Yakındaki Uzaklıklar

Uzaklara bakıyor kadın. Sadece uzakları görüyor. Hayattan hep bir beklenti içerisinde. Umutları hep şimdiki zamanın sonrasında. Çünkü beklentileri kendisinden hep daha büyük. Kadın yakınları hiç bilmiyor. Belki de gözleri yakını göremeyecek kadar uzağa alışmış.
Yalnızca uzağı görebilen, artık yakınındaki hiçbir şeyin farkına varamaz olmuş. Hangisi daha mantıklı? Ulaşamayacağının farkında olup, bir adım yakınındakini bilmemek. Hiç kimsenin bilemeyeceğini görüp, herkesin zaten bildiğinin farkında olamamak. Uzaklar, uzaktayken yaşanamıyor. Yakınlar var olabilme imkanına sahipken, bir türlü farkına dahi varılamayan bilinmezliklere dönüşüyor. Hem uzakların hem de yakınların farkında olabilmekse imkansız. Çünkü hayatta hiçbir bakış bu kadar esnek bir duruşa sahip olamıyor. Hiç kimsenin bilmediğini bilerek, ama herkesin yaşadığını yaşayamayarak var olmanın adı başarı değil. Kadın, bunu kendi içerisinde bir kazanç olarak kabul ediyor. O, hayatın özentisi içerisinde büyümeyi seviyor. Hayat ise delice var olmayı istiyor. Sadece sevilmeyi kabul etmiyor. Kadının yakınında neyi varsa, onun için erişilebilir olduğu ölçüde kıymetsiz ya da görülmeye değmeyecek kadar yetersiz. Ama erişilemeyecek olanın da varlığı nedensiz. Çünkü uzakta olup ta artık yakına gelmiş olan ne varsa bir türlü görülemeyecek kadar gereksiz. Kadın gerçekte hep erişemeyeceklerinin özlemiyle yanıyor. O, uzaklarda bir adamı bekliyor. Ama onun gelişi imkansız. Çünkü kadın onu yalnızca uzaktayken görülebiliyor. Yakına geldiği an yok. Aslında kadın bu sebepten çok yalnız. Yalnızlık kendini bilememekle başlıyor. Kendini bilemeyen, aslında neyi hak ettiğini de kestiremiyor. Bu sebepten ulaşılamayacağını istemekle yalnızlaşmak, birbirinin hem sebebi hem de sonucu oluyor. Kadının yakınında hiç kimse yok. Ve o, yakınındaki yalnızlıktan kaçmak için sürekli olarak uzaklara bakıyor. Yalnızlığını var eden uzaklar, zaman içerisinde onu kendi kendisine mahkum ediyor. Kadın belki de hiçbir şeyi bilemeyecek  kadar göremiyor. Bu sebepten kendini, sadece umutlarına bağlayan bir çaresizliğin içerisinde büyüyor. Onunki bir çeşit kör yürüyüşü. Aydınlıkta görememekle, karanlıkta görüyor olmanın aynı şey olmadığını anlıyor. Hayatta tek çıkış yolu umut etmek olan gerçekten ne kadar da çaresiz. Çünkü sonuçta ya çok mutlu ya da çok mutsuz olmak zorunda kalıyor. Gerçek bir çaresizliğin  sonucu bu.. Ve kaçınılmaz. Çünkü mücadele gücü kalmayanın derdi çok büyük. Dert büyüdükçe ondan kurtulma isteği de artıyor. Ve tek çıkış yolu sadece umut etmek. Dertten kurtulamayacak kadar çaresiz olanın asıl derdi de bu zaten. Sadece umut etmekten başka çıkış yolu kalmayan, hayata karşı olabildiğince korkak. Sadece umut etmenin sonucu gerçekten çok önemli. Çünkü bu kadar büyük bir çaresizlikten kurtulan çok mutlu, başarısız olansa ölesiye mutsuz. Umut etmek güzel. Ama ona mecbur kalmanın sebebi sadece acı. Acı çeken bunun sebebindeki zayıflığı anlayamayacak kadar zayıf. Tepkisinde kötü, anlayışsızlığında zavallı. Ve hangi kötülüğün etkisi ile bu hallere düşmüşse, eninde sonunda onun ta kendisi. Kadın yaşanamayacak kadar olmayanı kendisinin bir parçası yaptığı için, gerçek hayatının farkına bile varamıyor. Aslında yanında durmakta olan adam, bir an ona dokunuyor. Onu bütün sinir uçlarına kadar uyarıp, neredeyse kendisi kadar var ediyor. Ama kadın onu göremiyor. O, aslında kendisini dahi göremiyor. Çünkü o, kendi gerçekliğinin dahi uzağında duruyor. Bu sebepten hayatında en fazla kıymet vermesi gereken adamın farkına bile varamıyor. Adam bu duruma bir zaman sabrediyor. Ama daha sonra o da kendisini sevemeyen ne varsa hayatından bir an önce kovmak istiyor. Çünkü sevmemekle sevememek arasında büyük farklar olduğunu anlıyor adam. Sevmemek insan işi. Ama sevmemek hayatta hiçbir canlıya yakışmıyor.  Adam kendisini ne kadar da çok sevdiğini anlıyor. Sevgi başkasına da duyulur. Ve bunun azalıp çoğalabilme hatta bitebilme yetisi vardır. Ama insanın kendi kendisine duyduğu sevgi en fazla benlik bütünlüğünü tehdit etmeme seviyesinde alt sınır oluşturur. Çünkü mantıklı her birey bilir ki, kendisi biterse zaten duymakta olduğu sevginin de belirgin bir anlamı kalmaz. Kendini düşünmeyecek kadar aşık olansa, aslında akıllı sayılmaz. Adama gerçekleşmeyen bir sevginin geride kalmış olan gölgesini öldürmek çok kolay geliyor. Çünkü gölgeler hayatın içerisinde yalnızca sahiplerine bağımlı olarak yaşayabilme aklına sahip olabiliyor. Bu sebepten bir gölgenin öldürülmesi en çok sahibinin onayıyla gerçekleşiyor. Kadın adam için ölüyor. Adam kendini doğuruyor. Yeniden, ama artık başka birisine aşık olabilme gücüne erişebiliyor. Ölü kadın, bu haliyle bile hala uzaklara bakıyor.  Adam susuyor bir tokat atıyor kendine. Yüzünden çok eli acıyor.
                                                                                                                                       


Aytekin Mehmet Arslan,Ünlemler
Dahi Beyin Blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder