Hiç size birilerinden miras kaldı mı? Eğer kaldıysa bu miras neydi?
Para, arazi? Peki size kalan miras, bir kasa şarap ve bir kütüphane dolusu
kitap olsaydı ne yapardınız? Ve bu mirasın içinde saklı gizemi çözmeye
çalışsaydınız? Bütün bu soruların cevabını Ahmet Karayün imzasıyla raflarda
yerini alan “Gizli Miras” adlı romanda bulacaksınız.
Gizli
miras şaşırtan sonu ile ezberleri bozacak ve aklınızdan hiç çıkmayacak bir
kitap olacak… Kitabın türü Ahmet Karayün’e göre psikolojik gerilim olsa da,
içinde birçok unsuru taşıyor… Kişisel Gelişim kitaplarına meraklıysanız, roman
okumayı seviyorsanız, şiire ilginiz varsa Gizli Miras’ı elinizden
bırakamayacaksınız. Çünkü Mesnevi’den alıntılar, kişisel gelişime yönelik
öğretiler kitabın içine ustalıkla serpiştirilmiş. Kitabın teması intikam odaklı
olsa da, aşk, aile ilişkileri, sorumluluk, sadakat, macera gibi birçok olgu
ustalıkla harmanlanmış.
Hiçbir son
sizi böyle şaşırtmadı!
Gazeteci-Yazar
Ahmet Karayün ile Büyükçekmece’nin tüm güzelliklerine hâkim ofisinde röportaj
için bir araya geldik. Yüzünde sıcacık gülümseme ile karşıladı beni. Sohbet
hemen başladı… Sorular o kadar çok ki! En son sorulması gereken soruyu en başta
sordum elbette… Gizli Miras’ın şaşırtan sonunu.
Eğer
kitabı okuduysanız bana içtenlikle hak vereceksiniz. Henüz kitabı okuma fırsatı
bulamadıysanız da sakın abarttığımı düşünmeyin… Sevgili Ahmet Karayün öyle bir
“SON” kurgulamış ki, ilk sorumun bu olması inanın çok normal. Gülerek yanıtladı
sorumu ve kendisiyle ilgili bir hikaye anlattı; “Son her türlü edebi eserde
okuyucunun en çok dikkat ettiği bölümdür aslında. Bazen bir film seyredersiniz,
film çok hoşunuza gider ama sonu farklı olmalıydı deyip, yeni bir son
kurgularsınız. Her insanda ister istemez okuduğu kitapta veya izlediği filmde
sonlara müdahale etme isteği vardır aslında. Herkes kendi sonunu yazar ya da
oynar. Ben de bu şekilde çok son gördüm hayatımda. Bir son yazarken, ben
okuyucuyu nasıl şaşırtabilirim sorusunu düşündüm elbette. 16 yaşındayken bir
roman yazma girişimim olmuştu. Yazdım ve birisine okuttum. Birkaç sayfa
okuduktan sonra; “Konu güzel, anlatımın güzel, peki romanın sonu böyle mi
bitecek, bu hikâyenin sonu bu mu?” diye sordu. Dondum kaldım, 'Evet böyle
bitecek' dedim. “Türk filmi gibi olmuş, sonu başından belli” dedi bana. Ben o
gün kendime bir söz verdim aslında, bir gün bir kitap yazacağım ve hiç kimse
sonunu tahmin edemeyecek. O yüzden böyle bir son tasarladım.”
Gizem kapakta
başlıyor
Gizli
Miras kitabını elinize aldığınızda üzerindeki tasarımın sizde bir şey
canlandıracağını düşünüyorsanız yanılırsınız… Üzerinde benim kan damlası
dediğim, Ahmet Karayün’ün boya lekesi dediği kırmızı bir desen ve onun üzerinde
de bir saat var… Kitap kapağını da kendisi tasarlamış ve kapakla ilgili şunları
söylüyor; “Kitabın dışındaki kan lekesi, belki de bir boya lekesi… Kapağa bakan
kan olarak algılayabilir ama bana göre belki bir boya lekesidir… Gizem kapakta
başlıyor aslında… Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değilki... Hani denir ya
madalyonun bir de arka yüzü var diye. Bana göre bakılması gereken sadece arkası
değil, bir de yanları var madalyonun!”
Galip
içimizden biri
Gizli
Miras’taki karakterleri ve kurgunun nasıl oluştuğunu sorduğumda isimlerin özel
seçildiğini belirtiyor Ahmet Karayün, “Galip tamamen hayalimdeki bir
karakterdi. Ama tabi ki Galip, bu toplumun izlerini taşıyor, belki benim, belki
sizin karakterinizden yansımalar taşıyor. Galip ütopik dünyada yaratılmadığı
için, kanlı canlı içimizde yaşayan biri aslında… Karakterlerin isimleri de
tesadüf değil. Galip bir mücadeleye giriyor, birden bire hayatının ortasına
düşen bir savaşın içinde buluyor kendini. Bu mücadeleyi kazanacak mı, kayıp mı
edecek? Yani adı gibi mi yaşayacak? Bu soruların cevapları var kitapta.
Karakterlerin de isimleri kendilerini yansıtıyor tamamen. İsimler özel seçildi”
diyor.
Gerçek diyaloglar kullanıldı
Kitaptaki
karakterlerin yanı sıra kullanılan dil de bize çok uzak değil… Kullanılan dilin
de özellikle böyle olmasını tercih ettiğini belirtiyor Ahmet Karayün ve
ekliyor; “Kitaptaki konuşmaların bazı yerleri edebiyata ters düşebilir. Bunu
bilmeme rağmen gerçek diyaloglar olması anlamında birçok yerde sokak jargonunu
kullandım. “Galip nasıl konuşurdu?” diye çok düşündüm… Edebi bir dil
kullanmazdı Galip. Yine bir diğer karakter olan Galip’in kuzeni Tufan’la
aralarındaki diyaloglara kafa yordum. Birbirlerine çok kibar, edebi unsurlar
taşıyan bir dil kullanmayacakları kanaatine vardım. Çünkü ben de kuzenlerimle edebi
bir dille konuşmuyorum. Çocukluğundan bu yana birlikte büyümüş iki arkadaş bile
çoğu zaman birbirlerine “Oğlum” diye hitap ediyor mesela. Galip’le Tufan da
birbirlerine birçok kez böyle hitap ediyorlar.”
“Kendimi
Karadeniz’e benzetiyorum”
“Hep
kitaptan bahsettik, biraz da bize kendinizi anlatır mısınız?” dediğimde gülmeye
başlıyor Ahmet Karayün… “En zor şey olsa gerek insanın kendini anlatması” diyor
ve bir benzetmeyle anlatıyor; “Kendimi Karadeniz’e benzetiyorum aslında. Çoğu
zaman dingin, ama fırtına çıktığı zaman da alıp götüren, küseğen bir yapım var…
Bazen küsüyorum; hayata ve yaşadıklarıma. Ama ertesi gün de bütün dünyayı
yeniden kuracak, fethedecekmiş gibi hissedebiliyorum kendimi. Yazılarımın çıkış
noktası da bu anlar aslında, yani karamsarlığa düştüğüm anlar. Karamsarlaştığım
anlarda yazma dürtüm harekete geçiyor adeta. Birisine öfkelensem, karşımdaki
kişiye hiçbir şey söylemiyor ve yazmaya başlıyorum sonrasında. Yazı benim için
bir anlamda saklanacak bir sığınak, kurtuluş gibi… Yazı yazarak kendimi ifade
ediyorum, hem de bir iz bırakmış oluyorum dünyaya. Yazının hayatımda hep var
olması beni roman yazmaya iten yegâne şey. Yazı hep vardı hayatımda.”
Kendimi karakterlerin yerine koyuyorum
Ahmet
Karayün; kendisini kitaptaki gibi o kadar sade ve yalın bir şekilde anlatıyor
ki, akışı bozmadan kitap yazmaya nasıl başladığını soruyorum; “Gazeteciyim.
Hayatta deneyimleyebileceğim tek şey bu olacaktı. Gazeteci olarak yaşayıp,
gazeteci olarak öleceğim. Bir avukatın, bir doktorun, bir katilin ne yaşadığını,
neler hissettiğini hiç bilemeden öleceğim. Bunu bilmenin tek yolu kitaplarımda
oluşturacağım karakterlerdi. Yazma evresi çetrefilli ve psikolojik bir
labirent. Bu labirentte yolunu bulmak için kendini her karakterin yerine
koyman, incelemen, gözlemlemen gerekiyor. Katil oluyorsun, doktor oluyorsun,
aşık oluyorsun. Gündelik yaşamımda kitabın içindeki karakterleri yanımda
gezdiriyorum. “Gördüğüm ya da yaşadığım bir olayda Galip ne yapardı?” sorusunu
soruyorum kendime. Kitabın sonuna geldiğimde hayatımda köklü bir yer edinen
karakterlerle ısmarlaşıyorum... Çünkü kitap bittiğinde yeni bir kitabın
heyecanı çoktan başlamış oluyor.
