Kendinin Efendisi Olmak


Stoacı felsefenin mimari Seneca'nın da dediği gibi, çoğu zaman gerçeklikten çok hayallerimizde acı çekeriz. İnsanlar olarak bizler, tüketmeye ve daha çok tüketmeye, bu doğrultuda da pişman olmaya çok alışkınız. O an için yaşadığımız mutluluk ileride bir pişmanlık olarak bize geri dönecektir. Benliğini terbiye etmeyen kişi de, bu pişmanlıklarından dolayı sürekli bir acı içerisinde kıvranır, gelecek için umut ve hayaller kurarken geçmiş için de öfke nöbetleri geçirir. Varlığın ilk kaidesi olan değişmezliği algımızın derinliklerinde saklar ve görmezden geliriz. Hayatın çok güzel bir şey olduğu düşüncesiyle umutlar kurar ve sonunda da onlar gerçekleşmeyince hayata küseriz. İşte tam olarak burada, hayatın zaten kendisinin koca bir hüzün olduğuna bilirsek, onun bize vereceği hiçbir hasar için üzülmeyecek ve mutsuz hissetmeyeceğiz. Yaptığımız hatalar bizim beceriksizliğimiz veya aptallığımızdan değil, hayatın kendisinin zaten koca bir hata olmasından kaynaklıdır.

Doğmak gibi şanssız bir işe yeltenmiş olan bizler, ölmek gibi yüce bir erdemden kaçınmalıyız zira ona ulaşan kişi onu haketmemiş demektir. Erdemlerin en yücesi ölümken bu hayatta ona yaklaşmak yani kendi benliğimizi öldürmek elimizdeki tek seçenek olacaktır. Her halükarda, yok olma istemini baskılamamak gerekir, eğer bunu yaparsak varlığın üzücü ve yoksunlukta bırakıcı tabiatını kabul etmiş olacak ve dünyaya gelmek gibi bir talihsizliğe elimizdeki tek kazanç olan benliğimizi teslim etmiş olacağız.

Duyguların en güçlüsü ilkin acı sonra korku ve ardından hazdır. Her insan varlığını hissetmek ister, acıya duyulan özlem de bu nedenledir. Acı çekmeyi hayata karşı ödediği bir bedel olarak gördüğü için, itiraf edemese de sürekli onun peşindedir. Biteceğini bildiği bir ilişkiye girerken, tekrar acıkacağını bildiği halde o yemekten zevk alırken ve kaybedeceğini bildiği bir rekabete yeltenirken sonunda hissedeceği acı ve pişmanlığı arzular. En kuvvetli acılar kendi içimizde yaşadıklarımızdır. Acının bilinebilirliğini inkar ettiğimiz ölçüde kendimizi kandırır, onun hayattaki yerini kendi algımızda sabit bir yere oturturuz. 

Bedenin ihtiyaçları tatmin olduğu sürece zihnin ihtiyaçları bastırılır. Aç karna yapılan düşünme egzersizleri daha sağlıklı, sevgiliden uzak olan mutluluk daha değerlidir. Bunun gibi, tanrısız hayat da büyük bir övgüyü hak edecektir. Zira tanrı bu şeytan işi dünyaya yakışmayacak kadar değerli bir fikirdir. Tanrısız iyilik olamayacağı gibi dünyevi iyilik de olamayacaktır. İyi olduğunu söyleyen kimse kötülüğünü haklı görmüştür. 

Ufaklıktan itibaren zihnimizde bir otorite sembolü vardır. Bu yeri geldiği zaman devlet, yeri geldiği zaman ebeveyn yeri geldiği zaman da tanrı olarak karşımıza çıkar. Buna karşın, otoritenin biricik sembolü insanın kendisi olmalıdır. Epictetus'un söylediği gibi, kendinin efendisi olmayan kişi her zaman bir köle olarak kalacaktır. Kendinin efendiliğinde farazi izlenimlere ve geçici duygulara yer yoktur. İstemin inkarı da burada devreye girer zira yaşama istenci bizim benliğimiz dışında bir faktördür. Onun buyruklarını yerine getirmek için yaşar, onsuz hissettiğimiz her anda kendimizi boşlukta hissederiz. Boşluğun kendisi olan kişi bu sürüncemeden kurtulacak ve kısık gözlerle görmeyi öğrenecektir. 

- Endülüs