Farkındalığın ve Potansiyelin Esareti



Dünya sahnesi geçmişten günümüze pek çok hikâyeye gebe olmuştur. Belki ileride milyonlarca insanın hayatını kurtaracak bir aşı üretecek olan bebekler tedavisiz hastalıklardan dolayı ölmüşler, belki de bir toplumun kaderini değiştirecek bir savaşa, tutulan güneş yazgı çizmiştir. Her şeyin olduğu gibi bireylerin de potansiyeli vardır. Evrenin kozmolojik yapısı bunu açıkça ortaya koyar. Örneğin bir yayın kirişine sürülen ve gerilerek bırakılan bir okun sahip olduğu bir potansiyel enerji vardır. Kinetik enerjinin açığa çıkabilmesi için yay gibi kısmen de olsa karmaşık ve aşkın bir akıl gerektiren (eşyanın kendisi düzeyinden) bir sistematiklik ihtiyacı doğar. 
Eğitim dediğimiz olgu da burada devreye girer. İnsan doğası gelişmeye ve ileriye doğru adım atmaya tabiidir. Zaman bunun en bariz örneğidir. Her şey bir şekilde de olsa ardında bir eski bırakır ve sürekli olarak gözlerini ufuk çizgisine diker.  
İnsanın kendisinin farkına varması epey güç bir meziyet olmakla beraber onu özgürleştirecek yegâne şeydir. Tapınmak ve yakarmak, insanı, sahip olduğu harekete geçme beceri ve kudretinden alıkoyar. İnsan yalnızca harekete geçerek ayağına vurulmuş pranganın farkına varabilir. En temel farkındalık budur. 
Ufuk çizgisinden taşarak gününü aydınlatan güneşe güler gözlerle bakan bir mağara adamı hayal edin. Onun mağarasında öylece oturması ve hiçbir şey yapmaması akla gelecek son şey olacaktır. Hayat, sürekli bir gelişim ve farkındalık mecburiyeti üstüne evrimleşmiştir. Bizi mutlu kılan kimyasal reaksiyonlar da bizi özgürleştiren ve hayatı daha iyi anlamamıza olanak tanıyan gelişim süreçlerinden geçersek salgılanır. 
Bahsettiğimiz mağara adamının karnı muhtemelen açtır ve avlanması gerekir. Biz modern insanlar, gelip geçici arzular ile bizi bilgeliğe zımbalayacak arzularımız arasında bir seçim yapmak zorundayız. Eğer güzel bir rahatlama molası için nadide bir çiçeğin üzerine mesanemizi boşaltırsak, bizi insan yapan estetik kaygımız ve bizde vuku bularak varoluşumuzu anlamlandıran sanat hasretimizi baltalamış oluruz. 
Modern insan, başarı kelimesiyle lanetlenmiştir. Farkındalık ve potansiyel, aslında bu sözcüğü işaret eden tabelalardır. Fakat günümüz dünyasında başarı demek para ve statü demektir. İnsan bu ikisine de evrimsel olarak muhtaçtır. Paraya muhtaçtır çünkü onunla karnını doyurabilir. Statüye muhtaçtır çünkü insan sosyal bir canlıdır.  
İnsanlık cemiyetleri birbirlerinden binlerce kilometre uzaktayken bile hep aynı sosyal araç ve gereçleri icat etmiş ve bunlar üzerine toplumsal varlığını güvence altına almıştır. Bunların ilk başında inanç duygusu gelir; onun sayesinde bir toplum esir de olabilir, özgür de. Fakat belirtmek gerekir ki, kendi inançlarını unutan cemiyetler esaret altında yaşamaya mecburdur. Küresel dediğimiz dinlerin lokal olarak doğdukları yere olan emperyalist faydaları da asla inkâr edilmemelidir. 
İnsanlık bir daha asla kopamayacak bağlarla birbirine bağlandığından beri, hem siyasal ve buna dolaysız olarak bağlı olan dini otoritenin merkezileşmesine muhtaçtı. Tarihçiler, Roma gibi bir vilayet devletinin tüm Akdeniz kıyılarını esaret altına almasına hala bariz bir şaşkınlık içinde yaklaşıyorlar. Onların en büyük ve etkili özelliği şüphesiz ki İmparatorlarını secde edilecek bir tanrı olarak göstermeleriydi. İnancın boyunduruk altına alınması bir toplumun en önemli unsuru olan motivasyonunu kırdığı gibi onu maddiyatın ötesinde bir teslimiyete mahkûm eder. 
Bu nedenledir ki, toplumunu değiştirmek isteyen liderlerin ilk önceliği toplumunun ruhani duygularını kontrol altına almak, onları dışarıdan gelen dinsel baskı ve zorunluluklardan kurtarmak olmuştur. İnsanların sadece bu dünyada değil, aynı zamanda öteki dünyada da çıkarlarını temsil eden yayılmacı dinler, toplumlar üzerinde bir farkındalık çöküşüne, teslimiyete ve buna bağlı olarak toplumun özgürlüğünün esaret altına alınmasına neden olurlar. Şehitlik duygusu empoze eden dinler, dinin yayılması için malını ve canını ortaya koyan fedailer için vardır ve eğer işgale uğrayan cemiyetler kendi dini benliklerini pasif bir yaklaşımla ifa etmişlerse esir olmalarından başka geriye pek bir seçenek kalmayacaktır.