Kişide
ne kadar çok toplumsal şartlanmalar, tabular, keskin sınırlar, özgüvensizlik,
kendini kabullenmeme varsa, o derece kişi egosuna yenik düşer, kendisine köle
olur, başkalarını da kendini tatmin etmek için kullanmaya kalkar.
Ego, sahte
kişilikler doğurur, ego hırstır, ego şiddete götürür; ego ''hep ben haklıyım''
dedirtir, ego kişiyi boşluğa götürür ama kişi bunu fark edecek zihinsel donanımı
yitirdiği için göremez; ego hep açtır, doyurdukça acıkır, acıktıkça kurban arar
kendine sürekli.
Egoda
kaygılar çoktur. Korkular kişiyi yönetir; kişi korktuğu için başkalarını
kontrol ederek, etrafında olmasını isteyerek çaresizliğini kapatmak ister. Yalnızlığını
bastırmak için fanatik olur, aşırı eğlenme ihtiyacı duyar; yalnızlığını
kapatmak için, ego kişiyi lüks konfor isteklerine köle yapar. Kişi kendisine
yetmemeye başlayınca, dışsal araçların yönettiği bir köle olur, korkuları fazla
olan edilgen olur; derin ihtiras içinde olur ve aşırı cinsel istekleri olur ki,
aşırılıklar korkuların eseridir.
Ego, bilincin hâkimiyeti, bilinçaltının
karanlığa hapsidir. Bilgi arttıkça içsel zenginlik artar, özgüven artar ve
karanlık yapı gün ışığına çıkar. Kişi, dışarıda olup bitenlerin, başına
gelenlerin aslında kendi içsel yaşantısın sonucu olduğunun farkına varır. Egosal
insanda sevgi yerine korkular vardır. Ego içsel zafiyetlerin kişiye hükmetmesi
ki, şiddet eğilimli insanlar içsel zafiyetlerini görüp değiştiremeyen, onların
verdiği sıkıntıyı dışsal dünyayı kontrol etmekle telafi etmeye çalışan süreçtir.
Egoda
özeleştiri yoktur. “Ben haklıyım” kör inancı, kişinin yaptığı hataları
görmesini engellediği için, kişi toplumda zamanla dışlanabilir, güvenilmez
olarak algılanır.
Ego, yanlış,
eksik toplumsal koşullanmaların kişi tarafından daha çok çocuklukta
içselleştirilmesiyle oluşur, kişiliğe nüfus eder. Egosal insan gelişime,
öğrenme esnek düşünmeye eğilimi azdır, birçok şeyi çok iyi bildiğini sanır,
insanları anlamak onlardan öğrenmek yerine onları kendince bir kalıba sokmaya, yönetmeye,
ihtirasları için kullanmaya sevk eder. Egosal insan, aslında zayıftır,
güçsüzdür ama bunu bastırmak için başkalarına güçlü cesur imajı çizer. Unutulmamalı
ki korkak insan bunu bastırmak için başkalarına karşı üstünlük taslar; “ben
büyüğüm” mesajı verir, ama cesur insan, içsel uyumu olduğu için onay alma, beğenilme
beklentisi içinde olmaz.
Toplumda
kibirli insanlar aslında çok zayıftır; aşağılık kompleksi içindedirler ki bunu
kapatmak için egonun oyunu olan başkalarına karşı türlü etkenleri (makam, para,
çekicilik, otorite, v.s.) kullanarak önemli olduğunu hissettirmeye çalışır.
Güçlü insan, gücünü dışarıdan üstünlük elde etmekten değil, içinden, ruhsal
doyum noktalarından alır. Bireyde ne kadar çok yüzleşmeler olursa, o derece
hayatının kontrolünü eline almaya çalışır insan.
Başkalarına
göre mutlu olup olmamak, başkalarını kıyaslayarak onların yapılarına göre
kendimizi değerlendirmek sahte bir algıdır. Kendi gerçek gücümüzü reddetmemize,
enerjimizi olumsuz yapmaya iter. Hayatta beklenti gerekli; bunun yanında
beklenti için özveri ve çalışma olmazsa, o beklenti bir nevi egonun kişiyi uyutur,
kişiyi engeller. Beklenti yaratmadan, olanı olduğu gibi kabul etmek ve
kendimizi akışa bırakmak birey olarak yapmamız gerekendir. Teslimiyet, bizim
yükselmemiz için sahip olmamız gereken erdemlerden biridir. Özümüze yani aşka,
sevince ve her daim mutlu olmaya bir adım daha yaklaşmak için beklentileri
bırakıp, anda kalmalı ve yaşamın bize sunduklarını sevgiyle kabul etmeliyiz.
Hayatınızı duraklarda beklemek yerine akışta hareket halinde ve kendi
sorumluluklarınızın farkında olarak geçirmenizi dilerim. Kendisini kendisinde
bulamayanlar, başkalarında kendisini arar; ama bulduğu yine kendisindeki
negatif yanlar olur. Kişi kendisini kendisinde bulursa ancak başka insanları da
görür, algılar, sağlıklı empati kurar, güven dolu ilişkiler yaşar.
Kendisini
sevemeyen, neyi bilip bilmediğini bilmeyen, gelişmeyi sevmeyen, kendisini
eleştiremeyen, başkalarının gözünde kendisini göremeyecek kadar benliğinden
kopmuş olan kişiler asla başkasına sevgi besleyemez. O tip insanlar, sevgi adı
altında içlerindeki negatif yönlerin telafisi için başkalarını ister, sahiplenmek
ister. Özgüven sorunu yaşayan, benlik algısı çok zayıf olan bu tipler,
istediğini alamayınca hakarete, iftiraya kadar süren acizlikler içine
düşebilir.
Unutulmamalı
ki, iç dünyasında uyum, kabullenme, barış olan, çevresiyle uyum kuran,
hayatında boşluklara izin vermeyen, başka insanların farklılıklarına saygı
duyabilen, korkularını aşabilen insanlar gerçekten sevgi verebilir, çünkü içsel
anlamda tatminkâr olduğu için başkasını egosuna, nefsine kurban etme ihtiyacı
duymaz; sevgi adı altında kendisine köle aramaz, zulüm hakaret etmez. İçinde
iyilik olan iyilik yapar, sevgi olan sevgi verir, zarar vermez.
Toplumsal
koşullanmalar ne kadar negatif yönde güçlü olursa, o derece sınırları kesin
olan, egoları ağır basan, esnek düşünemeyen insanlar oluşur ki, yüzeysel
düşünerek kemikleşir bu durum. Okumak, kendini bilmek için bilgilenmek, bu
noktada hayata tutunmanın diğer adıdır. Okumak, bir bakıma kişinin okumadığı
süre içinde çekeceği acıları sezip bu acıları göze alamamasının doğal sonucudur.
Ne
kadar sosyal öğrenme için uygun olan “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözü
toplumda karşılık bulup okumama eğilimi artıyorsa da var olan öğrenilmiş
çaresizliğe direnmek, cesaretle “Ben bilmiyorum” demek, yaşam içinde kişinin
içindeki derin potansiyeli çıkarma adına güçlü bir adımdır. Hakikaten “Bilmemek
mutluluktur” derken, kişi kendi içini fark ettiği için gelişme ihtiyacı duyar. Kendimiz
için okuduğumuz zaman başkalarını da çok daha iyi anlarız, o zaman ortaya
harika yaşam oluşumları çıkar.
Kişinin
başkalarını, başka düşünceleri, fikirleri objektif olarak algılaması için kendi
içsel doğasının gerçeğini, yapısını, özelliklerini bilip var olan potansiyelini
kullanması gereklidir ki kendi farklılığının farkındalığını bilmeyen kişi,
hangi sıfatlara sahip olursa olsun, dış dünyayı görmek istediği gibi görür,
başka pozitif durumları görse bile kendi dünya algısına uymadığı için görmemezlikten
gelebilir…
Bu
noktada birey okumada önce kendi içsel doğasını tutarlı olarak görmeli, neyi
düşünmesi gerektiğinden önce “nasıl düşündüğünün” farkına varmalı. Bir bakıma
okumak, önce kişinin kendi içsel donanımını, kendi fabrika ayarlarını
tanımasını sağlamalı. Diğer türlü kişi yanlı, tutarsız, evrensel olmayan, dar
bir bakış açısıyla mantık yürütür. Başkalarını anlamadan veya anlamak istediği
gibi anlayarak hayata yön verir ki, bu ruhsal boyutta kişide çatışmalara neden
olur, negatif izler bırakır. Okumak aynı zamanda sosyalleşmek için de hayati
öneme sahiptir. Yeteri kadar bilgilenme olmadan sosyal hayat deneyimleri
gerçekten kişiyi sosyal yapmaz, kişi için bu noktada sosyallik belli bir takım
kısır döngü alışkanlıkların tekrarı olur. Sosyallik, çokça gezmek, yer
görmekten ziyade bireyin kendi içsel dünyasına mana katacak, onun kendisiyle
yeniden bütünleşme ihtiyacına cevap verecek durumları içerebilmeli. Okuma
alışkanlığı insanın sosyal hayatta amaçlı olmasına, zamanı verimli etkin
kullanmasına harika olanak sağlar.
Din,
statü, konum, zenginlik, v.s. hangi etiket olursa olsun, dünyanın neresinde
olursa olsun değişmeyen kural şu: Egosuna, yani nefsine yenik düşen kişi,
kendisini tatmin etmek için başkalarını araç olarak görür, bu uğurda şartlara
göre türlü zararlar verir ki bu tarz insanların sahip olduğu sayılan
etiketlerin hiçbir hükmü yoktur, o sadece ambalajdır, içi ise kötülükle
doludur.
Nefsine
köle olan kendisine başka düşman aramasın; kendisini olduğu gibi kabullenmeyen,
gelişmeyi sevmeyen, sevgi aşk, saygınlık aramasın; önce ruhsal yönden
sapmalarını görüp, gerekirse yardım alsın. Bu hayat özeldir herkes için ve bu
harika ömrünüzü başkalarının egosuna, içsel zafiyetlerinin telafisi için kurban
vermeyiniz. Sahiplenme, derin ihtiraslar hastalıktır ve bu tarz insanlar
potansiyel tehlikedir başkaları için.
Çoğu
insan aslında sevgi, aşk aramaz; istedikleri özgüvendir, değerli olma
istediğidir, onaylanmaktır. Fakat kişiler kendi benliklerinden öylesine
kopmuştur ki başkalarına “sevgi” diye anlattıkları, aslında eksikliklerini
kapatma, kişiliklerini telafi etmedir. Psikolojik ihtiyaçları zamanında
karşılanmamış, olgun olamamış, aklıyla değil de duygusal refleksleriye,
egosuyla düşünen kişiler hayattan haz alamaz, başkalarına huzur veremez,
özeleştiri yapamaz, etiketler, yargılar, kişiliklerinin değişimi için herhangi
bir neden göremez. Onlar her şeyi bilir çünkü(!)
“Ne olmuş ki bana yani…” tarzındaki
zavallı ifadelerle içlerine düştükleri çukuru sağlama alırlar. Ego yani nefs, kişinin şeytanıdır, kişiyi yanlışa sürükler
ama kişi bunun yanlış olduğunun idrakinde olmaz.
Egomuzun
oyunlarını fark edip daha pozitif olabiliriz,
Yanlış
çekirdek inançlarımızı fark edip, olumlu inançlar edinip, zihnimizdeki
engelleri aşabiliriz.
Yaşam cesurları
sever ve siz daha çok cesaret edip pozitif değişiminizi arttırabilirsiniz.
Unutmayın;
yaşadığınız her ne varsa onu kabullenin, reddettiğiniz her yönünüz, sizde başka büyük sorunların temelini atar.
Yaşam
sorumluluğunuzu nasıl alacağınızın süreçlerini öğrenince gerçekten değişimin
hazzını yaşayacaksınız.
Mutlu,
doyumlu bir yaşam dileğimle...
Halil Kırık
Dahi Beyin Blog