Bir Devrin Cihan Sultanı: Kanuni Sultan Süleyman Han


Asya’da Kafkas dağlarından Acemistan içlerine, Yemen’e, Aden ve Arabistan Çöllerine; Afrika’da Mısır, Tunus, Fas ve Cezayir’e; Avrupa’da Viyana önlerine kadar uzanan topraklarla Osmanlı İmparatorluğu’nu en geniş sınırlarına ulaştıran Kanuni, Müslümanlar tarafından Şanlı Süleyman, Avrupalılarca Muhteşem Süleyman (Magnificent, Magnifique, Der Practige, Grand Turc) olarak anılır.
Osmanlı topraklarında uygulanan kanunları İslam Hukuku esasları altında toplattırarak yazılı hale getirmesi nedeniyle de kendisine Kanuni unvanı verilmiştir. Aynı zamanda şair olan Kanuni, Muhibbi mahlasıyla da şiirler yazmıştır.
Savaş meydanlarının yenilmez savaşçısı bu çok unvanlı padişah, 16. yüzyılın en büyük ve akıllı adamlarından biri olarak geçer tarihe. Ancak aynı zamanda büyük aşkı Hürrem, iç isyanlar, saray entrikaları arasında dönemin en trajik figürlerinden biri olmuştur.    
Süleyman çok iyi bir eğitim ve terbiye gördü. İlk eğitimini ninesi Gülbahar Hatun’dan aldıktan sonra yedi yaşına geldiğinde İstanbul’a, dedesi İkinci Bayezid’in yanına gönderildi. Burada yoğun olarak edebiyat, tarih, fen ve din eğitimine tabi tutuldu. Ayrıca Süleyman, astronomiye de özel bir ilgi duyuyordu. Savaş teknikleri derslerindeki başarısıyla, imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştırmasını sağlayacak askeri hüneri yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı bile… Adeta tahtta büyüyen Süleyman, küçük yaştan itibaren imparatorluğun sorunlarını biliyor ve bunlara çözümler üretebiliyordu. Küçüklüğünden beri okuduğu Kur’an-ı Kerim ise idari konuda dersler çıkardığı bir kaynak kitap görevi görmüştü. Babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520’de 25 yaşındayken 46 yıl kalacağı Osmanlı tahtına geçti. Osmanlılarda tahta geçen her padişah için imparatorluk sınırlarını genişletmek en önemli sorumluluktu. Kanuni de Osmanlı tahtının üzerine yüklediği bu mesuliyeti hakkıyla yerine getirmek üzere ilk olarak Belgrat’a yöneldi ve 1521’te burayı Osmanlı topraklarına kattı.
Kanuni Sultan Süleyman Nasıl Biriydi?
·         Kanuni, yuvarlak yüzlü, elâ gözlü, doğan burunlu, kaşlarının arası açık, uzun boylu ve seyrek sakallı, vakur ve ağırbaşlı biriydi.
·         Adam seçmeyi ve yetiştirmeyi iyi bilen Kanuni, devlet kadrosunda değerli ve eğitimli kişilere görev verirdi. Bu nedenle kendisine önemli görevlere getirilmek üzere kişi tavsiye edilmezdi.
·         Hoşgörülü biriydi; ancak din ve devlet söz konusu olduğunda bunlar aleyhine gerçekleşen durumlarda affedici davranmaz, en sevdiklerine ve yakınlarına bile kıyabilirdi.
·         Devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklarını belirlemişti. Özellikle hukuk ve idari alanda herkes kendi yetkisini kullanıyor, başka birisinin buna müdahele etmesi söz konusu olmuyordu. Örneğin sadrazamın otoritesi yüksek ve kesindi. Padişah, sadrazamın işlerine karışmazdı.
·         Yetiştirdiği ve destek verdiği âlim ve şairlerin eserlerini kütüphanesinde saklardı. Edebiyat eserlerine ve sanatçılara verdiği öneme, Kelile ve Dimne’nin mütercimi Alâeddin Ali Çelebi’nin Hümayun-nâme adı ile yaptığı çeviriyi bir gecede okuyarak mütercimi Bursa kadılığına tayin etmesi önemli bir örnektir.
·         Geniş bir ufka, yerel değil, evrensel bir bakış açısına sahipti. Mesela Almanya’da Hıristiyanlığın özünün yıpratılmış ve değiştirilmiş olmasına karşı Martin Luther tarafından kurulan Protestanlık mezhebini desteklemişti.
·         Çalışanların psikolojisini iyi bilirdi. Saray yapımında işçilerle birebir ilgilenir, onlara bir işveren gibi öğütlerde bulunurdu. Onlar da bir istek ya da ihtiyaçlarını doğrudan Kanuni’ye iletirlerdi.
·         Sakin kafayla düşünür, işlerini aceleye getirmezdi. Temkinli davranır, kararları verirken vezirlere danışmayı ihmal etmezdi.
·         Sözünü bir kez söyler, ne sözünden, ne de verdiği emirden dönerdi.
·         Adalete çok önem verirdi. İngiltere Kralı VIII. Henry, İstanbul’a bir heyet göndererek adalet mekanizmasının nasıl işlediğini tetkik ettirmiş ve bu heyetin raporu doğrultusunda İngiltere adliyesinde yeni uygulamalara gidilmişti.
·         Halkın halinden anlar, uygulamalarında onların ihtiyaçlarına öncelik verirdi. Mısır’dan gelen verginin fazla olduğunu ve halkın cefa ve sıkıntı çektiğini düşünerek Mısır valisini değiştirmesi buna güzel bir örnektir.
Rodos Adası’nı Osmanlı Toprağı Yapan Taktik
Hıristiyanların Osmanlı’ya en yakın en gözde adası olan Rodos, Osmanlılar açısından Türk denizinde yer alıyor ve alınması gerekiyordu. Adada bulunan 15.000 asker, tüm Hıristiyan dünyasından seçilmiş olan eğitimli şövalyelerden oluşuyordu. Tam anlamıyla bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasına sahne olacak bu adanın alınmasında Kanuni top kullanmanın dışında farklı bir taktik geliştirdi. Ordu bu kez surları yıkarak tepeden inmeyi denemeyecekti. Daha önceden uygulanan bu taktik, çok kan akmasına sebep oluyordu. Bunun yerine askerler çok kısa bir süre içinde ada içlerine kadar ilerleyen 50’ye yakın tünel kazdılar. Bu son derece tehlikeli çalışma, adayı dipten yıkmanın en emin yoluydu. Ada içine girmeden, 150 güne yakın bir süre kuşatmada beklendikten sonra saldırıya geçilerek, tüneller sayesinde karşı güç kırıldı. Bu adanın alınması Süleyman’ı bir padişah olarak daha da güçlü bir konuma getirdi.
Tüm Avrupa’da hâkimiyet sağlamayı amaçlayan Alman İmparatoru Şarlken’e esir düşen Fransa Kralı Fransuva’nın annesi Düşes Dangolen, Kanuni’ye bir mektup yazarak yardım istemişti. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis’e giderek Şarlken’in donanmasını yenilgiye uğrattı. Böylece hem Fransa, hem de Fransuva kurtulmuş oldu.
Sanat, Mimar Sinan ve Kanuni Sultan Süleyman
Ülke topraklarında büyük bir imparatorluğun şanına yaraşır bir manzara yaratmak isteyen Kanuni, sanata ve mimariye öncelikli olarak önem verdi. Güzelliğe ve sanata âşık olan bu muhteşem padişah, bulunduğu mekânları bir çiçek bahçesi gibi güzelleştirmeye meylederdi. İstanbul’un pek çok yerinde yaptırılan han, hamam, mescit, kütüphane, çeşme ve saraylar yanında, bunlara doğanın zarif ve asil çizgileriyle eşlik etmek üzere bahçe mimarisine de önem verilmişti. O zamanların İstanbul’unda bahçesiz bir ev düşünülemezdi. Şehrin neresine uzansanız gerek mimaride, gerekse tabiatta milli ve dini bir karakter bütünlüğü göze çarpıyordu. Çini, dokuma, ciltçilik, alçı, ayna, hakkâklık (oymacılık) ve halı sanatları da çok ileri seviyeye ulaşmıştı.
Mimari ve musîki, Kanuni için vazgeçilmezdi. Ayrıca Osmanlı padişahları için ticaretin sembolü olan altına da tutkundu. Onun zamanında yapılan cami, saray ve köşkler görülmeye değerdir. Dünya çapında bir sanatçı olan Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’nun zirveye ulaştığı bu dönemde yaşadı ve pek çok eser verdi. Eşsiz güzellikte ve özgünlükteki eserleriyle tüm dünyayı hayran bırakan bir mimari üslup oluşturan Sinan’ın eserlerindeki ihtişam, mimari ayrıntılardaki incelik, imparatorluğun büyüklüğü yanında duyarlı yapısını da sembolize ediyordu. Sinan’ın yapıları “Ben güçlüyüm, kralların kralı benim.” der gibidir adeta. 315 eser veren Mimar Sinan’ın İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Edirne’deki Selimiye Camii, İstanbul Haseki Külliyesi, İstanbul Şehzade Camii ve Külliyesi, Fındıklı Molla Çelebi Camii gibi yapıları yüzyılların ötesinden bir vakar, bilgelik, sağlamlık ve incelik sembolü olarak durur.

Danişment R. Keskin
danismentkeskin@nyu.edu

Kaynak: www.gencgelisim.com