Kendinde oluş ve insan algısı veya varlık ve oluş




"Şeyler benim sayemde vardır," diyen birisi algılamak üzere ilk adımlarını atıyor, insan yığınlarının donuk perspektifinden kendi zihnini kurtarıyor demektir. Şu gerçek olmaya yakın bir şeydir ki, bir şeyin özünde olan şey insanın o özü ne kadar görebildiğiyle ilişkilidir. Bunun nedeni, oluşun akıl tarafından sürekli tasarımlanmasıdır. Oluş dediğimizde elbette eşyanın kendi özünde olan şeyi kastetmiyor, onun bizim algılarımıza olan izdüşümünü kastediyoruz. Bir nehrin "akmakta" olması gibi, aslında akan şey nehir değil bizim sürekli görmekte olduğumuz ve zaman ve mekan aracılığıyla algıladığımız hareketi yani oluşudur. Varlık ise zamanın ve mekanın sınırlamasıyla tanımlanmayacaktır. Ona bir "şey" demek de doğru olmayacaktır. O, şeylerin bütünü ve toplamıdır.

Varlığı oluş aşamalarıyla anlayan insan algısı, işte tam olarak burada içinden çıkmayacağı bir çukura düşmektedir. Tıpkı kumun "var olan" bir şey olması ama kum dediğimizde hiçbirimizin zihninde "var olan" tüm kumların bir yansımasının belirmemesi gibi, varlığı kesik kesik parçalar halinde algılayan insan zihni de ancak oluşun temasıyla kendi özünü açığa vurabilir. Oluşun varlıktan oluş olmaya dönüşebilmesi için gereken töz, insanın algılayan olmasında yatar. Varlık, insana sunuluş biçiminde bir tasarım olduğundan dolayı, onun ulaşmak istediği ilk mertebe algılanan olmaktır. Bu nedenle denebilir ki, us ile tabiat arasında dolaysız bir bağlantı veya ilişki bulunmaktadır.

Varlık, ancak zamanın ve mekanın ona sunduğu düzlemde kendisini hareket yani oluş olarak insan algısına tanıtabilir. Bunun aksindeki tüm varlık iddiaları geçersizdir. Zira algının yani insanın mevcut olmadığı yerde zaten herhangi bir şeyin ne biçimi ne de özü konusunda bir ayrım ve tartışma olmayacaktır. Dolayısıyla insan, eşyayı, yani çevresini, yani tabiatı tasarımlar. Bunu yaparken kullandığı tek ilke ise ide'lerdir. İde dediğimizde şunu kastediyoruz: Bir şeyin sadece kendi kendinde, yani diğer tüm şeylerden soyutlandığında edindiği ve üstlendiği anlam, cevher. Kelimeler ide'ler hakkında örtülü bir tanım ve açıklama iddiasında bulunsalar da, onların asıl oyun alanı ve yerleşim yeri düşüncelerdir. Düşüncenin edinimi 4 prensiple açıklanabilir, bunlar sırasıyla; hayret, kabullenme, sahiplenme ve anlamadır. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin gözlerini ilk açtığında dünyaya hayretle bakması, sonra şeylerin oluşunu kabullenerek onları kendi arzusu doğrusunda kullanması, sonra bazı şeyleri bazı şeylerden üstün tutması yani arzusunun en yüksek tezahürü olarak sahiplenmesi ve en sonunda da onları kendi anlam dünyasına taşıması gibi, insan, düşünce dünyasında bu dört aşamadan geçerek eşyayı kendi algısında oluşa vurur. Anlanmış her şey artık insanın ürünüdür. Tabiatı insanın ürünü yapmayan şey de tam olarak budur, zira tabiat anlaşılamaz olmakla zaten tanrının ürünü olduğunu ispatlar. Şu halde, insan son kertede yalnızca anlayabileceğini anlar, lakin hiçbir şeyi anlayamaz zira hiçbir şey onun ürünü değildir. Varlığın sadece oluşa vurulduğu zaman anlaşılır olması da burada anlam bulur zira akıl bir şeyi anlamak bakımından oluşa vurmaya muhtaçtır. Şu halde ve son tahlilde, varlık anlaşılamaz olan, oluş ise anlaşılabilir olandır.

İnsan zihni aradan çıkartıldığı vakit geriye sadece tanrı yani varlık kalır. Oluş, tanrının insana kendini tanıtma biçimi, ve şu halde aklın kendisidir. Tanrı derken ben bu kelimeyi ilk kez duyuyormuşçasına kullanıyorum zira tanrı kelimesi uğruna atfedilen tüm tanım ve ifadelerin insan sözü olduğunuzu bilmenizi isterim. Onu sadece kendi oluşunuzda anlamlandırabilirsiniz. Hiçbir kelime bir insanla başka bir insan için aynı anlamı ifade etmez. Zira öyle olsaydı, ben sizin gözlerinizden görebilir ve sizin teninizden hissedebilirdim. Lakin canım acıdı dediğinizde benim tek referans noktam kendi canımın acıdığı bir andır ve şu halde her insan yaşadıkları bakımından aynı derecede kör, sağır ve dilsizdir. Ben sizin gözünüz için kör, sizin kulağınız için sağır ve sizin diliniz için dilsizim zira hiçbir zaman bir şeyi sizin gözünüzden görmedim, sizin kulağınızdan duymadım ve sizin dilinizden tatmadım. İşte tam olarak burada, varlık konusunda hiç kimsenin bir fikri olamayacağını belirtiyorum. Zira varlık her insana oluş bakımından farklı ve özgün gözükerek aslında hiçbir insan için kendisini göstermemektedir. Şu halde, son söz olarak denilebilir ki: Her şey senin için kendini özel olarak açığa vurur ve son tahlilde, senin gerçekliğin senin tasarımladığın kadardır.