışarak… Bir de her tür anlayıştan, adamları önyargısız okumaya
çalışmalıyız. Ve de bilimin, bilgeliğin ve sanatın her bir rengini…
Kimleri okursunuz,
sevdiğiniz yazarlar hangileri?
Yerli,
yabancı, antik, çağdaş, hemen her tür yazarı okurum. Edebiyatın bütün türlerini severek okur ve de yazarım. Sevdiğim, keyifle okudum çok yazar
vardır. İlk aklıma gelenlerden ve
çocukluğumdan yola çıkarsam: Dede Korkut,
Nasrettin Hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre,
Şemsi Belli, Ümit Yaşar Oğuzcan, Osman Şahin, Melih Cevdet Anday, Nazım
Hikmet, Aziz Nesin, Tolstoy, Dostoyevski, Steinbeck, Cengiz Aytmatov, Adem
Özbay (son yıllarda en çok okuduğum yazar), Özdemir İnce, Yalçın Küçük, vs.
Okurlarımıza
hayatla ilgili önerileriniz nelerdir?
Uyanık
olunmalı. En büyük varlığımız olan, kendi aklımızı kendimiz kullanmalıyız. İyi bir gözlemci olmalıyız. Öfkelerimizi içlerimizde bastırarak
kendi kendimizi zehirlemeye kalkmamalıyız. Yaşlanmaya dair söylenen sözlerden
etkilenip oyuna gelmemeliyiz. Ebedi gençlik ve sağlık üzerinde yoğunlaşmalıyız. İyi ve güzel şeyler üzerinde
düşünerek, kendimizi daha iyi hissetmeye çalışmalıyız.
Adem Özbay
Kaynak: www.gencgelisim.com