Akrebin İğnesi



Hepimiz insanız ve eşref-i mahlukat üzere yaratıldık. Doğduk, büyüdük ve geliştik. Bize sunulan hayatta pek çok sıkıntılar gördüğümüz gibi pek çok güzelliklere de şahit olduk.
Hem de gözümüzü gezdirdiğimiz her yerde ve her varlıkta var bu güzellikler ve lezzetler.

Ama çoğu zaman çok şeyden haberdar olmadığımız gibi, hemen yanı başımızda bize melul melul bakan bu lezzet ve saadetlerden dahi, bile-isteye uzak durmayı tercih ettik. Sanırım biraz tembeliz. Lezzeti, saadeti hep başka yerlerde, başka şeylerde aradık. Hep birileri bize hazır sunsun diye bekledik belki de.
Bakın bu gün ben size hepimizin bildiği ama çoğumuzun fark edemediği bir konudan bahsedeyim isterseniz.
Pek çok insana zor gibi gelen iş, güç, çalışma ve gayret var ya! Onun içinde öyle bir lezzet var ki, bulan köşeyi dönüyor. İşte bizim sorunumuz bu. Çalışma ve gayretteki lezzeti bilmiyoruz.
Oysaki Allah, cömertlik hazinesinden, yaptığımız hizmetin, çalışmanın ve gayretin mükafatını yine hizmet içinde yaratmış, o hizmetin içine yerleştirmiştir. İşimizin, gayretimizin ücretini yine işin  kendisinin içine koymuştur. Nasıl mı? Anlatayım:
Bakın tüm yaratılmış varlıklar, hatta bırakın onların canlı olanlarını (insanları, hayvanları ve bitkileri) cansız olanları bile Allah’ın koyduğu tabiat kanunları çerçevesinde gördükleri özel vazifelerinde, tam bir istek ve neşeyle…(Evet evet yanlış okumuyorsunuz, tam bir istek ve neşeyle ) ve kendilerine mahsus bir lezzetle, Allah’ın kendilerine vazife verdiği emirleri yerine getiriyorlar. Arı, sinek, ot, böcekten tutun da; kaya, taş, ay, güneş dahi hemen her şey tam bir lezzetle yapmaya çalışıyor. Hatta çalışmıyor, bizzat yapıyor. Güneşin bir günden bir güne, “Benim canım bu gün doğmak istemiyor!”, elma ağacının, “Ben bu sene elma değil de armut vermek istiyorum!” dediğine şahit olamazsınız.
Demek ki, yaptıkları işte gerçekten ciddi bir lezzet var ki, akılları olmadığı için, akıbeti ve neticeleri düşünmeden, kendi üzerlerine düşen vazifelerini şeksiz, şüphesiz ve tam bir lezzetle yerine getiriyorlar. Mutlu oluyorlar, mutlu ediyorlar. Soru işareti koymuyorlar ve görevlerini bihakkın yerine getiriyorlar. Hatta, canlı varlıkların dışındaki, cansız varlıklar bile yaptıkları işlerden lezzet alıyorlar.
Onlar hiçbir zaman kendi hesaplarına çalışmıyorlar ki! Onlarda tecelli eden kendi gayret ve güzellikleri değil, onlarda tecelli eden  Esma-i İlahiye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik ve bir intizam.
İnsan dışındaki canlı varlıklarda kendilerine verilen vazifeyle ilgili lezzet için hemen hepimizin çok iyi bildiği numuneler var.
Mahallemizin horozunu bilirsiniz. Kendisi açlıktan kıvrandığı halde, tavukları bulduğu yiyeceği paylaşmak için canhıraş çağırır.
Civcivlerini etrafına toplamış olan bir tavuk, onların selameti için kendi kellesini çakala bile-isteye ve seve seve kaptırır.
Akrepleri çoğumuz duymuştur ama görmek nasip olmamıştır. Aslında akrebi görmemekte ve ona çok yakın yaşamamakta fayda bile vardır. Baba akrep çocuklarına ve ailesine bakmakla yükümlüdür. Onları beslemek ve doyurmakla vazifelidir. Hasbelkader onları doyuramama durumuna düşer ve buna kanaat ederse, vücudundaki zehirli iğneyi kendine batırıyor, kendisini feda ediyor, kendi kendini öldürüyor ve kendi vücudunu çocuklarına yem olarak sunuyor.
Hindistan cevizi, incir, nar gibi meyveleri duyunca pek çoğumuzun iştahı açılır. Bu ve benzeri ağaçlar (canlılar) kendileri çamur yemesine rağmen, rahmet hazinesinden gelen sütü, balı, şerbeti meyveleri olan yavrularına verir ve bu hizmetini yaparken lezzet alır. Bu ve benzeri örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Oysa biz insanız. Aklımız da var mantığımız da. Etrafımızda cereyan eden tüm bu hadiseleri çok net görüyoruz.
Şimdi soruyorum size;
Biz neden bizim irademizin dışında gelişen, ama gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu hemen her şeyin bizim istifademize sunulduğu şu dünyada (kendiliğimizden bir şeyleri değiştiremeyeceğimizi bildiğimiz halde) üzerimize düşen görevi lezzet alarak yapmak yerine, hile, hurda ve kaçamaklarla uğraşıyoruz.
Vazifemizi bihakkın yerine getirirken tam bir teslimiyet içinde olsak, ücretini de bu vazife neticesindeki muvaffakiyetten alır mıyız acaba? Hem madden, hem manen.
Hepimizce malum:
İşsiz, tembel ve hayatını yatarak, uyuşuk uyuşuk geçiren kişiler, genellikle gayret gösterip, uğraşan, didinen ve çalışan insanlardan daha çok sıkıntı ve elem içinde olmazlar mı? Daha çok sıkıntı çekip, zahmete düşmezler mi?

 Dahi Beyin Blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder