Çocukluğum
sırasında duyduğum, yaşanmış bir av öyküsü var. İsimlerini şimdi hatırlayamadığım
iki kişi, bizim Marmara Gölü’ne avlanmaya gidiyorlar. Av esnasında ikisi de
aynı anda atış yaptıklarından, avı kimin vurduğu belli olmaz diye, önceden
aralarında anlaşmışlar. Av boyunca ne vururlarsa, eşit olarak bölüşecekler. Ama
evdeki hesap, pardon, avdaki hesap paylaşmaya uymamış.
O günkü av biraz kesat
geçmiş. Topu topu üç uçarı düşürebilmişler. Ufak bir karatavuk, orta halli bir
ördek ve kocaman bir kaz. Avcılardan biri oldukça uyanık, diğeri kendi halinde
bir adam. Uyanık olanı öneride bulunuyor; “istersen kazı ben alayım, ördekle karatavuk
sana kalsın; istersen ördekle karatavuğu sen al, kaz benim olsun” diyormuş.
Öteki karar veremedikçe de aynı formülü tekrarlayıp duruyormuş. Sonunda nasıl
anlaşmışlar, bilmiyorum ama saf adam kahvede olayı anlatırken şöyle diyormuş:
“Ha bire konuşuyordu, ben de dinliyordum. Be Allah’ın kulu, ne yapıp ediyor kaz
hep ona kalıyordu. Bir kerecik kaz benden yana geçse hemen he diyecektim emme
olmadı.”
Şimdilerde iş hayatımızda, istemesek
de bazı paylaşma olaylarına tanık oluyoruz. Daha doğru bir deyişle, hakemcilik
oynuyoruz. Ya ikinci kuşağın aymazlığı sonucu huzuru bozulan ortaklar, ya da
yukarıdakilerin(!) aymazlığıyla doğan krizler sonucu işleri bozulan bazı kadim
dostlar, ayrılmak zorunda kaldıklarında benden hakemlik yapmamı istiyorlar. Ben
de paylaştırma işine başlamadan önce bu av öyküsünü anlatıyorum. O zaman,
ayrılmak isteyen ortakların biraz daha ölçülü davrandıklarını hissediyorum.
Girişimci, dürüst ve âdil olmak zorundadır. Ayrıca, öyle
olduğunu karşı tarafa da hissettirmelidir ki arada güven duygusu oluşabilsin.
Dürüstlük, kazanırken verilen emeklerle başlar; paylaşırken ortaya konulan
tutumla tam olarak kendini belli eder. Bu konuda duyduğum çok ilginç bir
tekerleme var: “Keser gibi olma; hep bana, hep bana. Kürek gibi olma; hep sana,
hep sana. Testere gibi ol; hem sana, hem bana.”
Paylaşmak, gerçekten bir sanattır. O sanatla birlikte;
paylaştıranın dürüstlüğü, olgunluğu ve özverili olup olmadığı ortaya çıkar.
Özellikle paylaştıranın işveren olması durumunda, daha dikkatli davranmak
kaçınılmazdır. Çünkü, çalışan her zaman daha fazlasını umar. O anda kazanılanın
hesabını yapar. Yarınların ne olacağı konusunda pek fazla titiz değildir.
Hatta, kazandırdığını düşündüğü değerin tamamında kerameti kendinden bilir.
Öyle olunca da haksızlığa uğradığını düşünür. Tatmin edici bir yanıt almadıkça
mutsuzluğu artar, verimi düşer. Gerçek girişimci bu durumları gözardı
etmemelidir.
Ne mutlu, gerçekten hak ettiğini bilenlere ve
hakkı sahibine teslim edebilenlere.
Gazanfer Sanlıtop
Dahi Beyin Blog
Çok güzel doğru bir anlatım olmuş.
YanıtlaSil