Pişmankar Bir İç Çekiş ile Susturan Üzerine



Bilge, en sevdiği ağacının dibinde uzanmış, güneşin yakıcı gözlerinden kaçınarak kendisini düşüncelerine bırakmıştı. "Öğretmeyi öğrettim kendime," dedi onu dinleyen kuşlarına, "dilleri küf ve yosun bağlamış, ağızları pis kokulu sözlere kapattım kulaklarımı ve kendimi kendime anlatmayı öğrettim. İnkarcı bir geriye bakışla unuttum tüm melankolik tınıları ve yalan söyleyen gözleri. En büyük hayallerimi ve umutlarımı göçmen kuşların pençelerine bağladım ve sildim gökyüzünün gözyaşlarını. Bir hiç olmayı öğrettim kendime, zira her şey hiçliğin bir parçasıdır, bunu demiştim bir kez."

Bilgenin üzerinden ağır bir yorgunluk ve tatlı bir hüzün geçti o gün. "En sevimli sözlerle yaklaşan kan emicileri öldürdüm," dedi şarkı söylercesine, "kızıla çalan güneşin gözyaşları gibi akıttım kanlarını ve geçip gittim yanlarından. Evet, bunu sevdim en çok: geçip gitmeyi. Kelimelerin ve cümlelerin insan icadı olduğu bir dünyada, en çok da susarak geçip gitmeyi sevdim ben. Sahiden, suskunluk, en derin gölün durgun yüzeyi değil midir, suskunluk? En beyaz bulutun parıltısı değil midir o? Ya da en yüce dağın ıssızlığı değil mi o?"

Bilge güneş batana kadar kendi kendisine konuştu, artık bildiğinden fazlasını konuştuğunu fark edince pişmankar bir iç çekişle sustu ve suskunluğu dinledi saatlerce. "Ey suskunluğum!" dedi ardından, "benim çaresiz dostum ve yalnız sırdaşım! Seni dinlerken ne kadar da mutluyum, sanki uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş gibi, alaycı gözlerle bakıyorum toprak hayvanlarına. Ya da son nefesini veren bir dindar gibi, gülüyorum tanrının yokluğuna. Ey yorgun dostum! Gerçekten de, en az bilenler en çok konuşanlar değil midir bu dünyada? En acımasızlar en merhametliler değil midir? Affetmek özgürleştirir derler kendilerine ama en acımasız bir tanrıya inanmazlar mı? Sahiden, benim yorgun sırdaşım, tanrının yokluğu değil ama varlığı korkutmuyor mu seni de? Tanrının karşısına çıkıp, 'elinden gelenin en iyisi bu muydu gerçekten de' diyeceğim için, korku ve titremeyle sarsılıyor bedenim onun varlığı fikriyle."

Ağır bulutlar uzak diyarlara yağmur götürmek için usul usul yol alırlarken, bilge, ayın kadifemsi teninde gözlerini gezdirdi ve uykusuna bıraktı yarım kalan düşünceleriyle mayışmış zihnini.

Sabah olduğunda, bilge, en yakınındaki su birikintisine gidip yüzündeki kırışıklıklara uzun uzun baktı. "Aynaların en derini," dedi bir yandan söylenip bir yandan esnerken, "sahiden, kendini görmek, nasıl bir mucizedir ki, akıl ve onun her türlü yoldaşı buna bir çare bulamaz? İnsana, yansıması kadar yabancı olan başka neyi vardır ki? Tüm yaşadıklarını, tüm unuttuklarını ve elbette unutmaktan korktuklarını ona hatırlatan, üzdüğü her bir kalbi, ezdiği her bir karıncayı ona sorgulatan şey yansıması değil midir?"
"Hayır," diye cevapladı bilgenin yansıması, "üç kere ve hatta beş kere hayır. Sen ve ben, aslında iki ve çok farklı şeyleriz, ben seni görmek için, her sabah bu su birikintisine geliyorum, halbuki benden kaçan sensin."
Bilge şaşırdı yansımasının bu dediklerine. "Uyanığım sanırım," dedi tereddüt içinde, "rüya olamayacak kadar sahte bu duyduklarım."

Göldeki hareketlilik ürküttü bilgeyi. Sahiden, kendisine ne kadar da yabancı ve uzaktı. Kendisi dediği şey başka bir şeydi onun için. "Arıyorum cevapsız sorularımı," dedi bilge, "en umulmadık vakitte, en geç söken şafakta ve en derin sularda arıyorum sorularımı. Soru sormayı öğrettiğim gün kendime, cevapları lanetlemeyi de öğrendim. Tüm yansımaları ve aynı olanları, benzeyenleri ve benzeşenleri lanetledim. 'şunu yapmak zorundasın,' ya da 'kaderinde bu var,' diyen kindar gözlere mil çektim ve yalancı güneşin gölgesinde doğrular için gölgelendim."

Bilgenin yansıması bilgeyi dinledi ve şaşırdı duyduklarına. "Şimdi mantıklı geldi," dedi, "dediklerin, uçmak için kemiklerinin içini boşaltmayı artık öğrenmişsin. Sahiden, senin sayende anladım, insanın kendisine tek öğretmen olabileceğini. Gerçekten de, en büyük haklılık payı yok mudur şu diyeceğimde: İnsan öğrenmeyi öğrenen canlıdır."

"Evet," dedi bilge, "en büyük korkumu da yendim sayende. Doğrunun olmadığından korkuyordum, tüm doğruların benim ve başkaları arasındaki bir yastık ve yorgan olduğundan korkuyordum. Şimdi, anladım, gerçekten de budur doğrular. Benim ve senin aramda bir örtü ve giysidir. Ayıp yerlerimiz gözükmesin diye, hakikatlerimiz ortaya çıkmasın diye yarattık onları ve mühürledik tanrıya yazdığımız ve cevabını beklediğimiz mektuplarda."

"İşte tam olarak da bu," dedi bilgenin yansıması, "sonunda konuştukların heyecanlandırmaya başladı beni. En lezzetli armudun tadı gibi bir tat aldım konuşmandan. Birbirimizi tekrar etmiyor oluşumuz, hakikati gösterdi sana. İşte budur hakikat: Kişi yalnızca kendisinde vardır."

Köstebekler ve sıçanlar, bilgenin ve yansımasının konuştuklarından epey bir ders almışlar ve kovuklarına çekilmişlerdi.


1 yorum:

  1. Suskunluğum en büyük dostum.. Öğrenmeyi seviyorum ama bildiklerimin tekrarından kaçıyorum.. Bunlar benim okuduğum bu güzel hikayeden gönlüme damlayan bal damlaları oldu.. Çok öğütçü ve bir okadar da akıcı şirin bir hikaye okudum.. Dahi beyinin kalemine minnetle teşekkür ediyorum... Bu leziz yazı için.. Tahibe Aksu

    YanıtlaSil