Fetva Böyle Olur?


Gazeteyi elime alıyorum, her gazetenin bir fetvacısı var. Televizyonu açıyorum, karşımda bir fetva emini. Asıp kesen, pundunu bulup kafasına göre hüküm çıkaran bir sürü kendini hocadan sayan allame-i cihan. Dedim ki “Oğlum Mehmet, senin bunlardan aşağı kalır bir yanın yok.” Düşündüm ki ‘Mavralar Kitabı’nda kendine yer bulacak sotede kalmış meseleleri gün yüzüne çıkarayım. İyi mi ettim yoksa dikili kalmış son çamları da ben mi devirdim ona birlikte karar verelim.


    Sual: Yatakta yatmanın herhangi bir âdâbı var mı? Varsa nasıldır?

    El cevap: Her şeyin bir usulü, tarzı bulunduğu üzre yatak denilen mekânın da kendine has bir hususiyeti mevcuttur. O da şudur değerli okuyucu:
“Errahatu fi’l-yatak velev kane yusyuvarlak.” Yani yatakta rahat etmek istiyorsan dizlerini karnına doğru çekerek kendini yuvarlak bir şekle tahavvülen çit üzerinden atlayan koyunları saymaya başlayabilirsin.

    Sual: Ahmet, Hasan’a darp etse, yani vursa Ahmet’e ne lazım gelir?

    El cevap: Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı gün düşünüldüğü zaman şöyle olmalıdır:
    Ahmet, altı gün ayazda bekletilir. Altıncı günün hitamında –ki o gün yedinci gündür sektirmemek lazım- “ayaz ağası” namıyla ilân edilir. Akabinde ağası az, ayazı çok olan bir menfaya sürgün olarak gönderilir.

    Değerli okuyucu tam bu esnada zihnime isabet eden bir olay ve de aynı vakanın fetvası misafir olmuştur; dile getirmezsem gece verdiğim ilk fetvanın hışmına uğrar, yatakta rahat edemem. Anlatacağım arkadaş. Hikaye şöyle:
    Filan nam yerin filan muhitinde Kurban bayramı sabahı şahsın biri, hayvanını boğazlamış, derisini yüzmüş, içini temizlemiş. Oğlunu da hocayı çağırıp kurbanı pay etmesini tembihleyip kendisi de beklemeye koyulmuş. Bir müddet sonra hoca efendi teşrif etmiş. Kurban sahibi demiş ki:
    - Hocam, sen bu işi daha iyi bilirsin. Hele şu hayvanı bir pay ediver.
Hoca “hay hay” demiş.
    - Başı, döşü, yedi bölü beşi hocaya kalacak. Hoca bunu der demez, adam:
    - Aman efendi, bu nasıl pay. Hele sen bir kara kaplı kitaba bakıver, demiş.
E ne yapsın adam, kendisine bir şey kalmamış ki. Neyse hoca da çıkarmış kara kaplı kitabını ve fetvayı teyit etmiş:
- İnnellezine fi’l-bacak kurbanın hepsi hocaya kalacak.
Nasıl, mavranın böylesine de pes doğrusu değil mi? Varın adamın hâlini siz tahmin edin.

    Sual: Televizyon izlerken kendisini filmin veya dizinin cazibesine terk edip o acayip kutunun içine düşen hatun kişiye ne yapmak lazım gelir?

    El cevap: Evet. Çok müşkil bir sual. Ama halledilmeyecek bir mesele değil efendim. Şöyle yapmak gerekir. Dikkat buyurun:
    Evvelen, o kutu içine düşen avradın sağ mı salim mi olduğunun tespiti için bağırırsınız. Eğer içerden sağlık ve afiyetinin intizamına dair müspet bir cevap alırsanız mesele yok. Soğukkanlı olun. Düştüğü o yerde bir hafta aç ve susuz bırakırsınız. Tabii bu süre hatunun zayıf ve şişman oluşuna göre değişebilir. Sekizinci gün o kuyu içine bir ip sarkıtıp televizyonzedeyi rahata kavuşturursunuz. Buraya kadar tamam. Yok, eğer kuyudan hiçbir ses duyamamışsanız, kuyuyu ağzına kadar suyla doldurup içine balık koyabilirsiniz. Eninde sonunda o hatun size “balık kız” olarak avdet edecektir vesselam. Buna rağmen hâlâ ses çıkmamışsa bir sonraki evlilik için kolları sıvasanız iyi olur.

   Sual: Şehir içi dolmuşlarda müşterisine iyi davranmayan dolmuş şoförüne ne yapmak lazım gelir?

   El cevap: Al, al işte! Burdan yak. Kardeşim, adam gibi soru sorsanız da biz de ilmî bazı şeyleri âvâmın zihnine nakşetsek ne olur yani? Deseniz ki “hocam, horozdan kurban olur mu?” “Devekuşuna deve demek doğru mu?” Yahu sana ne müşterisine iyi davranmayan dolmuş şoföründen. Binme kardeşim, seni zorla dolmuşa bindiren mi var? Yürü, bisikletle git; taksiye bin. Ne bileyim koşarak git. Dolmuş, dolmamış olsun da siz ondan sonra görün hizmeti. Para üstünüzü bile zarf içinde adresinize göndermezlerse ben de bu mavralara son vereceğim. Nasıl, efendi aldın mı cevabını? İyi o zaman, mesele yok.

    Sual: Minareyi çalan kılıfını hazırlar mı?

    El cevap: Sen söyle bakayım, hazırlamasın da ne yapsın? Kılıfını hazırlamasa millet sormaz mı minareyi nereye götürdüğünü? “ Boyu fazla uzamış da götürüp bir hormon testi yaptıracağım.” desen kim inanır? Ama kılıf içine korsa milletin sorusuna şöyle cevap verebilir: “ Bu kılıfta taşıdığımız şey, çok yaşlı bir meşe kalası. Estetik ameliyat için götürüyoruz da. Kendisi kimseye görünmek istemedi.” Gel de inanma hadi!

    Sual: Hocam, son bir soru. Geçenlerde bir hatun kişinin kitabı çıkmış. Sünnet üzerine. Kestirmemenin daha iyi olduğunu söylüyor. Siz  bu konuda ne diyorsunuz?

    El cevap: Ulan, bize ne milletin şeyinden. Hem ona neymiş milletin şeyinden. Başka uğraşacak mesele mi kalmadı bu ülkede? Elinden geliyorsa bizi Avrupa Birliği’ne soksun. Kardeşim, isteyen kestirir; istemeyen de  ne sünnetçinin semtine uğrar ne de sünnetçiyi muhitine yaklaştırır. Tövbe estağfurullah!.. Yani kızınca kızdı diyorlar. Bu ülkede niye herkes kendi alanından bir mesele ile meşgul olmaz acaba? Ne idüğü belirsiz bir ülke olduk çıktık işin içinden. Kimin neyle iştigal ettiği de meçhul.



Atasözü adayı:

Ayakkabımın altı kösele, gel beni biraz kesele.

İstinbat: Buraya kadar okuduklarınızdan bir nükte cümlesi çıkardıysanız aşağıdaki boşluğa yazınız.

.......................................................................................................................................................................................................................................................................................... 

Not: Eğer çıkaramadıysan fazla zorlama. Deterjana yazık.


Mehmet  Akbulut

Dahi Beyin Blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder