Gül Yüzlü
Sultan evindeydi.Sonsuzluk alemiyle mi bağlantılıydı,
ibadet mi ediyordu, düşünce halinde miydi?
Boş oturmuyordu şüphesiz. Boş oturacak
zamanı olmaz insanın. Bir toplumun, insanlığın, alemlerin önünde, yolunda
bulunan, her şeyiyle onlar için eşi bulunmaz bir model, rehber, yol gösterici
ve örnek olan bir insan/peygamber için dolu dolu yaşanırdı hayat.
Onun bütün eylemleri, düşleri ve
düşünceleri, sözleri ve davranışları, Allah’a daha yakın olmanın ve insanların
iki dünya mutluluğunun çabasıydı.
Küçük bir çocuk çıkıp geldi, girdi
yanına.
Çocukları çok severdi o. Çünkü bir
toplumun, insanlığın geleceği, zenginliği,
güzelliği, en kıymetli hazinesi, dünya hayatının süsü ve birer imtihan
sebebiydi çocuklar. O onlarla oynardı, kucaklardı, zaman zaman sırtına,
hayvanının terkisine alırdı, büyük insanlar gibi oturur konuşur, dinlerdi
anlattıklarını. Sevgi, şefkat, merhamet ve ilgi gösterirdi. Yaptıkları ve
yapmadıkları şeyler için azarlamaz, bağırmaz, kaba davranmaz, çocukluğuna
verir, hoşgörüyle yaklaşırdı.
Çocuklara karşı ilgisiz ve sevgisiz
davrananlara derdi ki hüzün içinde:
-Allah sizin kalbinizden merhameti
çekip almışsa ben ne yapabilirim? Merhamet etmeyene merhamet edilmez!
Onun kapısı açıktı herkese.
Derdini, tasasını, isteğini,
beklentilerini, sözünü
söylerdi
rahatça. Bilirdi ki o kapıya gelenler, elleri boş döndürülmez, kalplerin
kırıklığı, kanayan yarası, ihtiyaçları giderilirdi. Orası sevgi, merhamet, şefkat,
hoşgörü çağlayanıydı sonsuzluktan akıp gelen. İnsan, insan olduğu için,
kendisini yaratandan dolayı önemli ve değerliydi orada.
Çocuk içeri girdi, yaklaştı, selam
verdi.
Annesinin bir gömlek istediğini,
söyledi.
Dertlere dermanı, yaralı kalplere
ilacı, açlara yiyeceği, çıplaklara elbiseyi o bulurdu ancak.
Bir ev ki, orada günlerce tencere
kaynamaz, bir sıcak çorba pişmezdi. Bir parça kuru arpa ekmeği veya bir iki
hurma tanesiyle yetinilirdi çoğu zaman. Üzerinde yatılacak yumuşak bir döşek
bulunmazdı. Kuru bir hasırın izleri çıkardı en güzel yüze hep. Giyilecek elbise
denildiğinde, örtülmesi gereken yerleri örtecek ve ibadet edecek kadar bir şey,
bir çul gelirdi akla sadece. O hiçbir zaman iki parça elbiseyi, kürkleri, kat
kat elbiseyi bir arada görmemişti. Evinde olan şeyleri yoksullara dağıtırdı
hemen. Gardıropları ağzına kadar çeşit çeşit elbiseyle dolu olanlar ne bilsin,
nasıl anlasın o günleri ve yaşanan hayatı?
En Sevgilinin üzerindekinden başka
bir gömleği yoktu. Yalnız sırtında bir gömleğinin olduğunu bildirdi çocuğa. Ne
yapabilirdi? Birisi bir giysi getirirse verebilirdi ancak. Sabırla
bekleyeceklerdi ikisi de. Başka bir zaman gelmesini söyledi çocuğa gönüllerin
gülü. O zamana kadar bir hal çaresi bulunur, bir kapı açardı rahmet
hazinesinden Allah. O, en güzel vekildi çünkü.
Çocuk gitti mahzun bir kalp ile.
İhtiyaçları karşılanmamışsa boynu ve beli bükülürdü
kişinin. Ağır bir durumdu bazı şeylerden yoksun, yoksul, aç, sefil, perişan,
hayat karşısında çırılçıplak yaşamak.
Çok zaman geçmedi ki geldi çocuk,
Sevgililer sevgilisinin karşısına. Dedi ki ümit içinde:
-Annem sırtınızdaki gömleği istedi
Ya Rasülallah!
Mecbur olmasa, zorda ve darda
kalmasa, istemezdi böylesine.
Sevgi, şefkat ve merhamet madeni
mahzun nebi odasına girdi. Sırtındaki gömleği çıkardı, çocuğa uzattı perde
gerisinden. Tarifi imkansız bir sevinç ve mutluluk içinde oradan ayrıldı çocuk. Koşarak vardı annesine.
Namaz zamanıydı.
Bilal ezan okuyordu.
Billur sesi çağlıyordu Medine
sokaklarında, yankılanıyordu göklerde, karşılık buluyordu gönüllerde bu öteler
soluklu sonsuzluğa çağrı. Akın akın
koşuyordu mescide herkes. Rahmet, mağfiret, şefkat denizinde yıkanmaya,
kirlerinden arınmaya gidiyordu insanlar.
Mescit doluydu.
Saflar tutulmuştu.
Büyük huzura durulmuştu.
Hayatın anlamı, nedeni, niçini,
gerekçesi, yapıp etmeleri sorgulanacaktı. Yeniden niyet edilecekti yaşamaya en
güzel biçimde. En temiz, en güzel, en anlamlı, en dürüst ve bembeyaz bir sayfa
açılacaktı bir daha kirletmemek kararlılığıyla yarınlar için.
O bekleniyordu.
En sevgili, gönüllerin gülü gelecek
ve götürecekti onları en güzel günlere, cennet iklimlere, çiçekler arasına,
öteler yamaçlarına.
Fakat yoktu o, görünmüyordu.
Neredeydi, niçin gecikmişti?
Bir an bile ondan ayrılığa,
cehennemin alevlerine rahmet okutan yakıcı ateşine ona hasretin, dayanamazlardı
bir lahza yokluğuna.
O onlara hayat bahşeden sevgi,
şefkat, merhamet ve ümit kaynağıydı bitip tükenmeyen.
Her şey geliyordu akıllara.
Hasta mıydı yoksa, Allah korusun,
bir şey mi olmuştu, emri hak mı gerçekleşmişti, ölüm meleği alıp götürmüş müydü
en güzel gülünü gönüllerin?
Çıkıp baktılar birkaç kişi.
Gördüler ki o şefkat, rahmet ve merhamet
peygamberi odasındadır. Üzerine giyecek bir şey bulamamıştır. Üstünü örtüp
namaza çıkamamıştır cemaatin arasına. Gömleğini kadına verdiği için gömleksiz
kalmıştır en sevgili.
Onlar öyleydi, ya biz, ya biz dostlar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder