Nereden Öğrendik?



Nereden öğrendik bizler, bir şeyleri satın alabildiğimiz sürece mutlu olmayı ve stresten arınabilmeyi alış veriş merkezlerinde gezmekten ibaret saymayı?

Ünlü Kanadalı şarkıcı Shania Twain’in bir şarkısı çalındı birkaç sene önce kulağıma. Önce melodisine, sonra da anlamlı sözlerine hayran olduğum bir şarkı… Ka-ching, şarkıda geçen anlamıyla “Kasanın sesi”, ya da “Para şıngırtısı”... Ka Çing!!
Kulak vermek ister misiniz günümüz yerli ve yabancı şarkılarında çok zor bulunacak manidar sözlere?
"Doyumsuz bir küçük dünyada yaşıyoruz,
Her küçük kıza ve oğlana, olabilecek en yüksek miktarda kazanmayı öğreten,
Sonra dönüp kazandığını aptalca harcamayı.

Kendimize bir kredi kartı bataklığı yarattık
Sahip olmadığımız parayı harcıyoruz.
Dinimiz gidip bitirmek hepsini
Böylece AVM’deyiz her ibadet günü.
 
Duyuyor musun kasanın sesini
Şarkı söyletir insana.
Ne kadar güzel bir ses;  ka-çing!
Tektaşlar üçtaşlar beştaşlar
Mutluluk getiriyor.
Krallar gibi yaşayacaksın
Bir sürü para ve eşyayla.
 Paran olmadığında git bir kredi al
Evine bir ipotek daha koydur
Vadesini uzat böylece karşılayabilirsin
Sıkıldığında gidip biraz daha harcamak için.
Tüm istediğimiz daha fazlası
Daha önce sahip olduğumuzdan çok daha fazlası
O zaman beni en yakın mağazaya götür"
....
Eskilerin bilinen bir sözü vardır ya hani: “Dini imanı para olmuş.” diye… Öyle değil miyiz pek çoğumuz? Gözlerimiz Richi Rich çizgi filminden fırlamış gibi…  “dolar dolar,” bakıyoruz etrafa... $$...
Nereden öğrendik bizler, bir şeyleri satın alabildiğimiz sürece mutlu olmayı ve stresten arınabilmeyi alış veriş merkezlerinde gezmekten ibaret saymayı? Nasıl alıştık, kendimizi paramız yokken bile almak zorunda hissetmeye? En güzel vakitlerimizi alış veriş merkezlerinde bırakıp, üzerine de tonlarca para dökmeyi nereden marifet saydık?
Şatafatlı dizilerin her bölümünde yenilenen nevresim takımlarının desenlerine mi aldandık acaba, pırıl pırıl mobilyalarına mı kandık? Dizi karelerindekiler, istediklerini alıyor, hatta bir çoğu çalışmadan zenginliklerinin sefasını sürüyordu, dubleks, tripleks köşklerinde. Saray misali bu evlerin her dizide renk ve mobilya değiştiren set ortamları olduğunu anlayamıyor mu zihinlerimiz de, o büyülü dünya bizi esaretine alıverdi bu denli? Nerede kaybettik yetinme ve kanaat duygumuzu?
Komşu toplantılarında, birbirimizin gözlerinde parlayan ışıktan çok, taktığımız takıların ışıltısı kamaştırır oldu gözlerimizi. “Kim daha çok almış, kim daha çok takmış”a takıldık ama ya neden?
Komşumuzun gönlündeki güzel huyundan ziyade, eşyalarının güzelliğine kapıldık, oysa herkesin kendine has bir kazancı, kazancı ölçüsünde ise kullandığı eşyalar vardı. Her gezme sonrası evimizde olmayanlar için eşimize dır dır etmeye nereden alıştık bizler?
Sevdiklerimiz sağ ve sağlıklı iken, sahip olabildiğimiz onlarca, hatta tonlarca şey varken, alamadıklarımıza takılıp, hayatı zehir ettik en sevdiğimize bile. Önce kendimizi içinden çıkılmaz bir buhrana soktuk. “O aldıysa ben de almalıyım” çılgınlığına kapılıp, maaile mutsuzluğumuza zemin hazırladık.
Sezen Aksu’nun yıllar öncesinde söylediği bir şarkısında ne güzel söylüyor oysa:
“Altın, gümüş, pırlanta,
Zümrüt, sedef, yakutla
Kim mutlu olmuş dünyada?
Bir tek içten gülüş,
Bir tatlı söz, bir öpüş,
Sevdalı bir tek bakış yeter bana…”


Kaynak: www.gencgelisim.com