Bir haber
bültenini başından sonuna kadar seyretmeyeli yıllar oluyor. Hepimizin çocukluk
zamanları babalarının ellerindeki kumandayla o haberden bu habere zıpladıkları
televizyonlu günlerden geçtiği için benim de haberlerden nefret etmek için
bayağı bir bahanem zaten var.
Üstüne üstlük
uzun seyahatler ve iş koşuşturmaları da araya girince iyiden iyiye haberleri
unutmuştum. Zaten şöyle bir sosyal medyadan takip etmem de yetiyordu. Ta ki dün
gece haber şeytanının beni dürtmesi ile güzide bir televizyon kanalımızın gece
verdiği haberleri baştan sonra seyrettim.
Özetle yaklaşık
40 dakika boyunca seyrettiklerim şunlardı:
-
- Ölüm
oruçları için destek verme amaçlı toplantılar düzenlemek isteyenler ile
polisler arasında çıkan ve en namlı savaş görüntülerini aratmayan arbedeler.
-
- Yine
bir siyasetçinin bu kargaşada damda mahsur kaldığı için karga tulumba damdan
sarkıtılarak indirilmesi.
-
- Üzücü
bir kazada 17 askerin ölümü ile ilgili görüntüler; durmadan uçan helikopterler,
dağlarda çatışan askerler ve kendilerini gerillla diye adlandıranlar.
-
- İktidar
partisinin il başkanlığının önüne siyah çelen bırakmak istedikleri için
etraftakiler tarafından tartaklanan ve güç bela polisler tarafından kurtarılan
bir grup eylemci.
-
- Başbakana
‘Canın cehendeme’ diyen muhalefet milletvekiline ‘Senin de canın cehendeme’
dediği için sokak ortasında silme tokat dövülen bir gencin hikayesi.
-
- Bir
kaç trafik kazasınından geriye kalan parçalanmış arabalar ve üzeri gazete
örtülü ölü bedenler.
-
- Ölen
askerler için düzenlenen cenaze törenlerinde kendilerini yerlere atan analar,
nişanlılar ve eşlerin insanı perişan eden dramları, ağıtları...
Yanlış
anlaşılmasın bu anlattığım haberler şu an tüm şiddetiyle bir iç savaş yaşayan,
bombaların, kurşunların haddinin hesabının bilinmediği komşumuz Suriye’den
değil. Bizim memleketimizden haberler. Özbe öz memleketimizden.
Hani şu üç tarafı
denizlerle çevrili, cennet yeşillikleriyle ünlü, dört mevsimi de yaşayan güzel
ülkemiz.
Hani kendi
kendine yetebilecek tarım kaynaklarına, yer altı ve yer üstü zenginliklere
sahip bizim ülkemiz.
Hani her karış
toprağına özgürlük için analarımızın, babalarımızın, dedelerimizin kanını
akıttığı bu yaşanılası ülkemiz.
Hani genç
nüfusuyla Avrupayı titreten, dinamik yapısıyla dünyanın dikkatini çeken,
rengarenk kültürel mozağiyle herkesi kendisine hayran bırakan ülkemiz.
Saya saya
bitiremeyeceğim bu güzelliklerin hiç biri haber bülteninde yoktu. Tebessüm
edebileceğimiz, gülümseyebileceğimiz, içimize huzur serpecek bir saniyelik
haber ya da görüntü geçmedi hiç.
Ve ben yıllar
önce babamın elinde kumandasıyla bizi seyretmeye mecbur bıraktığı görüntüleri
tekrar tekrar, içimi acıta acıta yaşadım.
Şimdi gökdelenlerin
etrafı sardığı bir ülke olsak da, duble yollarıyla, Toki konutlarıyla, devasa
barajları, santralleri ile enerji şovu yapsak da içimizde ki ‘geri kalmışlık’
gidemeyen cehaletimizle birlikte üstümüze baki bir şekilde yapışmıştı.
Sanki dün
ölümünün yeni bir seney-i devriyesinde andığımız Mustafa Kemal bize ‘İlk
hedefiniz geri kalmaktır, kargaşadır, anlaşamamadır, kavgadır, dövüştür.’ demiş
gibi böyle yaşamakta ısrar ediyoruz.
Koca koca
devletleri birlik olarak, dayanışarak, savaşarak ülke topraklarında kovmayı
becermiş bir neslin çocukları olarak meselerimizi konuşarak, anlaşarak çözmeyi
nedense bir türlü beceremiyoruz.
Kardeşliği,
dayanışmayı, anlaşmayı, merhameti, sevgiyi öncelleyen bir dinin temsilcileri
olarak sadece takvim yapraklarının (ön yüzüne bile değil) ta arka sayfasına
hapsettiğimiz bu güzellikleri, yaşamamak için anlamamak için azmimizden hiç bir
şey kaybetmiyoruz.
‘Komşusu açken
tok yatan bizden değildir’i söyleyen peygamber sanki komşu olarak bize
yıldızları söylemiş gibi, coğrafyamızdaki insanların açlığı, sefilliği,
vatansızlığı, acısı ile ilgilenmiyoruz.
Ben, bizi
böylesine zihinsel fukaralıkla yaşamak zorunda bırakanlara,
Umudumuzu,
heyecanımızı, hedeflerimizi köreltenlere,
Sorunları çözün
diye oy verdiğimiz ama sorunlara benzin döküp ateşleyenlere,
Memleketimizin
gençlerini ufuksuz, heyecansız bırakmak için elinden geleni yapanlara,
Hakkımı helal etmiyorum!
Her ay dişimi
tırnağıma takarak çalıştığım ve alınterimle hak ettiğim maaşımdan kesilen
vergilerin bir kuruşunu dahi helal etmiyorum.
Biliyorum ki, keser
döner sap döner gün gelir hesap döner.
O ağalar,
paşalar; aklımızı, zihnimizi, kalbimizi sömürenler, açgözlüler bu döneri meclis
lokantasında 50 kuruşa satılan bol yağlı döner sanabilirler.
Yanılıyorlar!
O döner, Allah’ın
hesap gününde karşılarına konulacak defterin karşılarında döne döne hesap
verecekleri zaman boğazlarına dizilecek ateşten ızdırabın dönerleri olacak.
Afiyet olsun
beyler, şimdiden afiyet olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder