“Su” deyip geçmeyin. Buharlaşınca, bulutlara kadar çıkıyor. Tekrar
sıvılaşıp toprağa geri dönüyor. Binlerce kilometre yolu aşıyor, asla engel
tanımıyor. Yaşam bilincindeki tüm insan kültürleri ona hak ettiği değeri
vermişler. Ayetler, destanlar, türküler ve şiirler bunu kanıtlıyor…
Su üzerine yapılan deneylerin sonuçları oldukça ilginç... Bazı bilim adamları tarafından ortaya atılan, “suyun hafızası vardır ” fikri, suyun yapısına dair soruları çoğaltıyor... Suyun “uzaktan gelen etkiyi saklayabilme” özelliği, alternatif tıpçılar için “teori” olmaktan çok ötede… Yıllardır pratiğe dökülen bir uygulamadan ve suyun mucizelerinden söz ediyorlar… Eski efsanelerde yaraları iyileştiren, insanı ayağa kaldıran sulardan söz edilir. Ona böyle büyülü özellikler yakıştırılması tesadüf mü? Modern yaşamda, sorunların üstesinden gelebilmek için bu molekülün gücünden yararlanan birçok insan var... “Sudaki enerji, eksik olanı tekrar yerine getirebiliyor” inancı, alternatif tıpçılara göre etkili bir tedavi yöntemi. Bu yazı minik kristaller hakkında sizi düşünmeye davet ediyor.
Hayati bir önemi var suyun... Her canlının ona muhtaç olduğu açık…
Gezegenimiz yaklaşık yüzde 70 oranında suyla kaplı. Bu ölçü, insanın yapısıyla
benzeşiyor. İnsanoğlunun bedenindeki su oranı da yüzde 70 dolaylarında.
Dünyadaki canlıların ortak yönü, hepsinin su içermeleri... Başka gezegenlerde
hayat aramaya giden araştırmacıların da ilk olarak aradığı “hayat belirtisi”.
Su varsa yaşam da vardır, tezi her yerde geçerli. İki hidrojen ve bir oksijen
atomundan meydana gelen, H20 olarak adlandırılan su molekülü ile ilgili yapılan
araştırmalara göz attığımızda ise birtakım olağanüstülüklerle karşılaşıyoruz:
Bilim adamları, kar taneleri üzerinde özel deneyler yapmışlar... Suyun
başkalaşmış hali olan kar taneleri, eritilmiş ve daha sonra yeniden
dondurulmuş. Molekül yapısını bu işlemden sonra tekrar incelediklerinde,
eritilmeden önceki kar taneleriyle aynı özellikte olduklarını saptamışlar.
Buradan yansıyan sonuç şu olmuş: Her su molekülü bir özgün “kimliğe” sahip. Bu
da suyun bir “hafızası” olduğuna işaret ediyor! Bu konu üzerine yapılan
deneyler elbette bunlarla sınırlı değil.
Araştırmacı Jacques Benveniste’in bu alandaki deneyi, birçok insanın
dikkatini çekiyor. Fransız kökenli olan bu bilim adamı, “suyun hafızasının
kâşifi” olarak da ün yapan biri… Uzun zaman süren çalışmasında, esas yaptığı,
suya bir farklı bir madde ilave etmek ve bundan sonra sudaki “değişimi” birçok
deneylerle test etmek. Madde katılan bu suya yaklaşık 1 milyon kez sulandırma
işlemi uyguluyor Benveniste. Eklediği maddeyi sudan yok etmek için başka
müdahaleler de yapıyor. Bütün bunları çok sık tekrarlıyor. Fakat suyun içindeki
o “farklı” maddenin asla yok olmadığını görüyor. O zaman, bu maddenin su
tarafından “hafızaya kaydedildiği” sonucuna varıyor.
Japon bilim adamı Masaru Emoto da bu konuda çok ses getiren bir kitap
yazdı. Emoto, içinde 70'ten fazla kristal görüntüsü de bulunan “Suyun Gizli
Mesajı” kitabını, "Su canlıdır ve duyguları algılayan kristallerden
oluşuyor” fikri etrafında meydana getirdi. “Su çevresindeki pozitif ve negatif
bilgileri kaydeder ve tepki verir" diyen Dr. Emoto, kristallerin resmini
çekmeyi ihmal etmiyor. Suya farklı müzikler dinleterek aynı molekülleri tekrar
tekrar resimliyor. Her müziğe farklı bir tepki verildiğini görüyor. Örneğin,
klasik müzik dinlettiği molekülün görüntüsünü resimlediğinde, olağanüstü bir
güzellik görüyor. Emoto’ya göre sadece müzik değil düşünce, kelime ve fikir de
suyun moleküler yapısını etkiliyor.
Modern
İnsan Suyun Gücünü Keşfetti
Bu deneylerin ışığından bakıldığında suya yüklenen bir “bilge” anlam
söz konusu. Bütün kültürlerde var aslında bu yaklaşım. Toplumların hafızasını
yokladığımızda bunu görüyoruz. Aynanın olmadığı zamanlarda, su insan için bu
işlevi de görmüş. Suretleri yansıtmasıyla birlikte, ona atfedilmiş gizemli
anlamlar daha da çoğalmış. İşte modern insan, bazı araştırmacıların ve
özellikle de alternatif tıpçıların altını ısrarla çizdiği “suyun gücünü”
görmezden gelemiyor artık. Kendisine söylenenleri bir “hard disk” gibi kayda
alan su, şifacılar için farklı bir anlam ifade ediyor.
Eski çağlardan bu yana, insan topluluklarının bıraktığı bütün
kalıntılarda suyun gizemine dair izler var. Suyun belleği olduğuna
inanıldığından mı bilinmez, enteresan bir şekilde her çağda insanlar bu sihirli
maddeye dilekte bulunuyor, dert anlatıyor. Bu tarzdaki ritüellere baktığımızda
hayli “sır” sakladığı ortada! Çünkü dünyanın birçok yerinde, bazı akarsulara,
göllere ya da kutsal mekanların bahçesinde bulunan minik bir havuza bir şeyler
atıp, suya dilek fısıldandığı bir gerçek. Bu atılan kimi zaman para oluyor,
bazen de başka bir madde. Hıdırellez’de de insanlar deniz kenarlarına gidip,
dileklerinin yazılı olduğu kağıtları kıyılara bıraktıklarını biliyoruz.
“Su
Gibi Ezberlemek!”
Aslında günlük konuşma içine yerleşmiş deyimler incelendiğinde, sudaki
mucizenin dili de etkilediği görülüyor. Bu çerçeveden bakınca, akla bir sürü
soru hücum ediyor. “Su gibi ezberlemek” deyimini hiç bu yönden düşündünüz mü?
Veya “su gibi biliyorum” sözü, ondaki “kaydetme” özelliğini akla getirmiyor mu?
“Suyun gizemi” onun kristalize haldeki resimlerine bakıldığında da fark
ediliyor. Büyüleyici güzellikteki bu kristallerin görüntüleri şaşırtıcı.
Akarsulardan ve kaynaklardan alınan örneklerin mikroskobik görüntülerini
yayınlamışlar. Doğanın bağrından çıkan, hiç işlenmemiş bu sular daha özel
geometrik şekiller içeriyor. Su borularından evlerimize akan ve depolarda
bekletilen durgun suların ise molekül hallerinde bozuk bir görüntü göze
çarpıyor.
“Su canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde” tezini
savunanların asıl dayanağı şu: “Suya hangi dalga boyunu yüklersen o frekansa
bürünüyor! Ve moleküler yapısı ona dönüşüyor.” Biliyor musunuz bazen su ile
zihinsel anlamda bir iki saniyelik terapi de yapabilirsiniz. Örneğin bir cam
bardaktaki suyu, zihninizden ‘bütün kuşkularım, korkularım arınsın, bütün
bedenim bunlardan temizlensin’ cümlesini geçirip içtiğiniz takdirde, o şifaya
dönüşebilir.
Alternatif tıbba inanlar arasında bunu uygulayan çok insan var. Bu
cümle söylendiği anda zihin onu tanımlayarak bir dalga boyu yayıyor. Şunu
unutmayalım: Bedenimizin yüzde 70’i su. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız
bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız.
Filiz Akın bir zamanlar kanserdi. Hastalığı yenmesinde sadece
geleneksel tıbbın değil, alternatif terapilerin de rolü olduğunu vurguluyor.
Köşe yazılarında da bu tip düşünceleri sık sık dile getirmişti. Akın da
suyun bir belleği olduğuna inandığını söylüyor. “Su” deyip geçmeyin sonuçta.
Buharlaşınca, bulutlara kadar çıkıyor. Tekrar sıvılaşıp toprağa geri dönüyor.
Binlerce kilometre yolu aşıyor, asla engel tanımıyor. Yaşam bilincindeki tüm
insan kültürleri ona hak ettiği değeri vermişler. Ayetler, destanlar, türküler
ve şiirler bunu kanıtlıyor…
Dört bir yandan kimyasal maddelerle çevrili, radyasyon tehlikesi
içinde yaşayan, yapay gıdalarla beslenen günümüz insanı için yine yaşamsal
çareyi ‘ab-ı hayat’ta aramak belki de en doğru çözüm yolu, kim bilir...
Ayla Önder
Kaynak: www.gencgelisim.com