Yeni durumlara uyabilme ve yeni
çözüm yolları bulabilme yeteneği de diyebileceğimiz zeka kalıtımın ve çevrenin
kombinasyonuyla oluşmaktadır. Çevresel etmenler ve bu kapsamda anne babanın
rolü ve zekayı geliştirmek için yaptıkları, yapamadıkları konusu bizi yakından
ilgilendirmektedir. Günümüz dünyasında, hızlı yaşam koşulları nedeniyle çocuk
yetiştirmede birçok sıkıntı yaşıyoruz. Beslenme şekillerinde bozulma ve insanların
sağlığına dikkat ederken bile sağlıklarından olmaları çokça görünen bir durum. Bu
sebepten anne karnında üç aydan itibaren bir şeyleri kodlamaya başlayan çocuk
zeka gelişimi anlamında olumsuz dış etkilere daha başlangıçta maruz
kalmaktadır. Zeki bir çocuğa sahip olmanın öncelikli şartları da özellikle
annenin kendine, beslenmesine, çevresiyle iletişim şekline ve stres kaynaklarından
korunmaya dikkat etmesidir. Beyin hücrelerinin birçoğu erken çocukluk dönemlerinde
oluşmakta ve kullanılmadığı taktirde bazıları yok olmaktadır. Bu noktadan
hareketle çocuklarımızı olabildiğince erken ve olabildiğince çok uyaranla karşı
karşıya getirmeliyiz. Öğrenmeyi sağlayan araç olarak çocuğumuzun kullandığı
şemalar, biyolojik olgunluğa göre değişmektedir. Bu nedenle bir yaşında ağzına
yemek için götürdüğü kalemi ancak 3 yaşında bir şeyleri karalamak için
kullanacaktır. Yani çocuğumuzun gelişimsel durumu bizim ona sağlayacağımız
uyaranların şeklini ve zamanını belirlemektedir. Yoksa erken dönemde verilen
zeka geliştirici bir oyuncak hiçbir anlam ifade etmez.
Özellikle
dünyaya yeni gelmiş ve yaşamının ilk yılını geçiren bir çocuğa yapmamız
gereken; yüz yüze iletişimdir. Çocuğumuzla ne kadar çok konuşur ve iletişime
geçersek zekasını da o kadar geliştirme olanağımız olur. Bizim yaptığımız her
yüz hareketini izleyecek ve beyninde işleyecektir. Dudak hareketlerimize odaklanacak
ve taklitle dil gelişimi hızlanacaktır. Bu da konuşma becerisini arttıracağından
sosyalleşme olanağı çoğalacak ve zeka hızla gelişecektir. Okul öncesi çocuklar
oldukça meraklı olduklarından, onların
bu yönünü geliştirici etkinlikler yapmalıyız. Sürekli hayvanlarla ilgili soru
soran bir çocuğu hayvanat bahçesine götürebiliriz. Ya da resim yapmayı,
karalamayı çok seven bir çocuğu resim sergisine götürebiliriz. Eğer onların bu
meraklı ve çok soru soran taraflarını beslemez de olumsuz tavırlarla karşılık
verirsek daha suskun ve içe dönük bir çocuk olma ihtimallerini arttırırız. Aynı
şekilde sosyalleşmesi ve yeni ortamlara girmesi zekayı olumlu anlamda
etkilemektedir. Arkadaşlarıyla oyun oynaması ve bazı rollere girmesi, oyun
sırasında değişik aletleri kullanması zihinsel aktiviteleri artıracaktır. Aile
ortamında kardeşlerinin olması onun için bir avantajdır. Her zaman oyun
arkadaşı bulabilir. Ama özellikle ikinci kardeş geldiğinde ailenin ilgisi doğal
olarak yeniye kayacak ve kardeş kıskançlığı artacaktır. Bu ilgi kaymasında
ondan sürekli fedakarlık beklenmemeli ve etkin vakitler geçirilmeye devam
edilmelidir. Yoksa büyük kardeş de sırf ilgi için bebek hareketlerine dönebilir
ve kazanımlar belli bir zaman için kaybedilir.
Elinde
yumurtayla annesinin peşinden mutfağa giden küçük kız çocuğuna ‘kırıp ortalığı
kirleteceksin’ diye kızarsak, gelişimi için önder değil engel oluruz. Ya da
yaramazlık yapmasın, sessiz kalsın diye televizyon karşısına hapsedersek,
zihnini geliştirmeden sadece karşıdan gelen uyaranları alan, tepki vermeyen
asosyal bir çocuk haline getiririz. Zorlaşan yaşam koşulları karşısında ayakta
kalabilmek ve hayatta mutlu olabilmenin yolu doğru tepkiler vermekten geçiyor.
Doğru tepkiler de sadece akademik ya da mekanik beceriden değil daha çok
duyguları tanımakla, empati yapabilmekle oluyor. İşte günümüzde uyum yeteneği
diyebileceğimiz bu zeka, belki her şeyden ziyade kaliteli bir sevgi
ilişkisinden geçiyor. Aslında çok basit: sevmek her şeyi büyütüyor.
Uzman Psikolog
Muharrem EroğluKaynak: www.gencgelisim.com