AFRİKA’DA OLMAK VE ÖZE YAKINLAŞMAK….

Bazen “Yakin” için uzaklara gitmek de gerekebilir aziz dostlar… Bize bizden daha yakin olanı çok uzak zannettiğimiz zamanlar, oturduğumuz yerden kalkmak ve hareket etmek gerekir. Bu hareket ediş hayra karşı, insanlığa hizmet yolunda olursa Yakin olan, yakinliğini kalbe ifşa edebilir…
 Hayatımızın kördüğüm dönemlerinde, sıkıntı ve belirsizlik hallerinde, belirsizlikler arasında bocalarken uzaklara gitme isteği canlanır içimizde… Eşim Ceyda Hanım ile 2009 yılında gerçekleştirdiğimiz İstanbul’dan Hz. Mevlana’nın makamına 49 günlük yürüyüşte de, bu yürüyüşün öncesinde de yüreğimiz bu hallerle mayalanmış ve nihayetinde bir ilham, karar veriş ve destur ardından adımlar atılmıştı…Oysa çevremizde , “bu yolculuğa ne gerek var, oturduğun yer de de bulursun aradığını” diyen insanlar da vardı… Ancak bizler daha önceki yıllarda uzaklara gitmenin, iç dünyamızda kendimizi tanımanın ve manevi gelişimin bir yolu olduğunu deneyimlemiştik.

Bu uzun seyahatten tam 2 sene önce de medeniyetten uzak kabile ve toplumların yaşam sürdüğü Afrika kıtasının içlerine manevi bir sefer gerçekleştirmiştik. Bir yardım çalışmasında gönüllü olarak görev aldık. Bu yolculuklar zahirde iki genç insanın maceraperestliği olarak algılanabilir… Ancak bizler dönüş yollarında biliyorduk ki ,macera denilen durumlar, bu seferlerin maksadı değil, ancak hediyesidir…

***


Yıl 2007, Üsküdar’dayım, yayınevine henüz teslim ettiğim verdiğim ilk kitabımın heyecanı kalbine uğruyor… Bir de tarifsiz bir manevi sıkıntı hali… Bu durum beni tedirgin ediyor… Kendimi “Kendini Arama Kurtarma”’isimli kitabın ham metinlerinde buluyorum:

 “İran Depremi Arama ve Kurtarma Operasyonu için Lut Çölü’nün Güneydoğusundaki Bam şehrinde bulunuyoruz… Canlı kazazede bulmak olanaksız görünüyor. Kerpiç Binalar çökmüş, toprak hava boşluğu bırakmamış. Şu anda yabancı kurtarma ekipleri ile Bam Futbol Stadyumu’nda kurulan İran Askeri Kurtarma Kampı’ndayız. Ekipmanlarımızı hazırlıyoruz. Yanımızda tüm eşyalarını havalimanında kaybetmiş olan İtalyan Rai Televizyon Kanalı’nın muhabiri de bulunuyor, ona sıcak bir tas çorba ve uyku tulumu verdik. Helikopterlerin kaldırdığı toz ve gürültü anaforu hiç bitmiyor..”

“Çöl burası… Gece -5 derece buz gibi… Soğuk kemiklerimize işliyor. Gündüzse +40 derecede kurtarma tulumlarımız içinde pişiyoruz. Ara sıra esen rüzgar beraberinde müthiş bir toz bulutu kaldırıyor. Göz gözü görmüyor... Enkazlardan süzülen cenazelerin kokularını alamıyorum. Sanırım burnum artık duyarsızlaştı. Bir de şu artçılar… Günde onlarca defa sallanıyor burası! Aldırmıyoruz.

Birkaç gündür 2-3 saatlik uykuyla yetiniyoruz... Tüm bunlara karşın kendimi sağlıklı hissediyorum. Hafif bir baş ağrısı hariç, her şey yolunda…”    
                                           -Arama Kurtarmacı’nın Günlüğünden- Emrah Altuntecim-

