Düşünce virüslerinin
nasıl çıktığı konusunu önceki sayımızda açıklamaya çalışmıştık. Bu ay ise
düşünce virüslerini nasıl yok edebiliriz ya da bu virüslerden az zararla nasıl
kurtulabiliriz, bu konu üzerinde duracağız.
Düşünce virüslerinden en çok kim zarar görür? Kendi
başlarına ayakta duramayan kendilerine ait bir güçleri olmayan düşünce ve
inançlar, düşünce virüsleri karşısında en çok ve en hızlı şekilde zarar
görürler. Kişinin bu virüsü kendine ait bir inanç gibi görmesi ile kişinin
düşünce sistemine yerleşir ve zaman içerisinde güç kazanarak varlığını
sürdürür.
Doktorun kısıtlayıcı inancını içselleştirmeyen biri belki de
bu hastalıktan kurtulacak alt yapılanmayı kendinde oluşturacaktır. Yakınının
söylemlerine aldırış etmeyen bu kişi,
gene çok tehlikeli görünen bu virüsten hiç de etkilenmeyecektir. Oysa
yakınının söylediğinden etkilenecek olsaydı belki de ailesi için bir şeyler
yapmak isteyecek ve elinden bir şey gelmeyince de bütün ailesini öldürüp sonra
da intihar ederek üçüncü sayfa haberlerine konu olacaktı.
Ne doktor, ne de o yakın, kötü insanlar değil aslında.
Onların da yapmak istediği kişiye yardımcı olmaya çalışmak. Zaten virüslerin
birçoğu da olumlu niyetlerle ortaya çıkmamış mıdır? Bu nedenle kişiler üzerinde
durmak yanlış olur, taşıdıkları inançları değerlendirmek en doğrusudur. Eğer
bir şeyleri yargılamak zorunda hissedersek kişileri değil taşıdıkları inançları
yargılamalıyız.
Tarih, düşünce virüsü taşıyan insanları tek tek ya da toplu
olarak katletme eylemlerini anlatan olaylarla doludur. Ortaçağ Avrupa’sı
Hıristiyanlığın öğretilerinin tersine olan her şeyi düşünce virüsü olarak
görmüş ve çareyi güya bu virüsleri (!) taşıyan insanlara işkence ederek ve
öldürerek ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Buna benzer bir katliam şeklini de
İslam âleminde söz konusu olan zahiri-batini kutuplaşmasında görmek mümkün.
Düşünce virüsleri ile ilgili de tedbirler almalıyız.
Öncelikle düşünce sistemimize girmesini engelleyici tedbirler yetmediğinde girdikten
sonra yok etmeye yönelik tedbirlerle düşünce virüslerine karşı korunabiliriz.
Tıpkı bilgisayarımızı korumak için kullandığımız güvenlik programları gibi
düşünce sistemimizde de buna benzer güçlü programlar geliştirip arada sırada da
çeşitli taramalar yaparak kendimizi kontrol eder, tedbirli davranmış
oluruz.
Düşünce virüslerinin tıpkı bilgisayar virüsleri gibi,
sisteme girmesi çok da zor değildir. Sisteme girmek için olumlu bir yapılanma
gibi görünür, ihtiyacımız olduğunu hissettirir. Genetik şifremizin de bir
program olduğunu ve belli bir mantıkla çalıştığını unutmamak gerek. Bilgisayar
virüslerini hatırlayalım, ilgi çekici bir program olduğunu, ihtiyacımız
olduğunu düşündüren bir mail gelir kutumuza ve merak eder açarız. Maili açmakla
birlikte artık fark etmediğimiz bir yerlere gizlenmiştir virüs; ya hemen ya da
zamanı geldikçe bilgisayarımızı kullanılmaz hale getirir.
Virüslerin vücudumuza girmesine engel olan bir bağışıklık
sistemimiz vardır. Bağışıklık sistemimizin temel görevlerinden biri de genetik
şifremize dışarıdan girecek programların bize ait olup olmadığını bizim için
faydalı olup olmadığını kontrol etmektir. Dışarıdan giren, sistemin uygun
görmediği bir şeyse hemen dışarı atılır ya da zararsız hale getirilir. En
tehlikeli olan virüsler ise bağışıklık sistemimizin kodlarına benzeyen AIDS
gibi virüslerdir ki sistemimizin böyle bir durumda kafası karışır ve kendisi
için faydalı bir şeymiş gibi kabul eder. Bir şempanze için hiçbir zararı
olmayan bu virüs, insanoğlu gibi kendi genetik yapısına çok benzeyen bir türde
çok tehlikeli olabilir. Kodları insanın genetik koduna çok yakın olan bu virüsü
sistemin tanıması çok zor olabilir.
Daha önce vermiş olduğumuz doktor ve herhangi bir tanıdığın
yaklaşımı arasındaki farkı hatırlayın.“Tanıdığın samimi yaklaşımı, “aileyi
düşünmek” gibi olumlu bir hatırlatması, olumlu düşünme sistemine çok yakın
kodlara sahiptir. Hangi doktor kişinin kötülüğünü ister ki? Hipokrat yemini
etmiş birinin, olumsuz bir şey söylemesi
mümkün mü, gibi yaklaşımlar düşünce sistemimizin
kodlarına çok da uzak şeyler değildir. Bütün bu olumlu durumlar virüsün rahat
girmesini sağlayacaktır.
Ancak bu olumlu yaklaşımların yanında kişinin düşünce
sistemini alt üst edecek, kişiyi aciz duruma düşürecek ve yanlış kararlar
vermesine neden olacak bir düşünce virüsü taşıdığını göz önünde
bulundurduğumuzda çok daha dikkatli ve sistemli hareket etmemiz gerektiğini
görür; dil kalıplarını bu bağlamda
yeniden değerlendirme ihtiyacı duyarız.
Düşünce virüsleri de bilgisayar virüsleri gibi, biyolojik
virüsler gibi çözümsüz değildirler. Avcı ne kadar av bilirse av da o kadar yol
bilir. İnsanoğlu, bu virüsler karşısında gereken tedbirleri aldığında ya hiç
zarar vermeden ya da çok az zarar vererek kendinden uzaklaştırabilir.
İnsanoğlu, tarih boyunca nelerin üstesinden gelmemiştir ki? Veba, çiçek, kuduz…
gibi birçok virüsün şimdi hiçbir sorun teşkil etmediğini görüyoruz.
İster biyolojik, ister bilgisayar isterse düşünce virüsleri
olsun ne zeka ne de ait olduğu sisteme dair herhangi bir niyet taşımazlar.
Sahip olduğumuz değerler, beklentilerimiz, içsel durumlarımız ve
deneyimlerimizle onlara hayat verdiğimizde gösterirler kendilerini. Onlara
hayat verinceye kadar onlar sadece kelimelerden ibarettir.
Acaba bütün kısıtlayıcı inançlarımızı yok mu etmeliyiz?
Kısıtlayıcı inançlarımızın altında yatan olumlu niyetleri anlamaya çalışmak
onları yok etmekten daha faydalıdır bize. Onları yok etmeye çalışırken
yaşadığımız sıkıntılar bize daha çok zarar verecektir ama onların altında yatan
olumlu niyeti anladığımızda yok etme ihtiyacı bile duymayacağız.
Düşünce virüsleri ile ilgili bilmemiz gereken bir başka
nokta ise, bizim virüs olarak kabul ettiğimiz bir kısıtlayıcı inancın başka bir
toplumda inanç sistemlerinin temelini oluşturan bir durum olduğudur.
Eskimolar da ebeveynlerini çok sever, bizler de çok severiz.
Eskimolar anneleri babaları yaşlandığında, bir sandala bir iki aylık yiyecek
koyarak onları okyanusa bırakırlar, üstelik görkemli bir törenle… Peki biz ne yaparız anne babamız
yaşlandığında? Hastane hastane süründürmez miyiz? Doktor doktor gezdirmez
miyiz? İğne ilaç, bir sürü eziyet etmez miyiz? “İçinizden birçoğu ne diyorsunuz
siz?” diyor olabilir? Çünkü söylediklerim ters gelir toplumumuza… Anne babamız
hastalandığında onlar için yapmamız gereken bizim inancımıza göre bunlardır.
Peki doğru olan nedir? Düşünce virüsü burada hangisidir? Kısıtlayıcı
inançlarımız hangileridir?
Arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Bir arkadaşımız “Burada beş
kişi varsa beş ayrı “Tanrı inancı” yok mudur?” diye sordu. Herkes kabul etti.
Beş ayrı tanrı varsa tanrı kişinin kendi dünyasında oluşturduğu bir sistem
değil midir, diye bir başka soru daha yöneltti. Bu görüş de herkesten kabul
görünce şöyle bir karşıt görüş ortaya attı: “Sistem, var edilen, ortaya
konulansa tanrı bizim yarattığımız bir şey değil midir o zaman? Biz niye bir
Tanrı yaratma ihtiyacı duyuyoruz? Yoksa kendimizin bir Tanrı olduğunu
söylemekten çekindiğimiz için mi? Tanrı diye bir şey yoktur o zaman, herkesin
kendi bir tanrıdır. Herkesin şaşkın bakışları arasında Vahdet-i Vücut
nazariyesine girdi ve tanrı kavramına Vahdet-i vücutçuların bakışını ortaya
koydu.
(Uyarı: Böyle düşünüyoruz ya da böyle düşünün demiyoruz.
Amacımız Düşünce virüslerini daha iyi algılamanızı sağlayacak bir örnek teşkil
ettiği için böyle bir örnek veriyoruz.)
Düşünce virüsü nerede?
Şunu söylemek istiyoruz: İnanç sistemlerinde şunlar düşünce
virüsleridir, bunlar kısıtlayıcı inançlarınızdır, şunlar olumlu
niyetlerinizdir, diyemeyiz. Bunları tarif eder, bunlarla ilgili
somutlaştırmaları size bırakabiliriz. Çünkü genel olarak herkes için
doğruluğuna inandığımız somutlaştırmaların dışına çıkamayacağımızı siz de
biliyorsunuz. Sizlere aktardığımız dil kalıpları ile ilgili teknikler inanç
sisteminiz içindeki düşünce virüsleri için bağışıklık geliştirecek bir tür
aşılama görevi üstlenecektir. İnanç sistemlerinizi güncellediğinizde elinizdeki
teknikler ne kadar güçlü ise, birikimleriniz, deneyimleriniz ne kadar
sağlıklıysa güncelleme sonrası alacağınız rapor o kadar sağlıklı olacaktır.
Abdullah YILMAZ
ayilmaz67@yahoo.com
Kaynak: www.gencgelisim.com