Ruha İnanmayan Ruhçular



Ayette: “ (Ey Habibim!) Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size çok az bilgi verilmiştir.” (İsra,17/85)  buyruluyor.
Bediüzzaman ise: “Ruh, zîhayat(hayat sahibi), zîşuur (Akıl sahibi, şuurlu), nûrânî (nurlu, parlak), vücud-u harici (varlık sahasında olan) giydirilmiş; camî(geniş, kapsamlı) hakikatdar (hakikatlı), külliyet (genellik) kesbetmeye(kazanmak) müstaid (kabiliyetli) bir kanun u emirdir. (Allah’ın “Ol!” emri ile meydana getirdiği “emir alemine “ ait.” der.
Ruhun kendine göre nurani bir kılıfı vardır. Bu nurani kılıfa “misali beden” denir ki adeta o içinde bulunduğu bedenin dublesi gibidir.
Ruh maddeden ibaret değildir. Yani bir nevi ruh, maddi alem dediğimiz şu görünen aleme ait değildir. Atomların bir araya gelmesiyle hasıl olmamıştır. O melekler gibi, Allah’ın emriyle meydana gelen zişuur, nurani, kanunlardan ibarettir. Ruh beden içinde olduğu müddetçe, belli kayıtlar altındadır. Ancak, bedenden kurtulduğu an (beden öldüğü an) ruh, külliyet kazanır ve her türlü kayıttan kurtulur.
Yani, apayrı bir buudda görüş ve hissedişi cereyan eder.
İnsanlarda, bedeni canlı ve diri tutan ruhtur.
O zaman, hem bedene bakım yapılmalı hem de ruha.
Hem beden beslenmeli hem de ruh. Hem beden temizlenmeli hem de ruh. Yani, ruh olmadan beden bir nevi hiçbir işe yaramaz. Şöyle de diyebiliriz sanırım:
Psikologlar ve Psikiyatrlar, insanın manevi hastalıklarını çözen (iyileştiren) doktorlardır.
İnsanın hem bedeni hastalanabilir (göz, kulak, kalp, beyin…gibi) hem de ruhu hastalanabilir. Bu çok çok normaldir. Bedeni hastalıklar, ilaçla, neşterle bir şekilde iyileştirilebilir.
Şifa için değişik hastaneler kurulur; Göz Hastanesi, Göğüs Hastanesi, Kalp Hastanesi, Onkoloji… gibi…
Bir de Ruh Hastanesi vardır. Bunların adı ise Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesidir.
Ruh sağlığı çoğu zaman beden sağlığından önde olmuştur. Çünkü akıl sağlığında sıkıntısı olan insanların bir kısmı insanlık normlarının dışına çıkabilmektedirler. Bir kısmı ise normaldir. Zararsızdır yani. Kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Topluma çok zararları yoktur. Diğerlerinin(bizlerin) yaptıkları davranışlar onlara anormal gelir. Kendilerine göre bir dünyaları vardır. Ve davranışlarında da o dünyalarının kuralları geçerlidir. Masumdur bunlar. Biraz ilgi ve bakım yeterlidir. Biraz da sevgi ve şefkat.
İnsanlık normlarının dışına çıkan kısmı ise çok tehlikelidir. Ruhun ve akılın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatır bize bunların davranışları.İnsanın insan olması ve insan gibi davranması çok çok önemlidir.Çok uzaklara gitmeyin. Henüz birkaç gün öncesinde televizyon ve gazetelerde boy boy resimleri çıkan kişi, komşusunu öldürmüş, ardından da etini yemişti. Görünüşte bedenen çok sağlıklı olan bu kişinin ruhunun hasta olmadığını kim söyleyebilir ki?
İnsanda şehvet duygusu vardır. Bu bir ihtiyaçtır. Uygun zaman, zemin ve durumlarla (evlilik müessesesi gibi…) bu ihtiyacını giderir. Peki, henüz iki – üç yaşındaki kız/oğlan çocuklara saldıran ve onlara tecavüz etmeye yeltenen görünüşte insan olan mahluklar için ne diyeceğiz.
Denecek tek şey var. Hem ruhu hem de aklı hasta. İnsan, insan olmaktan uzaklaşmış, tedaviye ihtiyacı var.
Uç örneklerdi belki de verdiklerim. Akıl ve ruh sağlığında problem olup da etrafına çok zarar vermeyenler de var. Onların da tedaviye ihtiyaçları var. Onlar için de akıl ve ruh sağlığı hastaneleri açılmış. Bu hastanelerde çalışan, Başhekimden, doktorlarına, hemşireden müstahdemine kadar herkes bu tür hastaların iyileşmesi için olanca gücüyle uğraşmaktadır ve uğraşmak zorundadır.
Sadece tek soru sormak istiyorum.
Önemli bir soru. Ruha inananlar için problem yok. Peki, bu hastanede çalışanlar, insanların öldüğü zaman (yani bedenin stop ettiği zaman) yok olacağını düşünüyorlarsa. Ruhun olmadığına inanıyorlarsa. Öbür taraf (ahiret) inançları yoksa. Yani ruhun varlığına inanmıyorlarsa, kendilerince var olmayan ruhu nasıl tedavi edecekler?
Ruhun varlığına inanmayan biri, ruhu hasta olan birini nasıl iyileştirecek?
İnsan sadece maddeden müteşekkil değildir. İnsanı insan yapan ruhudur. İnsanı bu dünyada yaşatan, öbür tarafa (ahirete) olan inancıdır.
Doktorlarımıza sesleniyorum:
İnsanı, kandan ve irinden oluşan bir kemik ve et yığını olarak görmeyin lütfen.
Onlar insan…
Onlara gülümseyin…
Sadece bedenlerine değil ruhlarına da seslenin…
“Temel ile Dursun çocukluk arkadaşlarıymış. Yıllar sonra bir gün köylerinde tekrar karşılaşmışlar. Temel, Almanya’ya gitmiş oraya yerleşmiş. Köye geldiğinde ise burnu havada, ukala bir tip olarak gelmiş. Dursun ise köyde kalmış ve tarla ve hayvanlarıyla uğraşmaya devam etmiş. Saçı başı ağarmış, beli iki büklüm olmuş.
Bunu gören Temel, Dursun’a takılmak için: “Ula Dursuuunnn!” demiş.
“Biliyor musun? Sen bir gün vakit gelince öleceksin. Ben köyde olursam diğerleriyle beraber seni yıkayacağız. Kefenleyeceğiz. Sonra da aha şu toprağa mezar kazıp gömeceğiz. Senin bedenin çürüyüp toprak olacak. O toprağın üzerinden otlar bitecek. Senin şu inekler var ya…! Ahhaa, onlar da gelip o otları yiyecekler… Sonra karınlarında karıştırıp, karıştırıp paaattt diye ….  olarak bırakacaklar. Ben de geleceğim. O, … a bakacağum ve diyeceğum ki: “Ula Dursuuunnn! Şuna bak! Neyduunn ne olduuunnn?”

Dursunun canı sıkılmış bu benzetmeye. Ama bir şey diyememiş önce. Bir müddet düşündükten sonra “Ula Temelll!” demiş…
“Ula Temel! Bekli de sen benden önce öleceksin. İşte o zaman seni Alamanya’lardan alıp buraya getirecekler. Seni ben yıkayacağum. Sonra ceneze namazinu kılacağuz. Sonra seni kefenleyüp aha şu tarlaya bir mezar kazup gömeceuz. Senin de cesedin çürüyecek. Toprak olacak. Üzerinden otlar bitecek. Benim şu gördüğün sarı inek gelecek o otları yiyecek. Sonra karnında karıştırıp, karıştırıp paaattt diye seni .… olarak bırakacak. İşte o zaman ben geleceğum. Sana uzun uzun bakacağum. Sonra diyeceğum ki: “Ula Temel! Hiç değişmemişin. Yaşarken de  …. dın, öldükten sonra da…”

Dahi Beyin Blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder