Aşılması Gereken En Kısa Uçurum Üzerine




"Yalnızlığına kaç," demişti bir zamanlar bilge, "bak, ne güzel de hissediyorsun iyi, gözler olmayınca seyreden seni. Sahiden, ne diye gerek duyar ki insan insana? Her bir adımda ve her bir koklaşıyta, kandırmanın yeni yollarını öğrenmez mi insan? Cimriliği, aşağıya bakarken yukarıyı hayal etmeyi ve en kötüsü, çok konuşmayı, yalnızlar hiç bilmezler. Onların gölgelerinde sever en çok karıncalar dinlenmeyi. İşte, budur en bilge olanın kendini görüşü. Böyle diyorum ben, konuşmayı unuttuğun anda dinlemeye başlarsın kendini. Bu yüzdendir gözlerin uykuyu sevişi ve özleyişi. Karanlığı dostu olanın var mı ki korkacak bir şeyi?"

O bilge, çok şaşırtmıştı bir zamanlar. "Kalabalıkların arasında, en çok da, konuşacak bir şeyi olmayanları gördüm," demişti tereddütlü nefesinde, "buzağısını kaybeden inek gibi bağıran iki ayaklı hayvanlar gördüm kalabalıklarda. Sahiden, kalabalığı seven kişi kadar var mıdır kendine düşman? Var mıdır kalabalıklar kadar yoran gözleri ve tırmalayan kulakları? Bu nedenle, şaşırmam ben koyuğunda uyuklayan yılana. Onun hiçbir yılanı özlediği görmedim, halbuki epey konuşurum onunla."

Aşılması gereken en kısa uçurum geldiğinde, o bilge yumdu gözlerini. "Ne diye tereddütte hissediyorum ki kendimi? Ben değil miydim bir zamanlar 'en derin mutluluk kuyusu ciddiyetle doludur,' diyen? Ben değil miydim yine, 'beklemek özlemektir' diyen? E ne diye kaygılanıyorum ki şu an ve korkuyorum uçurumdan? Sanırım buldum cevabımı," diye konuşmasına devam etti bilge, kuşlar ve böcekler, bitkiler ve ağaçlar onu sıkı bir dinlemeyle dinliyorlardı, "evet, sanırım buldum cevabımı. Uçurumdan korkuşum, dibinde neyin yattığını bilmeyişimdendir. Ne ki, uçurumun dibine indiğimde çıkamam artık yukarıya. Demek ki, öğrettiğim kadarıyla kendi kendime, şudur çıkardığım anlam: Her uçurum, ona bakan gözleri taşır dibinde. Ona bakan ama ona gerçek ve duru, açık ve arı bir bakışla bakan için, uçurum ince bir tebessüm koyar yüzüne."
"En büyük uçurum senin yüreğindedir o bilge," dedi uçurum, "şu halde, ne diye benim gibi bir uçurumla cebelleşiyorsun? Ne diye çatıyorsun kaşlarını ve soluyorsun burnundan? Bak sana cevabını vermede hiç de geç kalmadım. İşte budur cevabım sana: İçindeki uçurumun karşısında benim derinliğim ancak bir çukur gibidir. O uçurumu aşmayı ve bunu yaparken de tüm köprüleri lanetlemeyi öğretiyorum sana. Bunun yapmak için doğdun sen ve o uçurumu aşman için büyüteceksin kanatlarını. Ve büyüttüğünde kanatlarını bulacaksın tekrar seni en çok bekleyeni ki, uçmayı öğretsin sana diye."

Bilgenin kanatları büyüdüğünde aşılması gereken en kısa uçurumun kenarına tekrar gitti. "Büyüttüm kanatlarımı ve yaparken hiç zorlanmadım bunda. Şimdi, karanlığını ve sessizliği yutkun da, cevapla şu soruma!" diye bağırdı bilge uçurumun dipsiz boşluğuna. Ne var ki, hiçbir ses duyulmadı uçurumdan ve bilge döktü ömründeki ilk gözyaşlarını. Günlerin ardından günler ve ayların ardından aylar geçti bilgenin ve uçurumun üzerinden. Sonunda sessizliğini bozdu bilge ve bağırdı yuvasına kartallar saldırmışçasına: "Ey uçurum! Bekledim kendimi aylar ve hatta seneler boyunca! Sen değil miydin bana 'bekle kendini,' ve 'unut varlığını,' diyen? Ne diye şimdi gizleniyorsun benden?" Soluk renkli bir yankı dışında bilge sadece yalnızlığını duydu ve o bile bu sefer konuşmakta karamsardı. "Son kez soruyorum sana!" diye bağırdı bilge ağlamaklı sesiyle ve yanağından süzülen soğuk gözyaşlarıyla, "Uçmayı öğretecek misin artık bana?!"

En derin sulardan çıkmıştı bilge, artık korkmuyordu. Ağlaması gerektiği kadar ağladı ve bunu yaparken güldü kendinde. "Terliyorum," dedi kendi kendine, "üşüyorum ve yanıyor yüreğim. Kaygılarım kuşattı tüm bedenimi ve çakılı kaldım toprağın koyusunda. Gördüğüm tüm rüyalar aksini ispatladı, seyrettiğim tüm kuşlar doğuya uçtu ve özlediğim herkes beni unuttu." Böyle içerledi bilge ve yine güldü. İnadına, inadına yeniden güldü.

En kısa uçurumu bile unutmuştu bilge. Unutması gerektiği kadarını hatırlıyordu artık. "Sahiden," dedi yine kendi kendine, "hatırlaması gereken her şeyi unutur insan, lakin ne de güzel hatırlar ağlamaklı gözlerle hatırlanmaya değmeyen her şeyi." Bilgenin kuşları kondu yüreğine o gün. "Bak," dedi alaca karga, "nehirler senin yanında akmak için haber getirdiler bana, ağaçlar seninle beraber şarkı söylemek için içerliyorlar şimdi. Çık mağarandan ve küs yalnızlığına! Bulutlara yağmurlar ağır geliyor senin yalnızlığında, kirpiler bile küstü senin yokluğuna. Çık mağarandan ve küs yalnızlığına!"

Bilge dinledi kuşlarını ve en sevdiği mağara duvarını. Ağır bir tebessüm yüklendi yanaklarına ve çıktı mağarasının dışına. "Senin yokluğun," dedi mağara ve küstü kendine, "en büyük ödül ve ceza bana. Koş şimdi seni en çok bekleyene ve öğren nasıl uçulur benim yokluğumda!" Bilge özlemişti turkuvaz gökyüzünü ve yalan söyleyen bulutları. "Ağlayın bulutlar," dedi bilge, "ağlayın ve unutun kendinizi. Yağmurunuzla yıkayın bencil cesetleri. Aldıkları her nefeste yeniden ölenleri ve unutmak için hiç çaba sarf etmeyenleri alıp götürsün seliniz! En çok da kandırıkçıları alıp götürsün seliniz! Beni ve insanlığı kandıran en büyük kandırıkçıları alıp götürsün seliniz!" Böyle gülümsedi bilge ve bu sefer özlemedi en sevdiği mağara duvarını.

Ama bilgenin özlediği bir şey vardı: "Ey yüreğim!" dedi bilge yaşlı bir çınarın gölgesinde dinlenirken, "bana uçmayı öğretecek olan ve beni hala bekleyen şeyi özlüyorum. Arayışlarım sürdü birçok insan ömrü boyunca ama hala bulamadım onu. Nice dağları aştım ve nice nehirlerde boğuldum; ey yüreğim, söyle bana, nerede gizleniyor beni en çok bekleyen?"

Bilgenin yüreği dayanamadı bilgenin kederine ve konuştu, ağlamaklı biçimde, "Ey bilge! Nasıl da hala bulamadın seni en çok bekleyeni? Bak, göstereceğim sana, seni kimin en çok beklediğini!" Bilgenin yüreği, bilgeye bir göle gitmesini salık verdi. "Orada bulacaksın seni en çok bekleyeni!"

Bilge gölün yanına geldi ve içti suyundan, daldı dibine ve gözyaşları karıştı göle. "Nerede hani beni en çok bekleyen ve bana uçmayı öğretecek olan ey yüreğim?!" diye çıkıştı. "Gölün gözlerine bak" dedi bilgenin yüreği, "seni en çok bekleyen ve sana bu varlık tiyatrosunda en çok ihtiyacı olan yatıyor orada." Bilge, gölün gözlerine baktı. Orada bir şey gördü bilge; Şu ana dek boş verdiği ve ararken aslında ondan hep kaçtığı şeyi gördü gölün yüzeyinde.


-End.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder