Yarış


         
 Gül devriydi.Güller yetişiyordu gül bahçesinde en güzelinden, renk renk, çeşit çeşit, cennet kokulu.
İnsanlara güzellikleri ulaştırmak, her yana, herkese bir dal gül sunmak en güzel goncadan. Ve  bir cennete dönüştürmek hayatı, dünyayı.

            Bütün çaba bunun içindi, çekilen onca çile, zahmet, kahır, yokluk, sürgün… Nice bin, yüz bin milyon kere milyon filiz, yaprak, çiçek ve meyve versin diye her bir sürgün. 
          Zorluklarıyla kolaylıkları, güzellikleriyle çirkinlikleri, zahmeti ve rahmeti, nimeti ve külfeti, uyanıklığı ve gafleti, yokluk, darlık veya varlığı, her şeyi iç içeydi zamanın.
           Sıkıntılı günler geçiriyordu Medine.
           İçindeki düşman bir yandan, dışındaki bir taraftan, ablukaya almış, sıkıştırıyor ve yokluğa atmak istiyordu canları.
           Gayret vaktiydi, çalışmak zamanıydı o demler.
           Her zerresi aşk ile coşmalı ve düşmeliydi yola herkes.
           Ölüm kalım meselesiydi bu, var olma, diri kalma, hayatta yer bulma gayreti.
           Öyle bir an ki, bir kez kaçırılırsa fırsat, geri dönüşü olmayan bir yoldu girilen.
           Herkesin bu çorbada tuzu bulunacaktı.
           Gül devrinin gülü, en sevgili haber göndermişti halka.
           Varı, yoğu, kalbi, kafası, bedeni, malı ve canıyla katılacaktı bu yarışa gönül insanları.
           Neye sahipse herkes, en iyisi, en güzeli, var olanı, sahip olduğu şeyin en değerlisini koyuyordu ortaya çekincesiz.

            Müthiş bir yarıştı bu.
            Ömer diyordu:
            -Bu sefer geçmeliyim Ebubekiri!

            Kıskançlık, çekemezlik değil, Allah yolunda tatlı ve heyecanlı bir yarıştı onlarınki. Güzel bir alış verişti sonunda cennet bulunan…


           Ebubekir diyordu kendi kendisine:
           -Yarını görmeyebilirim. Neyim var, neyim yok, koymalıyım ortaya… Geride kalanlara Allah kerim.

           Önce Ömer geldi, boşalttı gönül kucağında ne varsa. Gül yüzlü sevgili sordu:
            -Eşine, ailene, çocuklarına ne bıraktın ey Ömer?

             Ömer gözleri ışıl ışıl, görevini yerine getirmenin huzuruyla cevap:
             -Bu kadar da onlara bıraktım!

             Çok vakit geçmedi ki çıka geldi Ebubekir. Döktü orta yere her şeyini. Çekildi bir kenara ilkin ikincisi. İlklerin ilki ilk olanın yanında her daim.

             Güzeller güzeli sordu ona da:
             -Ailene ne bıraktın ya Ebubekir?

             Derin bir mahcubiyet, utanç ve yarım kalmışlığın, ortaya koyacak daha bir şey bulamayışın sıkıntısıyla kıvrandı yerinde, kelimeleri ağır bir yük gibi bıraktı ağzından:
             -Allah ve Rasülünü bıraktım, yetmez mi?

             Ebubekir’di bu!
             İlklerin ilki ilkin yanında.
             Mümkün müydü onu geçmek hayırda, iyilik ve güzellikte yarışta?
             O her zaman önde, zirvede, ilkler arasında bir ilk.        
             Onun eteklerine tutunan tutunuyordu en sevgilinin eteğine sonsuzluk yolunda.

             Gözler gülüyordu sevinçten.
             Yüzler ışık saçıyordu  yeryüzünde birer güneş gibi koyu karanlığı aydınlatan.
              Sarıp sarmalıyordu birbirini sevgi, şefkat ve merhametle gönüller.
              Her şey güzel olacaktı, güzel!
              Geliyordu güzel günler!


 Dahi Beyin Blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder