Kendi Kendilik Üzerine





Hafızamız gün içerisinde bize oyunlar oynar, eskilerden kalma paslanmış anıları kendi istem ve irademizin dışında bilincimize hatırlatır. Bu hatıralar acı, utanç veya haz hislerinin en yoğun yaşandığı anlardan oluşur. Kişi gün içerisinde bu hatıralarından kaçınmak için o hatıranın zıttı duyguları kovalar, kendi anılarını düşman olarak görür ve sürekli bir kaygı durumunda yaşar. Bu nedenle, düşmanı olmayanın düşmanı kendisidir. Benliğin tatmini için bireyler sürekli bir düşman arayışında koşarlar. Farklı dinleri, milliyetleri ve ideolojileri düşman belleyen kişi aslında kendi fikirlerinin düşmanlığı haketmesini meşrulaştırır. Düşmanına iyilik yapan kendisine iyilik yapıyor, düşmanlığı yadsıyor ve şu halde erdemli bir davranışta bulunuyor demektir.

Eşyada birlik vardır. Ona çoğulluk gözlüğüyle bakanın gözü görmeyecek ve son tahlilde, kendisini eşyanın bir parçası sanacaktır. Aksine, kişinin benliği tümlüğün bir toplamı, şeylerin en yüksek mertebesidir. Bu benliğe ruh demek de epey yanlış bir tanımdır. Zira kişi teolojik tanımlarla kendisini tanımlarsa Nietzsche'nin de dediği gibi zayıflardan biri olduğunu kabul etmiş olacaktır. Tabiat da kadın gibidir, güçlüyü sever. Kişinin gücüyse benliğinden doğar ve erk kuracağı yer de yalnızca kişinin kendisidir. Sahip olduğumuz bu içsel gücü, izafi istem ve arzularımızın itişiyle eşyadaki başka yerlere odaklarız fakat en son kertede büyük bir pişmanlıkla sonuçlanır bu durum. Tıpkı en güçlü yaşam istencinin bile ölümle sonuçlanması gibi, kendinden çıkıp kendine dönmeyen güç de, güç değil zayıflık olma konumuna alçalır.

Tabiatta eşyayı alakadar eden şey tasarım, insanı alakadar eden şeyse istemdir. Eşyanın içkinliğinde tasarım aşkın bir rol oynar. Onu kapsar ve kuşatır. Onun kendinde ne olduğunu gizler ve onu algılayan için bir kılıf rolü üstlenir. Bu sebepledir ki, insan algılayan varlık olmak konumundan yükselemediği sürece, hayatın kendisinde genelgeçer bir anlam göremeyecektir. Hayatı, kendi benliğiinde onayan kişinin anlamak imkanı olacaktır. Bunun yoluysa benliğin aslında istemle eşdeğer olduğunu kabullenmek ve istemimizi hiçe saymaktan geçer. Tasarım olan eşya ile benliğimizi hapis tutan istemimiz arasında koşulsuz ve doğrudan bir bağıntı, tüm genelgeçer paradokslardan daha örüntülü bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi kırmak, anlamın olduğunu onaylamak ve şu halde kelimenin en doğru anlamıyla, anlamaktır.

Özümüz yaratma gücüne kadirdir ve tüm eşya içinde buna sahip bir başka ilke daha yoktur. Bu yaratım, kendisi için en uygun zemini felsefede yani incelikli düşünme işinde bulur. Kendisine sorunlar bulmak, felsefenin biricik amacı, hayatı anlamak uğruna yapılan fedakarlıktır. Zira felsefe yapan kişi, olmak konumundan çıkar ve kendisine dışarıdan bakma fırsatına erişir. Bu aşkın metafiziksel eylem, öncelikle kişinin kendine yabancılaşmasını gerektirir. Döngünün monotonluğu ve boyunduruğu bizi bu eylemden oldukça ayrı bıraktırır. Gece battığında günün doğacağından kuşku duyan kimse, artık anlamak yolundaki ilk adımlarını atıyor demektir.

- Endülüs.