FETİH 1453 FİLMİNİN PARLAYAN YILDIZI : DEVRİM EVİN


Yapım ve yönetmenliğini Faruk Aksoy'un üstlendiği, 16 Şubat 2012'de vizyona giren Fetih 1453 filminde Fatih Sultan Mehmet karakterini canlandırarak dikkatleri üstüne çeken genç ve başarılı oyuncu Devrim Evin ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağız.

Oyunculuğa başlamaya nasıl karar verdiniz?
Lise dönemimde N. H. Kleinbaum’un ''Ölü Ozanlar Derneği'' adlı romanının tiyatroya uyarlanmasını ve sahnelenmesini sağlayan Semih ve Sadi hocalarımın, beni de ekibe dahil etmesiyle oyunculuk hayatına girmiş oldum. Lise dönemimde başlayan bu süreç, aralıksız devam etti ve mezun olur olmaz konservatuar sınavlarına girdim. İlk sene kazanamayınca, K.T.Ü.’de Mühendislik Fakültesini işaretleyerek orada bir sene okudum. O bir senenin sonunda, Türkiye’nin en iyi konservatuarı olan Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Oyunculuk bölümünde hocaların hocası, Cüneyt Gökçer’in talebesi olmayı başardım.

Fetih 1453 filmiyle birlikte büyük bir üne kavuştunuz. Bu ün, günlük hayatınızda ilginç  olaylarla karşılaşmanıza neden oldu mu?
Ülkemizde 6,5 milyon gibi bir izleyici kitlesine ulaşmasının yanı sıra, yaklaşık 22 ülkede vizyona girerek dünyadaki bir çok insana ulaşan ciddi bir film projesinde yer  aldım. Tabiatıyla, insanların, böyle dev bir projede başrol oynamış birine olan bakış açıları çok farklı olabiliyor. Sanırım oldukça zengin olduğumu düşünüyorlar. Oysa ki bizler, henüz telif yasasında bile hakkını alamayan oyuncuların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Arabamı ustaya bakıma götürdüğümde: “Yahu sultanım, değiştir artık şu külüstürü!”diyor bazen… Ben ise şakayla karışık: “Usta, ben klasik otomobilleri sevenlerdenim, arabam bugüne bugün 21 yaşında; artık klasikleşti.” diyorum. Sonra ikimiz de gülüyoruz.

Filmi izleyen birisi olarak soruyorum. Gemilerin kızakla Haliç’e indirildiği sahne, bazı tarihçiler tarafından yetersiz olduğu yönünde eleştiri aldı. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de aynı kanaatteyim. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Haklılar... Sultan Mehmed’in muhteşem zekâsında bu olay nasıl cereyan etti, şekillendi, tasarlandı ve gerçekleşti? Tüm bu hususların senaryoda en iyi bir şekilde belirtilmesi ve bunların sinema dilinin üstün vasıflarıyla anlatılabilmesi gerekiyordu. Ama takdir edersiniz ki biz oyuncular, sadece yazılana uyarız, bazen küçük müdahaleler dışında asla müdahaleci olamayız. Senarist ve yönetmenin yaptığına karışamayız. Dolayısıyla bu sorumluluk ve eleştiri onlara aittir.

Sanat hayatınızda karşılaştığınız bir zorluk yüzünden, “ben bu işe göre değilim” dediğiniz oldu mu?
  Ülkemizde yanlış tercihler veya yönlendirmelerle hiç istemediği ya da asla yapısına uygun olmayan meslekleri seçen veya seçmek zorunda kalan ve mutsuz olan bir çok gençle karşı karşıyayız. Ancak özel yetenek sınavı ile girilen bir okulda yanlış tercih söz konusu değildir. Konservatuar sınavlarına girmeye kendim karar verdim. Yani bu hususta yanlış bir tercih veya yönlendirme olmadı.Yaşım çok gençken, bana biçilen ömür içerisinde sadece sanat ile ''varlık'' sorunuma çözüm bulabileceğimi ve hem kendimei hem de yaşadığım çevreye artı bir değer katabileceğimi keşfettim. Dolayısıyla sanat hayatımda karşılaştığım olumsuzluklar, bana zorluk olarak gelmedi. Tam aksine, her an heyecan dolu ve yeniyi keşfetmeye çıkan bir maceracı kaşif gibi kendimi hissettim ve her defasında da şükrettim, şanslı olanlardan olduğum için.

Oyunculuk hayatınızda en mutlu olduğunuz bir an var mıdır?
Lisede amatör olarak başladığım “Ölü Ozanlar Derneği” oyununun tüm hazırlık süreci 6 ay kadar sürmüştü. Tozu yeni yuttuğum zamanlar... Asla unutamadığım bir anım var: Konservatuarı kazandığımı öğrendiğim o ilk an… Cüneyt Hoca’m, Neslihan Hoca’m ve diğer tüm hocalarım ve arkadaşlarımla yaptığım çalışmalar…  Ancak 2007 yılında yurtdışında İtalya ile başlayıp sonrasında Danimarka, Polonya, Portekiz gibi ülkelerde devam eden ve yine ustam dediğim Eugenio Barba ile yaptığım çalışmalar ve oyunlar, beni hep sonrasına gelişerek iten bu yenilikçi sürecim, galiba en mutlu olduğum anlar oldu.Ve tabii ki 2009 yılında Devlet Tiyatroları’nda Petru Vutcarau ile çalışma fırsatını yakaladığım A.Çehov’un “6.Koğuş” öyküsündeki Gromov rolü beni biraz daha fazla mutlu kılmıştır. Sinemada ise tabii ki ilk olması da etken ama Sultan Mehmed’e can vermiş olmamdır.

Biraz oyunculuk konusundan uzaklaşıp, çocukluğunuz hakkında bilgi edinmek istiyorum. Nasıl bir çocuktunuz ve çocukken başınıza dikkatsizliğiniz yüzünden gelen talihsiz bir olay oldu mu?
Hiperaktif, yerinde duramayan, sürekli keşfetmeye çalışan, meraklı, heyecanlı bir çocuktum. Adıyaman, Gölbaşı'nda at arabalarının altında gezen, kavak soyanları merakla gözlemleyen ve onlarla kavak soyan , Hamzalar Köyü’nde ceviz ağacına tırmanan, Van’da Red Kit uçurtmasıyla gökyüzünü seyre dalan, Trabzon'da, biriktirdiği harçlığıyla aldığı kibrit çöpleriyle maket gemi yapan bir çocuktum. Bugün bakıyorum da, içi hüzünlü ama bunu asla dışarıya vurmayan, enerjisini ve dışa dönüklüğünü de hep iç hüznünü kapatmak için kullanan bir çocuktum. Kızıldığında başım hep yere eğik  olurdu ve gözlerim yere bakardı, hatırlıyorum. Babam bir kez dedi ki: “Oğlum, hiç bir zaman yere bakma, başın hep dik olsun, gözlerin ileriye baksın…”. Bunları bugün şu an hatırlıyor olmak, kendi gerçeğinle yüzleşmek kadar güzel başka duygu yoktur herhalde…
Başıma dikkatsizliğimle değil de hiperaktifliğim yüzünden birçok olay geldi. Isırgan dolu otlakların içine girip, ısırgan yanıklarıyla saatlerce bağırmaktan, acı çekmekten tutun, Hıdrellez ateşinden atlarken düşmeye, futbol oynarken kolumu kırmaktan, değirmene bağlı at arabalarının bağını çözerken atın altında kalmaya ve babaannemin ocakta kaynattığı kaynar demlikteki ıhlamurun ne olduğunu merak edip üzerime döküp yanmaya kadar… Bugün ufak tefek  hepsinin izi var bedenimde…


Son olarak, Genç Öğrenci Dergisi okuyucularına söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bu röportaj sayesinde haberim oldu derginizden. Bence yayılmalısınız. İnsanların sizden daha da çok haberi olmalı. Bugün madem bilgi çağındayız, internet var hazırda, bunu sosyal medya aracı haline dönüştürüp bilgilerinizi özgürce paylaşabilmelisiniz. Okuyuculara mesajım, tiyatroya gitsinler, bolca oyun izlesinler... Televizyonlarda göremedikleri gerçek şaheserlerle, sanat eserleriyle tanışsınlar ve kaliteli olanın farkına varmak için çokça okusunlar. Her birinizi tek tek sevgiyle kucaklıyorum.

 Söyleşi: Cansu Başak Civelek
Kaynak: www.gencgelisim.com