Yaşam onun ne olduğunda değil, bizim ona ne olduğunu söylediğimizde saklıdır. İnsan ve özgür kelimeleri eş anlamlı iki kelimedir. İnsan olamamış kişiyse özgürlüğünü kiralayan veya satandır. "Bana ne olduğumu söyle," der o, "zira ben ne olduğumu anlamak için yeterli değilim." Başkaları ona "sen şu ırktansın ve inancın şudur," dediği için bunları tekrarlayacak ve histerik bir biçimde hayatının sonuna kadar geçirdiği nöbetleri kendi bahtsızlığına sayacaktır. Sürekli bir onay peşinde koşacak, fikirlerinin başka fikirlerle uzlaştığı ölçüde kendini haklı hissedecektir. Eylemlerinde daimi bir zorunluluk barınacak, sesi az çıkanı ezecek ve haz yaşamak için yaşayacaktır.
Slogan ve marşlarda doğru olanın küllerine bile rastlanmaz. Bireyler özgürlüklerini toplumun ne idüğü belirsiz dogmalarına peşkeş çektiği ölçüde dünya huzursuzluğun ve adaletsizliğin mekanı olarak kalacaktır. Hak etmediği küfürü işiten kişi, bu nedenle küfür etmek yerine kulaklarını tıkayacak, bunu bir aşağılanma olarak görmeyip yaşamına devam edecektir. Her insan da haklılığını terk ettiği ölçüde özgürlüğe yaklaşacak ve hayatı olumsuzladığı kadarıyla hayattan üstün olacaktır.
Her türlü ilişki anlık mutluluklar için sürekli mutsuzluğa katlanmak ve dolayısıyla acı çekerken acıdan kaçmaya çalışmaktır. Düşüşünü kabul edenin özgürlüğü, uçurumun gözlerini yaşartır. Tüm hayvanlar deneyim için yaşar. Görmek, duymak, konuşmak ve dokunmak, deneyimimizin başlıca elemanlarıdır. Gün içerisinde sürekli yaptığımız bir eylem olması dolayısıyla bunlar arasında görmek bizi en mutlu kılandır. İnsanın mutluluklardan vazgeçtiği ölçüde yükseldiğini bildiğimize göre, görmek için değil ama fark etmek için gözünü açık tutan, duymak için değil anlamak için kulağının değerini bilen ve söylemek için değil anlaşılmak istendiği için konuşan kimse doğru olanı yapmaktadır.
Bizi değerli kılan neye sahip olduğumuz değil neyden vazgeçme cesareti gösterdiğimizde yatar. Mutluluklar ahlaki olarak ters bir zemine otursalar bile mutluluk olmaktan çıkmazlar. Şu halde, midenin en pis gıdayı bile sindirmesi gibi, insan da mutluluklarında ahlaki olanı aramaz. Bu nedenle tüm mutluluklar, varmak istedikleri yer vakımından bencil ve çıkmak istedikleri yer bakımından da kusurludur. Toplumun fikirlerinde mutluluğa özenti ve hazzın içinde yaşamaya bir övgü görürsünüz. Neye ihtiyacı olduğunu kendi belirleyenin mutluluğu ise anlama yetisinin sınırlarını zorlar. Bedenine bakıp tiksinti, ruhuna bakıp çürümüşlük ve toplumuna bakıp tapınma görenin en büyük ideallerle işi vardır. Doğrularını başkaları tarafından değil, kendinden alan, güneşe baktığında gözleri kamaşmayan, aya baktığında uykusu gelmeyen ve karanlığa baktığında aydınlığı gören için sadece bir kurtuluş yolu vardır.
Tüm canlılar bencil ve kendimcidir. Fiziksel olarak kendileri olmakla sınırlanmış, metafiziksel olarak da bir hiç olmakla lanetlenmişlerdir. İkisi arasında o kadar da büyük bir fark olmamakla birlikte, en büyük fark hiç olduğunu kabul edenin bu varoluş arenasında eziyetlerden korkmayacak olmasıdır. Vardığı sonuçları hakikat olacak, inkarları kurtuluş reçeteleri rolu görecektir.
Baktığı her bir yerde absürtlük ve anlamsızlık görenin gözleri epey keskindir. Gözkapakları açık oldukları için mutlu, kirpikleri ona eşlik ettiği için şükran doludur. İnsana bakıp canlı bir et parçası görür o, taşa bakıp varlığın şekilsizliğini, göğe bakıp ufaklığını ve içine bakıp hiçliği.
- Endülüs