Varolmanın Acısı Üzerine





Hakkında çarpık yahut yetersiz bilgilere sahip olduğumuz bir uzay zaman düzlemine doğuyor, binlerce yıllık öznel ve kusurlu inançlarla damgalanıyor ve hakikati arayanlar için şeytan muamelesi hazırda bekliyor. Farkında olmasak da, eti için çoğaltılan sığırlardan pek bir farkımız yok. Fabrikanın sahibi sığırların etlerini para için satıyorsa, toplum da inançları ve ticareti için bireylerini öyle satıyor. Yakışıklı, güzel veya zengin doğan kendi halinden memnun yaşarken ve kendisi için sıkıntılar bulma uğraşında debelenirken, çirkin veya fakir doğanlar kendi mutluluklarını yaratmak için debeleniyor, toplumdaki sürüncemesini ölümle taçlandırıyor. Toplumun standartlarını karşılayamayanlar sürekli bir eksiklik duygusuyla maneviyatlarını gözardı ediyor ve sığınmak için başka bedenler buluyor yahut içindeki potansiyeli eziyetin bir başka yüzü olarak görüyor. İnsanlar inançlarla yüzmeyi öğrendiğini sanıyor ve derine dalmaya çalışanların ayaklarından tutuyor. Kıskançlık ve horgörülerini empati sanıp, kaybolmak için arayanları lanetliyorlar. Katlanabilecekleri kadar güzel veya yakışıklı birini bulup hayallerindeki ruhu ona yamıyorlar. Kimse kimseyi anlamıyor, anlamak için değil sıra kendisine gelsin diye dinliyor, günahlarında bile bir cimrilik, iyiliklerinde bile bir utanç bulunuyor.

Konuşmanın sonu susmaktır ve zaten susanla konuşmakta olan aynı yere varacaktır. Bunun gibi, hiç doğmamış olanla, zaten ölmüş olan da aynı yerdedir. Tıpkı biri bilginin peşinde koşarken ve diğeri zaten bilmediğini söylerken olduğu gibi. Bilginin ardında gidip "buldum," diyen olmadığı gibi, "bulamayacağım," diye yola çıkan zaten bilmek erdeminin üstüne konumlanmıştır. İnsan, olmak bakımından kusurlu ve acınasıysa, ulaşamayacağını kabul ettiği her bir erdemle beraber, bu yoksunluk konumundan kurtulmaktadır. Nitekim, süzgeçten süzülenin yeri onun acziyetini değil fakat süzgecin süzmekte ne kadar kusurlu olduğunu gösteriyorsa, bunun gibi de, anlaşılmak için konuşan ve sonunda anlaşılmayan, dinleyenin anlamak için dinlemediğini gösterecektir. Şu halde, fikirlerin çıkış noktası olan fikir sahibi dışında da bir varış noktası yoktur.
Yunanlı Gorgias'ı haklı bulmak gibi olacak ama, fikirler asla anlaşılmak için var olmazlar. Konuşmak da bu sebeple kusurlu bir eylemdir. Kelimelerin müdahil olmadığı düşünce eylemi, hakikate en yakın olduğumuz zamandır. Eğer bir kişi bir fikre sahip oluyor bile olsa, bunu anlatmak için yeterli kelimelere sahip olamayacaktır; diyelim ki, aklında dönen düşünceleri adeta doğum yapan bir kadın gibi doğursa bile, karşıdaki kişi onu hiçbir zaman anlayamayacaktır zira eğer fikir alışverişi yapan iki kişi aynı kişi değilse, düşünceleri ve düşüncelerini doğuran deneyimleri de aynı değil demektir. Tıpkı düşlenen ağacın resme asla o şekilde aktarılamayacağı gibi ve buna mukabil, resmi görenin de asla ressamın düşlediği ağacı bilemeyeceği gibi, söylediğimiz her söz de ve yani konuşma eyleminin kendisi de olmak bakımından kusurlu ve en nihayetinde kaçınılması gereken bir eylemdir.

İnsanın başkalarından uzak kaldığı sürece kendisini tanıma ve tanıdığı kadarını kendisini yadsıma imkanı olacaktır zira kendisi dediği kişi aslında kendisi değil başkalarının bakış açısından gördüğü kişidir. Kendi içine bakan sadece kendisini görecek ve son tahlilde yalnız kalmayanın kendisini görmek gibi bir şansı hiç olamayacaktır. Nasıl ki savaşanın düşmanı karşısındaki değil ama teslim olmaksa, yalnızlığına teslim olan kişi de kendisine verdiği savaşta kazanacaktır.

Her şey niceliğin, hiçlikse niteliğin kelimesidir. Her şeyde sayı ve yanı çoğulluk, buna bağlı olarak da imkanlar bulunuyorsa, hiçlikte sıfır olma durumu yani sonsuzluğun kendisi yer alıyordur. Çok olmakla işi olmayanın sonsuz olmakla işi vardır. Varlığını yadsıyan ve bu doğrultuda sonsuzluğa ulaşan kişi, tabiatın istenciyle bir olmuş demektir. Birden fazla kişinin bildiği sırrın sır olamayacağı gibi, kişinin birden yani kendisinden fazla bileni olması da mümkün değildir.

Dünya algımızın bir ürünü olması dolayısıyla, acılarımız ve mutluluklarımız da bizim geçici istemimizin bir ürünü ve yani ardında düşmekten kaçınılması gereken yanılsamalardır. Kendi derisinin dışına çıkmayan kişi, gerçeklik hakkında bir fikre değil olsa olsa kendi gerçekliği hakkında bir fikre sahiptir. Kendine dönüş, varoluşun amacıdır zira insan doğduğu anda kendisinden kopmuş, rezil ve rüsva olan varoluş seviyesine alçalmıştır. Bu nedenle, benliğimiz varlıktaki hiçlik ve yani denizin altında nefes alışımızdır.

- Endülüs