Anlaşılmak gibi bir derdiniz var mı?

Sadece ‘ne söylemeyi düşündüğümüzü’ bilmek, ‘neyi söylediğimiz’de acaba ‘nasıl anlaşıldığı’ hususunda ne kadar yardımcı bir unsur olacaktır?
İçinde bulunduğunuz toplumu hiç bu açıdan incelemeyi denediniz mi?

Her tarafta ‘uçuşan ses tınıları’mı dolanıyor, yerini bulan ifadelerle ‘konuşulan ses tınıları’mı? 

Geçenlerde ibretle izlediğim farklı gelir gruplarına sahip kendi alanlarında da farklı başarı seviyeleri içinde olan iki ayrı gruptaki ‘iletişim travma’sı çok ilgimi çekti. Bütün taraflar her iki olayda da sadece ortada konuşulan konuyla ilgili kendi yaşadıklarını ya da tecrübe ettiklerini ifade ediyor; birbirlerinin peşi sıra ya da konuyu diğer arkadaşı anlatırken araya girerek ilgili konularını anlatıyorlardı. Sadece ‘konuşma ihtiyacı’nın giderildiği ilginç bir diyalog yaşanmaktaydı. Dinleme yoktu. Sadece duyma vardı. Ve işin daha ilginç yanı bu taraflar birbirlerinin ne anlattığından çok kendi anlattıkları konuları paylaşmaktan mutlu oluyor ve bu iletişimden rahatsızlık duymuyorlardı.
Yine ‘beden dili’ ile iletişim kuranlar da pek az değildi. ‘Aile içi iletişim’e kadar yayılmış ‘sessiz konuşma sanatı’ adı verilen ‘pandomim’ bireyler arasında rahatsızlık oluşturmuyordu. Bütün sözler yerini birtakım anlamlı/anlamsız hareketlere bırakmıştı.
Konuşma kelimelerinde de ‘ibretlik’ izlenilen ‘sığınma sözcükleri’ vardı ki, bu da kullandığımız dile ne kadar hakim olduğumuzun bir çeşit tezahürü ve ifadesiydi. ‘Eee, iii, ııı ..’ gibi sözcük başlarında ve sonlarında kullanılan ‘tını’lar vardı ki, hatıra gelmeyen kelimenin geliş hızına göre kesilmesi amaçlanarak kullanılıyordu. ‘Şey’ sözcüğünün Türkiye Türkçesi’ndeki anlamı ise pek çeşitli, derin ve zengindi. O bir türlü akla gelmeyen sözcüğün yerine sığınak olarak ‘şey’ kelimesini kullanmakta çoğumuz hiç mahzur görmüyor hale geldik.
Eğer kullanılan konuşma dili ve sözsüz beden dili amaca doğru bir şekilde hizmet etmez ise ‘anlaşılma’ sorununun yaşanılması kaçınılmaz olacaktır.
Yabancı dilden ‘empati’ olarak dilimize gelen ‘kendisini karşıdakinin yerine koyma’ gibi bir endişesi oluşmayan insanın ‘anlaşılmak’ gibi bir derdinin bulunduğundan söz edilemez.
Sarfedilen sözlerin, yapılan hareketlerin karşı tarafça doğru algılanmasını sağlayıp ‘anlaşılma’ diye bir derde sahip olanların ‘dikkat ettikleri nüanslar var’ına ulaşmak gerek!
Konuşma dilinde kelimenin hakkını veriyorlar: ‘Hala’ ile ‘hâlâ’nın belki burada yazılışları ayrı ama okurken, ya da konuşurken çoğunlukla aynı okunulması tehlikesinden uzaklar.
‘Şey, yani’ gibi sığınmaya dönüşmüş kelimelerden ve yan etkilerinden uzak durmaktalar!
‘Eee, iii, ııı’ gibi hatıra gelmeyen kelimelerin yerine kullandıkları konuşma bozukluklarından kaçmaktalar.
‘Konuşma dili’ ile ‘sözsüz beden dili’ arasında sağlıklı bağlantılar kuruyorlar. Birbirlerine çelişmesine izin vermiyorlar.
Kendilerini ifade ederlerken ‘özgün, kendilerine özel yorumlar’ ile seçtikleri bir tarzları var ki, bu da o kişiler için bir ‘farklılık’ oluşturuyor.
Medyamızdaki insanlardan başlayın da en yakınımızdaki insanlara kadar bir inceleme, gözlem yapın ve en son da ‘kendinize bakın!’
‘İnsanlar, anlaşılmayı dert ediyorlar mı?’
Kendimize böyle bir dert ediniyor muyuz?
Karşımıza çok farklı kültürlerden gelmiş onlarca, yüzlerce  ya da çok sayıda (siyaset işini uğraş edinmiş iseniz milyonlarca) insana konuştuklarınız, sizin içinizdeki duygu düşünce ve amaca uygun olarak anlatılıp anlaşıldı mı?
Kendi iç dünyanızı dışa yansıyan yönünüzle karşılaştırıp ‘Sahi ben nasıl anlaşılıyorum?’un cevabını arayabiliyor ve o ‘endişe’yi içinizde taşıyıp ‘gelişim’e, ‘değişim’e ve ‘yeniliğe’ açık olabiliyor iseniz ‘iyi yoldasınız!’ demektir.
Yok eğer, ‘kimin beni nasıl, ne şekilde algıladığı ve anladığı önemli değil, önemli olan benim neyi anlatmak istediğim!’ diyor ve etrafınızdakiler de Size, ‘çok önemli biri’ olduğunuzu söylüyor ise ‘güzehgar sapma’sı yaşıyor olduğunuzu göremiyorsunuz demektir.
Sıkıştırılmış ve sığlaştırılmış anlayışlardan genişleştirilmiş ve ferah kılınmış anlayışlara yelken açıp ‘anlaşılma’yı dert edinmiş insanlardan olmanın yolunu aralamalı!

Abdüllatif ERDOĞAN

Kaynak: www.gencgelisim.com