                                                                         BAM DEPREMİ- 26 Aralık 2003
                                                                        KERMAN EYALETİ- GÜNEYDOĞU İRAN
Eşim, Ceyda Hanım omzuma dokunmasa, önüme konan ikram dolu tabağı görmeyecektim. En keyifli ve aydınlık vakitlerde içimi kaplayan gri bir bulut gibi, görev yaptığım kurtarma operasyonları aklıma sık gelir olmuştu… Yazdığım kitabın humusu, ruhunun hapsolduğu çamuru tüm o sarsıcı olaylar, afetler… Depremler, seller, yangınlar, açık, sefalet, gözyaşı ve ölümün hiç bilinmeyen yüzleri…
İran- Afganistan sınırına yakın, uzak dağların derin vadilerinde kaybolan düşüncelerimi toparlamam için Ceyda Hanım’ın ikinci bir dokunuşu gerekti…Kerman’da görev yaptığımızda, o sonsuz çölün ortasında zavallı bir zerreden olmaktan başka, yolu gözlenen ve beklenen bir insan olduğumu hatırlatan Ceyda Hanım ile evlenmeye karar vermiştim.
Bu esnada Diş Hekimi, Ufkumun Ucundaki Nijer isimli kitabın Yazarı Şenay Çetin’le karşılaştık. Düşünceli halimi fark eden Şenay Abla Afrika’da gönüllü olarak sağlık ve insani yardım çalışmalarında bulunmuştu. Ortak paydalarımız çoktu, üstelik gönülden bir dostumuzdu… Şenay abla manevi gelişiminde Afrika’nın önemini sık sık vurgulardı… O da sohbetimiz esnasında başını öne eğip, zaman zaman dalan gözleri ile Afrika’ya duyduğu muhabbet ve sevgiyi ele verirdi. “Bizler şifa vermeye giderken Allah’ın izniyle Şifa buluyoruz” derdi… Evet! Şifa bulmak için Afrika’ya gitmeliydim… Manevi yaralarımın merhemi Afrika’da olabilirmiydi?  Bu esnada Şenay Abla’nın telefonu çaldı… Tevafuk… Arayan Afrika Gönüllüleri Koordinatörü İbrahim Ceylan’dı. Şenay Abla’nın bu seferki yardım operasyonuna katılamayacağını duydum. Şenay Abla’ya kendisi yerine bu hizmete talip olduğumu saniyeler içinde ifade ettim. Ceyda Hanım’da kulak misafiri olmuş olacak ki, önce çekimser olmama karşın birkaç gün sonra onun da başvuruda bulunmasına rıza göstermek zorunda kaldım… Ceyda Hanım bendeniz izin verene kadar saatlerce gözlerimin içine bakıp konuşmadı… Afrika onu da çağırıyordu…
Başvurularımız 1 hafta sonra olumlu karşılandı. Yayınevine Afrika anılarını da eklemek istediğimi ilettim. Üsküdar’daki sohbet ardından 3 hafta geçti. Afrika’nın uzak diyarlarında bulduk kendimizi…. Zagros Dağlarının ötesindeki İran Çöllerinden bile daha uzak…Ruhuma bir o kadar yakın Afrika... Arama Kurtarmacı günlüğüne notlar almaya başladım:
“Dünya’nın en ücra köşelerinden birindeyim. Afrika burası… Birkaç aylık yaralı bir bebeğin annesinin kucağında verdiği yaşam mücadelesi, kum fırtınası, çakan şimşekler  ve adeta hiç durmadan saatlerce ibadetine devam eden veli bakışlı ihtiyar… Simsiyah kurumuş kanlar içinde yerde uzanan genç bir adam başını doğrultuyor, yumruğunu havaya kaldırıp gözlerinin içi gülerek zafer işareti yapıyor. Bembeyaz dişler arasından çıkan ve  kafamda yankılanan seslerin sarhoşluğu… Anlayamıyorum. Ben buraya nasıl geldim ve neredeyim?! Güneş ve toprak tenime hiç bu kadar yakın olmamıştı. Yolcu olduğumu hissediyorum… Hepimiz yolcuyuz bu yaşamda… Bunu iliklerime kadar hissediyorum! Toprağın üzerine uzanmış onlarca hastanın bana gülümseyerek baktığı o anı ve o kadim ezgileri asla unutmayacağım. Şükürler olsun! Yolcu olmanın güzelliğini hissetmek ne hoş! Yolcu yolunda gerek…”
                                      (Arama Kurtarmacının Günlüğünden- 12 Temmuz 2008 - Batı Afrika/ Nijer)
Afrika’nın ıssızlığında, Dede Efendi’nin ilahileri gönlümüzden dudaklarımıza yol alırken, Afrika ezgileri ile yol olmayan savanlarda ve çöllerde durmaksızın ilerliyorduk. Çöl, hortumlar, yaban hayvanları ve türlü tuzakları ile yolumuzu kesebilirdi… Ancak yapmadı… Cenab’ı Allah bizlerin ihtiyaç sahiplerine doğru yol almamız için Çölü uysallaştırdı…

Dua ediyorduk: “Allah’ım bize yardım et, halimize acı… Veren el olmamıza izin ver…”

***
Birçok gönüllü kuruluşun bir araya gelerek organize olduğu “Afrika Gönüllüleri” ile beraber Afrika’nın en ücra köşelerinden biri olan Nijer’in Teseau Bölgesine ulaşmayı başardık. Buraya yaklaşık bir saat mesafedeki Ague’de Türk Hekimleri tarafından çeşitli ameliyatlar yapıldı. Görevlerimizden biri de bahçede bulunan ve adeta dilek ağaçlarını andıran bizim hastalara ait serumları iplerle bağladığımız,   “Serum Ağacı” adını verdiğimiz ağacın altında yatan hastalarla ilgilenmekti. Psikiyatr Dr. Mustafa Merter ile beraber hastaların serumlarını takip ettik, gerektiğinde yaralarına pansuman yaptık, onlara manevi destek vermeye çalıştık.

Elimizden geleni yaptık… Öğrencilerimizin biz seyahate çıkmadan önce bana verdiği parmak bebekler, balonlar ve minik toplar ile çocukları neşelendirmeye çalıştık. Onlarca aile ile dost olduk…

“Serum Ağacı”
Başlarında beyaz sarık ve bellerinde kılıçla heybetle karşımızda duran Tuareg kabilesinden bu yiğit insanlarla tanışıp onlarla el sıkışarak, gözden gönüle anlaştık… Bu insanlar bizleri beklemişti ve büyük büyük babalarının Osmanlı vatandaşları olarak Afrika’nın içlerine kadar geldiğini ve köklerinin “Türk” olduğunu hararetle anlatmaya çalışıyorlardı. Vücutları zafıftı, fakir oldukları o kadar açıktı ki… Ancak göğüsleri önde, omuzlar geride ve ağır ağır yürüyorlardı. Yüzleri tamamıyla kapalı ve yalnızca gözleri açıktı.  “Osman” adlı Tuareg kabilesinden bir Nijer askeri, Osmanlı İmparatorluğu zamanında atalarının yaptığı yolculuklar ile bu bölgeye geldiklerini  bizlere anlatırken gözlerimiz doluyordu… Bu insanlar hiçbir maddi beklenti olmaksızın karşılıksız olarak yaptığımız gönüllü çalışmalarımızın karşılığını, atalarının öykülerini bizlerle paylaşarak ve gözlerindeki gülümseme ile vermeye çalışıyorlardı adeta…

“Serum Ağacı” altında saatlerce hastalar ve biz gönüllüler için dua eden, gözleri ışıl ışıl parlayan, o yaşlı ve bilge bakışlı adamı da hiçbir zaman unutmayacağım. Onun yanından geçerken yüreğime gelen heyecan ile, kana bulanmış yere, bu temiz ruhlu insanların toprağına az kalsın yığılıp kalıyordum. Bu insanlar ve biz gönüllüler  bu ağacın altında, ihtiyar dudaklardan dökülen duaların ve ameliyat olmuş minicik çocukların iniltilerine karıştığı bu bahçede adeta “bir” olduk… Belki de bir daha hiç göremeyeceğim dostlarımın teslimiyetine şahit oluş ile paramparça oldu kalbim… Kim kime yardım etmiş bilinmez…

377.000 kişiye yalnızca bir doktorun düştüğü bu bölgede çalıştıktan sonra, teslimiyetin ve hizmet aşkının yaşamımda daha sağlam temellerle oturttuğumu hissediyorum… Kum fırtınaları, elektrik ve su sıkıntısı, yüksek sıtma riski, hijyenik olmayan yaşam koşulları, uzun ve yorucu kara yolculukları, amansız sıcak ve yüzlerce hastanın tedavi görmek için oluşturduğu uzun kuyruklara rağmen, çalışmaya devam eden gönüllülerin gösterdiği kahramanlığı ve fedakarlığı asla unutmayacağım. Afrika Gönüllüleri organizasyonunda büyük emekleri bulunan değerli koordinatörümüz İbrahim Ceylan Beyefendi’nin bir kaza sonucu yaralanan ayağına rağmen, gece gündüz yılmadan çalışması gönüllülüğün ne olduğunu yeniden düşünmemi sağladı.

Bu yıl da Somali, Nijer, Moğolistan ve Pakistan’daydı Afrika Gönüllüleri… Türk Bayrağı’nın neşe, aşk ve muhabbetle karşılandığı diyarlardaydı Afrika Gönüllüsü Türkler… Dünya’nın en ücra köşelerinde hizmet ettiler. İsimleri tarihe geçmedi, kıymetli fedakarlıklarla yollara düştüler ve  gönül dünyamızda unutulmaz izler bıraktılar. Afrika’da görev yapan ağabeylerimizi ve ablalarımızı unutmamız mümkün değil…

 Emrah Altuntecim

Kaynak: www.gencgelisim.com