Kaygı bu
güne kadar, çok fazla dillendirildi. Adeta süt döken kedi, suç işleyen günah
keçisi oldu. Hep hastalıklı bir durumun tarifi olarak lanse edildi. Çoğu kimse “
kardeşim bu kaygı dediğiniz şey, yaşamın ta kendisidir” demedi. İnsan
metabolizmasının bir savunma mekanizması olduğunu, söyleyen de olmadı. Ben
duymadım, sen duydun mu?
-
Kaygılanma?
-
Endişeye
kapılma?
-
Ortada
kaygılanacak bir şey yok ki?
Oysa kaygı
dediğin şey, yaşamın bir parçası. Kişiyi motive eden iksir. Öğrenciyi dersin
başına oturtan güç. Yoldan karşıya
geçişte dikkatli olmanın adı. Yani kaygı yaşamın içinde var olan, başarının ilk
tetikleyicisi, motivasyonu bozulan bireyin rehberi.
Bazı anne
babaların çocuğuyla ilgili gözlemleri neticesinde “ Benim kızım kaygılı,
sınavlarda ondan yapamıyor” dediğini duymuşsundur. Oysa kızın durumu anlatılanın tam tersi. Bütün
dersleri zayıf. Test sınavlarından da dökülmüş. Hakkında yapılan küçük bir
araştırmayla; kızımızın ders çalışmayla ilgilenmediği ortaya çıkıyor. Ne
derslere katılıyor, ne de ödev yapıyor. Ekstra
çalışması hiç yok. Kızımız kelimenin tam anlamıyla gününü gün ediyor. “Keyif
düşkünü aç kalırsın kış günü” demeyi isterdim. Eğer onun içinde birazcık kaygı
olsaydı. Yerinde duramazdı. Çünkü kaygı ona “git ödevini yap” derdi. “Sınavlarda
zayıf not alacaksın. Yerleştirme
sınavlarında açıkta kalacaksın. ” derdi.
İnsanda
kaybetmek kaygısı olmasa, çalışmak için hareket etmezi. Aslında bize tedbir
almamızı söyleyen de o, kaygı. Karıncanın yaşadığı, kışın aç kalma
kaygısıdır. Ağustos böceğinin içinde olmayan, kışın ne yerim endişesidir. Bizi
yerden yere vuran, o ciddi bunalımlara sokan, kaygıya geleceğim. Ama Gerçek dışı bir
kaygıdan bahsedilir onu sana bir örnekle açıklamak isterim.
Köylü kızı
Zeynep bir gün kovasını alıp, köyün meydanında bulunan çeşmenin yanına gelir.
Yaşlı bir kadın henüz 18’inde bekar, Zeynep’i çeşmenin başında ağlarken görür.
Gelip sorduğunda aldığı cevap, uzun ve
çok ilginç olur.
-
Ben zamanı gelince evleneceğim. Bir çocuğum
olacak. Çocuğum benimle çeşmeye gelecek. Burada oynarken Çeşmenin yanındaki
yüksekliğe çıkacak. Oradan da düşüp ölecek. Ben ona ağlıyorum.
Eğer kaygı
bu hale gelmiş ise sorun teşkil eder. Bir konferansta öğrencilere içinizde
kaygılanan var mı diye sorduğumda, ne kadar parmak varsa havadaydı. Aslında
kalkan parmaklar doğru şey için kalkmıştı. Ama kaygının anlamı değiştiği için
hepside sorun olarak gördüklerinden parmak kaldırmışlardı. Onlara, kaygının
meyveleri, güzelliği anlatılınca düşünceleri değişiverdi. Buradaki sistemik
sorun, insanlarımızı korkuyla şekillendirmemizden kaynaklanıyor. Sanırım ne
demek istediğimi anladın.
Kaygının hemen yanında ona çok
benzeyen bir duygu daha var, heyecan. Birbirine çok benzediği için genelde aynı
anlamlarda kullanılıyor. Heyecan, kaygının ikiz kardeşidir. Daha çok olumlu
duygularla kendini gösterir. Heyecanla kaygının aynı olmadığını şu cümle ile
görebiliriz. “ Dağa çıkarken çok heyecan duyuyorum” diyen birisi mutluluğu “
dağa çıkarken kaygı duyuyorum” diyen birisi ise başına kötü bir şeyin
gelmesinden korktuğunu ifade etmektedir.
Heyecan elde edilecek başarı
karşısında dizlerinin bağının çözülmesidir.
Hedefine ulaşmakta sabırsızlık duymaktır. Tembel profiline sahip
öğrencilerin içinde heyecan olmaz. Heyecanlı ve heyecanını kaybetmiş iki
öğrenciyi kıyaslayalım; Heyecanını kaybeden öğrenci nasıl olur Birlikte
bakalım;
İşte asla olmanı istemediğim öğrenci;
-
Mert
hadi kalk okul vaktin geldi?
-
Gene
mi anne ya. Daha dün gitmiştim.
-
Hadi
hadi kalk. Zırvalamayı bırak, derse geç
kalacaksın.
-
Öf
anne ya. Gidince ne olacak sanki.Şimdi heyecan duyan öğrenciye bakalım;
-
Hadi
özlem kalk okul vaktin geldi.
-
Saat
kaç anne?
-
Sekiz.
-
Eyvah geç kaldım. Daha saçımı yapmam gerek.
-
Kahvaltın
hazır kızım. Hadi hemen masaya gel.
-
Olmaz anne ne kahvaltısı. Bu gün fizik dersim
var kaçıramam. Hadi görüşürüz ben kaçıyorum.
Eğer içinde heyecan olmasaydı Arşimet
suyun kaldırma kuvvetini bulabilir miydi?
Eğer içinde heyecan olmasaydı Bil Gates Windows işletim sistemini bulabilir
miydi? İçindeki heyecanı asla kaybetmemelisin.
Bir çocuk kadar sonsuz umutla dolmalı ve heyecanla istemelisin. Aslında
hayatın tadı da heyecanla yaşanır. İçimizdeki heyecan olmasaydı, mutlu olamazdın.
Duymuşsundur şu içimizde yaşayan çocuğu.
İşte o çocuğun adı da heyecandır.
Peki, mutlu olmanın sırrını ister
misin?
……………….
İşte sana sırrını veriyorum. Eğer
felsefende birazcık heyecan varsa inan çok mutlu olabilirsin. Serin dağların
billur gibi sularının, köpürerek aşağılara doğru tatlı bir yolculuk yaptığını ve
senin bardağına kadar geldiğini düşünürsen. İçtiğin sudan lezzet alırsın. Bir
çiçeği koklarken, bütün kırların, yağmurla ıslanmış çiçeklerlerini hayal
etmelisin. Bahar mevsiminde olmalısın yani. Hani her tarafı yağmur sonrası bir
toprak kokusu sarar ya öyle olmalı yaşantın. Kimsenin bilmediği çocuksu
bahçelerin olmalı. Düşündükçe mutlu olacağın, çöl içinde gizli bir vahan da
olmalı.
Bu gizli mutluluk odalarını kimse bilmemeli. Sadece sen bilmelisin ve
oraya sadece sen gitmelisin. Başkası istese de gidemez zaten. Her
zorluğun, meşakkatin altında güzel bir mutluluk olduğunu bilmelisin. En çok
mutlu olanlar, en çok zorluğa katlananlardır, unutma. Görünüşe aldanmamalısın. Ben çok zengin
hayatların içinde çok çile çekildiğini gördüm. Gerçek mutluluğu görmek
istiyorsan Bunu ilk kez ben söylüyorum gözlerinin içine bakmalısın.
Eğer kişi
mutsuz ise gülerken bile gözlerindeki ızdırabı görebilirsin. Yemekten lezzet almak
istiyorsan, arada bir aç kalmalısın. Soru; aç olduğun zamanlarda fırının önünden
geçerken ekmek kokusu neden çok güzel gelir. Oysa o kokuyu tokken duymazsın
bile…
Kadir Akel
Eyvah Sınav Canavarı Olmuşsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder