Kendini Yenmek




 "Kendimi yendim."           
   -Zerdüşt




Yaşama istenci bizi ileriye doğru iten, sürekli yolda olmamızı sağlayan, tüm canlılar için değişmez ilk prensip ve ön koşuldur. Canlı olmanın doğasında bu istem vardır. Ürerken ve beslenirken tüm canlılar kendi iradeleri dışında bağımsız bir zorlayıcı güç üzere hareket ederler. Aşkın bir gözle bakıldığında, bu doğrusal çizginin neye yaradığına dair bir anlamsızlık fark etmek gayet kolay olacaktır. Yaratıcının yaratım sahası olmak gerçekten de bu tasarımın nihai nedeni midir? Yoksa tatminsizliğin ve acının hüküm sürdüğü, gözyaşının dinmediği, bencil ruhların sürekli çürümekte olan et parçaları içinde acı çekerek kıvrandığı bu dünya dediğimiz tasarım, algısızlığın ve duyusuzluğun bir devinim biçimi değil midir?

İnsanın öncelikle şunu kendisine sorması gerekecektir: Ne amaçla yüzdüğümü dahi bilmediğim bu gür yaşam nehrinde, sonunda bir şelale olduğunu bile bile neden her şey normalmiş gibi davranıyorum? Bu sorunun ardından, Sartre'ın felsefesine yaklaşacak, bizi çevreleyen bütünün aslında ne kadar da kesik kesik ve uyumsuz olduğunu fark edeceğiz. Her bir nefes alışımızda ciğerlerimizin şiştiğini, oksijenin kanımıza karıştığını ve kandaki oksijen sayesinde bedenimizin fonksiyonel olmaya devam ettiğini göreceğiz.

Bizi çevreleyen tüm bu olağanüstü ve kan dondurucu süreçleri göz ardı etmek için daimi bir bilinçsizlik ve uyuşukluk içerisinde hayatımıza devam ederiz. Yaşama istencinin doruk noktasına çıktığı anlar tamamıyla fizyolojik bir etkiden doğar. Tüketir, sömürür ve kullanırız. Bunu neden yaptığımızı da bilmeyiz işin üzücü kısmı. Yemek yerken zevk alırız fakat kilolarımıza bakınca pişman oluruz. Ürerken zevk alırız fakat çocuğumuza iyi bir gelecek kuramayınca pişman oluruz. Liderimizi desteklerken de mutluyuzdur ama işin sonunda ona sövenler de gene bizler oluruz. Hayattaki seçimlerin çok büyük bir kısmı sonunda pişmanlık getirir. Pişmanlık getirmeyen seçimlerse bize zaten en başında hiç mutluluk vermeyenlerdir. Demek ki, üzüntü ve keder, daha doğrusu pişmanlık, şu hayat maceramızda peşimizi asla bırakmayacaktır. Her zaman daha iyi seçeneklerin olduğunu bilecek ve asla onlara ulaşamayacağız.

Fakat bu zihin hapishanesinden bir kurtuluş yolu da vardır. Aslında iki tanedir kurtuluş çaremiz. İlki Camus'nün deyimiyle felsefenin nihai sorusu yani intihardır. Bu seçenek, umutsuzluğun tek umut olduğu anlarda zihnin en derin mahzenlerinden selam eder bize. Onu sürekli baskılar ve yadsırız fakat ona her daim ulaşabilme seçeneğinin olduğunu bilmek de bize nahoş bir mutluluk verir. Pascal'ın da dediği gibi, kendisini asmaya yeltenen adam bile son bir mutluluğun peşindedir.

İkinci seçenek ise günümüz insanı için belki ilkinden de zordur zira ölmek bir kurtuluş iken yaşarken ölmek ve nihayetinde yeniden dirilmek onun hiç aklına bile gelmemiştir. İşte budur ikinci seçenek, kendini yani yaşama istencini öldürmek, ama öyle acısız bir ölüm şekliyle de değil, zor olanların en zorundan yola çıkarak, Zerdüşt'ün de buyurduğu gibi, kibrinden sıyrılmak için erdemlerinden vazgeçerek. Yeraltından yerüstüne çıkan adamın gördüğü ilk ışık nasıl yakıyorsa gözlerini ve bilmiyorsa nasıldır yerüstü, işte böyle afallayarak. Derinin örttüğü eklemlerin gıcırtılarını duyarak ve hakikati söylediğini iddia edenin ses tellerini görerek.

Her ağaç yükselmek için yerin altına daha çok kök salmak zorundadır. İnsan da böyledir. Kendi erdeminden bahsettikçe alçaldığını bilmez ve sonunda göklerde olduğunu sandığı tam o anda, aslında toprağa ne kadar ihtiyacı olduğunu. Erdemlerinden sıyrılan adamın meşakkati de bu nedenle paha biçilmezdir. Zira Zerdüşt'ün de dediği gibi, "ben ne değilsem işte odur benim için tanrı ve erdem."
İnsan ne kadar arzularsa arzulasın iyi olamaz hatta iyinin ne olduğunun da bilincinde olamaz. Zira iyi olmak için önce kendi derinin dışına çıkmak ve hakikatin kendisiyle bir olmak gerekecektir. Zihin bu nedenle iyinin varlığından yalnızca haberdar olabilir zira o az da olsa kabuksuz bir varlıktır. Kaynağı belirsiz bir yerlerden öğrendiği şeyler onu bu dünyadan ayrıştırır. Aksine kötülük, her insanın en yakından tanıdığı ve tanımaktan zevk aldığı yegane şeydir. Sözde iyilik dediğimiz eylem için bu dünyada kötülüğe ihtiyaç vardır zira iyilik demek kötülüğün kısa bir süreliğine yok olduğu durum demektir lakin aradan çok geçmeden kötülük yerini alacaktır.

Kendini yenmek için Zerdüşt'ün bir tavsiyesi vardır; Kirli bir nehri içine alıp da kirlenmemek için zaten bir deniz olmak gerekir. Hayatı ve kendini aşmak yani nehirken deniz olmak bize kirlenmemeyi garanti eder. Yaşama sevinci dediğimiz zehirli okun panzehiri ise aslında kolay bir tariftir. Uyumak için uyanık kalmak. Tıpkı her gün Olympos dağına bir kaya çıkaran Sisifos gibi, bizler de o kayanın sadece düşüşünü izlemekten mutlu olmak için yaşamalıyız. Aksi halde, kaygı ve çürümüşlük ruhumuza sinecek ve bizi de o çok güzel erdemli ve doğru insanlardan yapacaktır.


- Endülüs