Kendine Yabancılaşmak Üzerine


"İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım."
- Camus



Yabancı, toplumun uyumsuz olarak gördüğü kişidir. Yığınlar, onun hayata ve kendine bakış açısında bir bütünsüzlük görür, onu kutsallıktan kaçmakla yaftalar. İnsan sürülerinin elbette kurtlardan tiksinmesi gayet olağan karşılanmalıdır. Asıl soru, idealist, doğrucu ve erdemli insanların neden bir çobana ihtiyaç duyduğudur.

Camus der ki: "İnsanlar bazı insanların sadece normal olabilmek için ne kadar çaba sarf ettiğini bilmezler." İnsan yığınları, kendilerine benzemeyeni ötekileştirir. Öteki olan kişi, kendine yabancılaşmıştır artık. Topluma ayak uyduramamak onda kronik bir hastalığa dönüşmüş, başkalarının ilke ve prensip kabul ettiği ve hayatını uğruna adadığı şeyler bile onun için fuzuli çabalar olarak görünür olmuştur. O kişi artık bir öteki, uyumsuz ve yabancıdır. Toplum "doğruluk bendedir," der, "doğruluğu ben yarattım ve onu sizin ayaklarınıza serdim." Halbuki uyumsuz bunda bir çelişki görür. Onun aklındaki en büyük soru işareti, bu bilinçsiz ve edimsiz kör döngüye isyan etmeyen, ondaki bulantıyı hissetmeyen kişilerdir. Toplumun çoğunluğu böyle insanlardan oluşur, oysa kısılmış gözlerle bakıldığında, varoluşun insana kafayı yedirtmemesi, histerik nöbetler geçirtmemesi ve yok olma istemine sürüklememesi epey anlaşılamaz bir şeydir. 
Yine Camus'nün dediği gibi, "haklı olma ihtiyacı sıradan insanlara özgüdür." Uyumsuz, haklılığın ölçütünün eşyada olmadığını bildiğinden ve tek anlam güdüsü eşyayı anlamak olduğundan, onun tüm hipotezleri kendisi için kanıt ve tüm varsayımları birer hakikattir. Bu nedenle mesele, denizde yüzme meselesi değil, hangi denizde yüzüldüğünün meselesidir. Derine dalanın arzusu anlamak yönünde olmalıdır. Anlam çıkartılmayan her bir dakika, ölümün hoşuna gider. Yaşamı anlayan kişi de artık onu olumsuzlar ve onun -yığınların dediği gibi- muhteşem ve haz veren bir şey olmadığının bilincine varır. Eziyet gören kişinin o anki en büyük sitemi eziyetçiye değil, acının kendisinedir. Hayatı, yani eziyetçiyi düşman olarak değil, yalnızca kendi benliğimizi düşman olarak görmek gerekir. Acı bizdedir, mutluluk da öyle. Kendini yenen kişi bu ikisini ve diğer hepsini artık geride bırakacaktır.

Hayat özünde kötüdür. Yaşlıların kırışıklıklarında görürsünüz bu hakikati. Her mutluluğun sonunda, sinsi gibi pusu kurmuş acı ve pişmanlık vardır. Mutlu olmak için yaşayan kişi, gözlerini kapattığında görmeye devam etmek isteyen kişiye benzer. Gözünün hakiminin o olduğunu sansa da, bunun gibi, hayatın ve mutluluğunun hakimi de o değildir. Onun tek sahip olduğu şey, eşyayla onu bağlayan yegane şey olan tasarımsal algısıdır. En büyük yanlışı da, bu algıyı gerçek sanması, kurguladığı dünyanın kendi gerçekliğinde öyle bir dünya olduğunu farzetmesidir. Nesne kurgulanmak için vardır, oysa özne nesnenin gerçekte ne olduğunu asla bilemeyeceği gibi, onun varolup olmadığından da son kertede asla emin olamayacaktır. Öznenin ve yani insanın en son tahlilde gerçekliğinden emin olabileceği doğruluk kendisidir. 

Yabancı kendisini anlayandır. Yığınlar, kendilerinden çıkan ve eşyaya etki eden düşüncelerinin haklılık taşıyıp taşımadığına bakarlar. Aksine, eşya anlaşılan şey değil, tasarımlanan şeydir. Varlığından emin olduğu tek şey olan kendi benliği dışında insanın anlaşılmaya ve üzerinde kafa yormaya değecek hiçbir şeyi yoktur. 

- End.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder