Koskoca bir sene bitti. Eski
takvimleri kaldırıp, duvara yenisini astığımız şu günlerde, üzerinde
düşünülecek en önemli konudur belki de ZAMAN… Bitmez dediğimiz bir yıl daha
bitti. Çok değil, 365 gün önce ona da “yeni” demiştik ama o da eskidi. Peki, ne
kadarı yaşandı bu geçen senenin, ne kadarı kaybolup gitti?
Yıllar evvelinde bir resimle
karşılaşmıştım. Uzun uzun seyre dalıp, gözlerimi alamadığım, çarpıcılığı ile
içimin sızladığı, gözlerimi buğulandıran, ellerimi titreten bir resim…
Resimde sıradan bir kum saati var, hani
şu biblo niyetine vitrinlere konulan… Yukarıdan aşağıya kumlar akıyor ama cam
kırık ve akan kumlar dışarıya taşıyor. Zamanın tutulamazlığını ne kadar da
güzel anlatıyor resim. Hangimiz tutabildik ki zamanı? Bir cam fanus içinde hangimiz
hapsedebildik? Belki hepimiz istemişizdir bazen durmasını... “Günler geçmesin” dediğimiz
çok olmuştur ama güneşi durdurabildiğimiz hiç vaki değil…
Basra’nın büyük âlimi Abdullah bin Amir’e
bir dostu: “Biraz vakit ayır da şöyle havadan sudan sohbet edip vakit
geçirelim.” der.
Âlimin verdiği cevap çok kısadır: “Tut
Güneş’i gitmesin, seninle oturup havadan sudan konuşup vakit öldürelim.”
Bu cevaba şaşıran dostu: “Ne demek tut Güneş’i?”
deyince Abdullah:
“Çünkü Güneş durmayıp gidiyor, böylece
vakit harcanıyor; ya vakti durdur, seninle havadan sudan muhabbet edelim, ya da
geriye çekil, akıp giden vakti değerlendirelim, nakitten de kıymetli olan vakti
boşa harcama gibi bir gaflete düşmeyelim.”
Her gün güneş batıyor ve her sabah
yeniden doğuyor… Havadan sudan işlerle, havadan sudan sözlerle ömürlerimiz
tükeniyor bir yerlerde. Hem de kucak dolusu nakit harcasak bile geri getiremediğimiz
vakitler...
Peygamber Efendimiz’in sözleri de bir
derin sızı koyuyor yüreğime, bir de derin vicdan azabı duyuyorum ardından:
“İki
nimet vardır ki insanlar kıymetini bilmiyorlar: Biri sıhhatleri, diğeri de boş
vakitleridir!”
Zamanın
Kıymetini Bilebiliyor muyuz?
Ben ne kadar zamanımın kıymetini
bilebildim? “Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır” diyor Dante.
Bu yüzden mi acaba zaman konusundaki derin üzüntüm? Peki, ben zamanı değerlendirme
konusunda neredeyim, geçmiş hatalarımla ve bugünümle yüzleşmeli değil miyim? Eski
yıldan yeni yıla çıkabilmenin şükrünü başka türlü nasıl yapabilirim? Kaybolan
zamana hükmüm yok ama bilemediğim bir güne kadar devam edecek olan ömrümü daha
verimli kılmak elimde değil midir?
Zamanımın en çok boşa gittiğini
düşündüğüm anlar uykularım oldu hep. Günde 10-11 saat uyuduğum çok oldu. Oysa
dinlenecek kadar bir uyku yeterdi, gereksiz koşturmalarım mı, hedefsizlik mi,
plansızlık mıydı çok uyumamın sebebi? Şimdi olabildiğince az uyumayı kendime
ilke edindim. Artık uzun süre uyursam, dinlenemeyip sırtımın, belimin
ağrıdığını hissediyorum. Demek ki vücudumun istediği daha çok uyku değil. O
halde az ve öz bir uyku beni ayakta tutabilir. Artık en erken saatlerde kalkmayı
hep amaç edindim. Ne kadar da bereketleniyor günüm, öğlene kadar işlerimi
bitirip, aileme, okumaya, düşünmeye ne
kadar çok zaman kalıyor. Ama yine de saatler yetmiyor, hep daha da erken güne
başlamanın yollarını arıyorum. Her gün güneşle birlikte dünyaya uyanmak gönlüme
şifa olacak biliyorum.
Zaman
Hırsızı Magazinler
Geçmişimde magazin haberleri içinde
zamanlar harcadığım olmuştur, “kim ne yapıyor ?” diye merak ettiklerim… Oysa ne
kadar da gereksizmiş. Başkalarının hayatını düşünürken, kendi zamanımdan
çalıyormuşum. Kendi zamanımım hırsızı olup, en güzel anlarımı böyle tüketiyormuşum,
bu kendi kendime attığım dost kazığı… Ünlü ya da ünsüz başkalarının hayatını
hiç merak etmiyorum artık. Hangi sanatçı kiminle evlenmiş, ya da komşu teyze
neden öyle söylemiş… Magazine yer bırakmadım hayatımda, başkalarını konuşup da hem
zamanımı hem de kalbimi kirletemem, hem de ikisi de bana emanetken…
“Faydasız ilimden sana
sığınırım Allah’ım.” diye dua ediyorum sık sık. Okuduğum gazetenin, şöyle bir
göz attığım kitabın bile hayatımda ne kadar önemi varmış. Laf olsun diye
yazılmış pek çok kitap, gazete girdi hayatıma, artık buna izin vermiyorum.
Okuduğum her bir satırı seçerken daha özenli olmaya çalışıyorum ve faydalı
olması duasıyla başlıyorum okumaya.
Boş
Durana, Boş Düşünceler Musallat Olur
En çok zamanımı çalan şeyler de lüzumsuz
düşünceler, kaygılar, vesveseler oluyor kimi zaman. Onları dinlemeye başladım
mı, çoğalıp bütün ruhumu esir alıyorlar. İnsanı depresyonlara sürükleyecek
kadar üst üste geliyorlar bazen. İnsan önce kendinin doktoru olmalı diye
düşünüp, “Artık beni rahatsız edemezsiniz, sizinle uğraşmaya vaktim yok.”
diyorum ve bir bakmışım uzaklaşmışlar. Aslında çekip gitmediklerini biliyorum, bir
boşluk bulup doldurmak üzere en yakın kapıların ardında bekliyorlar… Ben ise
onlara fırsat vermemek için, olabildiğimce her anımı meşguliyetle doldurma
gayreti içindeyim.
Her an, bir işle dolmuyor elbette.
Dinlenmek de lazım… Boş boş yatmak, beni dinlendirmeyecek biliyorum, ruhumu
daha da yoracak. Ya pencereden dışarıya bakıp bir kâinat tefekkürüne
bırakıyorum kendimi; ağaçlar, bulutlar ne kadar da muhteşem bugün… Ya da
dünyayı yeni tanıyan bir insan yavrusunun masumiyetini seyretmeye dalıyorum ya
da hafif bir müziğe…
Şimdilerde ise internetin nasıl
yakamdan tutup da beni kendine bağlamak istediğini fark ediyorum. Artık tuzağa
düşecek kadar küçük değilim. “Sevgili internet, bak muhterem televizyonu attık
kurtulduk. Çok kaşınma, benden uzak dur, yoksa senin de sonun yakındır!”
diyorum. İşe de yarıyor… Bir reklâm, bir resim deyip, kendimi kaptırmak yerine,
açtığım pencereleri bir çırpıda kapatıyorum.
Zaman
bilinci, okul yıllarında hepimize anlatılsaydı…
Peki, zaman üzerine düşünmek için geç
kalmadım mı? Neden okullarda zaman yönetimi öğretilmiyor ki? Neden ben zaman
üzerine düşünmeye 30 yaşımda başlıyorum?
Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye yaptığı nasihatinde:
“Vakit kıymetli oğul, sakın boş gezmeyesin.” diyor. Peki, boş gezmemek denilen şey
nedir?
Matematik, Fizik, İngilizce… Hepsinden
daha önemli değil midir ZAMAN? Zamanın değerini bilen zaten başarıyı yakalamaz
mı? Nedir zaman konusunda bu kayıtsızlığımız? ZAMAN BİLİNCİ daha okul
yıllarında hepimize anlatılsaydı daha verimli yaşar, daha kaliteli işler yapar,
daha da mutlu olmaz mıydık?
Zaman bilinci olmayınca heba olan
çocukluk, boşa giden bir gençlik, sonrasında ne yapacağını bilmeyen bir nesil
yetişmiyor mu? Bitmeyen işler, yanlış planlamalar, programsızlık, zaman
konusunda pişmanlıklar değil mi herkesin canını acıtan pek çok psikolojik
sorunun sebebi?
Doğduğumuz andan itibaren, her bir
saniye, bir amaca hizmet etmek için bize bahşediliyor aslında. Sayılı nefesimiz
varken, biz o nefesleri nerelerde tüketiyoruz?
Tüketimden, israftan bahsediliyor çok
yerde, uzun uzun… Öncelikle zaman israfını önlemek değil midir bahsedilmesi
gereken? En büyük tüketim, en bulunmaz sermaye zaman değil midir?
Gonca Anıl
goncanil@gmail.com
Kaynak: www.gencgelisim.com