Gözlerim toprakla dolana dek okuyacağım
Kitapta
her şey bedava; istediğin mekanları kullanabiliyorsun, istediğin kadar karakter
kullanabiliyorsun, araba patlatabiliyorsun, olay yaratabiliyorsun. Kimse sana
neden yaptın demiyor. Hayal gücünün sınırsızlığı içinde dolaşabiliyorsun. Zaten
mesleğim yazmak üzerine olduğu için bir roman yazma fikri beynimi ele geçirdi.
Yıllar önce bir kitap okumuştum. Aradan belki 8 sene geçmişti. Seyrettiğim bir
film bana çok tanıdık geldi. Yıllar önce okuduğum kitabın beyaz perdeye
uyarlamasıydı. Benim kurduğum mekânlar, canlandırdığım karakterler bambaşkaydı.
Filmde sadece yönetmenin hayal dünyasının yansımaları vardı. Bu nedenle hikâyelerimi
kitaplaştırmaya karar verdim. Filmlerde her şey insanların önüne hazır
koyuluyor ve bir nebze de olsa hayal dünyasını tembelleştiriyor. Kitaplarımdaki
dünyayı okurumun kendi hayal gücüyle yeniden inşa etmesi benim için çok önemli.
Okuma eylemi benim için diğer her şeyden daha önde. Okumazsam ölürüm. Gözlerim
toprakla dolana dek okumaya devam edeceğim. Aciz bedenimin toprakla olan
randevu gününe kadar kitaplardan, sanattan, edebiyattan kopmayacağım. Okumak
benim için günlük bir gıdayı alma zorunluluğu gibi bir hal aldı. Her gün
mutlaka en az yarım saatimi ağaçların en ince zarına kazınmış kelimelerle haşır
neşir olmaya ayırıyorum. İlla ağaç kesilecekse, bunun kitap için olması züğürt
tesellisi oluyor benim için.”
Üç yıl, üç
proje
Üç
yıl önce bir ay gibi kısa bir sürede tamamlanmış Gizli Miras… Ancak bu üç
yıllık sürede kendisinde bir özelliği keşfetmiş Ahmet Karayün; “Mükemmelliyetçilik
Hastalığını…” Kitabın yazımı ve düzeltmeleri
tamamlandığı halde okuyucularla üç yıl sonra buluşmasının sebebinin her
şeyin dört dörtlük ve muazzam olması isteği nedeniyle olduğunu açık
yüreklilikle belirtiyor Ahmet Karayün. En sonunda basılmadan kitabı okuyan
dostları sayesinde, hatasıyla sevabıyla kitabın baskıya verildiğini anlatıyor gülümseyerek…
Üç yıllık bu uzun arada ise iki farklı kitap projesi de hazırlıyor, Çakalkayası
ve Dokuz isimli… Çakalkayası; 12 Eylül 1980 döneminde kardeş gibi büyüyen iki
çocuğun sağ-sol ayrımlarından doğan düşmanlıklarını anlatan, yakın tarihimize
ışık tutan bir roman… Dokuz ile ilgili ser veriyor, sır vermiyor Ahmet Karayün…
Sadece öğrenebildiğimiz; kurgusunun çok farklı, konusunun çok özgün olacağı.
Gazeteci
–Yazar Ahmet Karayün’le sohbetin keyfi muazzam. Bizde şaşırtan bir son olmasa
da röportajımızın sonuna geldik kendisine okurlara bir mesajınız var mı diye
soruyoruz; “Sonlar önemlidir, Gizli Miras’ın sonunda olduğu gibi… Okurlardan
gelecek olan yorumları gerçekten çok merak ediyorum. Umarım büyük bir keyifle
okurlar…” diyor ve ekliyor; Gizli Miras'ı yazdıktan sonra okudum ve kendim de
beğendim. Çünkü kendi beğenmediğim bir hikayeyi başkasının da beğenmesini
bekleyemezdim.”
Röportaj: Devrim Çetin
Fotoğraflar: Umut Acar
Kaynak: www.gencgelisim.com