Bir adam
baltasını kaybetmişti. Onu, komşusunun oğlunun aldığını sanıyordu.
Komşu çocuğunun
hareketlerine, gidişine bakıyordu. Her şey, onun balta hırsızı olduğunu
gösteriyordu. Yürüyüşü, hareketleri, bakışları balta hırsızı gibiydi.
Her şey
ama her şey apaçık ortadaydı. Yüzü de baltayı andırıyordu. Bütün hareketleri,
balta hırsızından başka bir şeye benzemiyordu. Balta hırsızı olmayan bir insan
böyle davranamazdı, böyle bakmazdı. Demek ki bu çocuk balta hırsızıydı.
Adam bir gün
baltasını bir çukurda unuttuğunu anımsadı. O çukura gitti. Baltası olduğu gibi
bu çukurda duruyordu. Ertesi gün komşu çocuğunu gördü. Çocuğun hiçbir hareketi
bir balta hırsızına benzemiyordu. Görünüşünü de bir balta hırsızı gibi değildi.
Hatta çocuğun yüzünde birçoklarına göre sevimlilik ve güven vardı.
Olmayan, belki
de gerçekleşmesi mümkün olmayan konular üzerinde önyargıyla tartışmak
faydasızdır. Faydasız bir işi biz kendimize yakıştıramayız. Gerek olaylar
gerekse şahıslar hakkın da erken karar vermek sonu pişmanlıkla bitecek
tatsızlıklara sebep olabilir.
Balta
hikayesinde olduğu gibi, adam ya erken harekete geçip, komşusunun kapısına
dayansaydı… Telafisi mümkün olmayan bir durum çıkardı ortaya.
Önyargıların adı
bugün paranoya oldu. Belki bir çok kişi bir çok işinde bu davranışından dolayı
başarısız oluyor. Karşılıklı güven esasına dayalı birliktelik ve ortaklıklarda
gerçekten fayda vardır. İş ve günlük hayatında başarılı olmak isteyen insanlar
öncelikle karşılıklı güveni sağlamış olmaları lazım. Önyargılı olmanın hiç
kimseye bir faydası dokunmaz. Ama esnek ve geniş olmak olumlu bir enerji yayar.
Böylece işlerinizi daha rahat yürütürsünüz.
Önyargılar,
başkalarıyla ilgisi olmayan, tamamen bizim kendi tutumlarımızdan kaynaklanan
durumlardır. Farkında olmadan böyle bir alışkanlığa yakalanabilirsiniz.
Sonrasında ise ilişkilerimiz zedelenir. Çünkü, önyargılar öfkeye, şüpheye,
gereksiz rekabete, kırıcı ve üzücü önlemlere, dedikoduya ve kötü kurnazlığa
sebep olabilir.
Kendi
çabalarımızla bu türden yanlış bakışlarımızı düzeltebiliriz.
Amerika’da yayınlanan
bir dergi de bu konuyla ilgili çok güzel gerçek, yaşanmış bir öykü okumuştum.
Sizinle paylaşmak istiyorum:
Bir gün akıl
danışmak için avukat bir arkadaşa gittim. “Başım dertte” dedim. “Karşı komşular
tatilden istifade, bir ay için gidecekler ve iki köpeği evde kilitleyecekler.
Bir kadın gelip onlara yiyecek verecek. Bu arada köpekler yalnız kalacak,
gündüz havlayacak, gece uluyacaklar. Ben uyuyamayacağım, asabım bozulacak ve hayvanları
zulümden koruma cemiyeti’ne gidip onları aldıracağım yahut kızıp ikisini de
vuracağım. Sonra komşularım geldiği zaman, bu sefer onlar kızıp beni vuracak…”
Avukatım gülerek
ve omzumu okşayarak, “Sana bir hikaye anlatayım.” dedi. “Eğer evvelce duymuşsan
sözümü kesme; çünkü tekrar dinlemen senin için faydalı olacak.”
“Bir arkadaş
gece yarısı şehrin dışında otomobilini hızla sürüyordu. Birden lastik patladı.
Otomobilden çıkıp baktı, otomobilin tekerleğini kaldırmak için krikosu yoktu.
Kendi kendisine, ‘Bir kriko isterim!’ dedi.
Uzakta bir ışık gördü ve şöyle mırıldandı, ‘Talihim varmış. Çiftçi
uyumamış. Kapıyı vurur, başıma geleni anlatırım. Bana ödünç bir kriko vermek
lütfunda bulunur musunuz, derim O da ‘Hay hay arkadaş, al işini gör, fakat işin
bitince geri getir.’ der.
Eve doğru
yürümeye başladı, fakat biraz ilerlemişti ki ışık söndü. Bu işe canı sıkılan
arkadaş kendi kendine şöyle söylendi: ‘Şimdi adam yattı. Rahatsız ettiğim için
kızacak ve belki alet için bir miktar para isteyecek. Ben de, pekala, bu
komşuluğa yakışmaz ama size bir dolar veririm, diyeceğim. O, hem gece yarısı beni yataktan kaldıracak, hem
de bir dolar vereceksin ha, ya beş dolar vereceksin ya da gider krikoyu başka
yerde ararsın, diyecek.
Bu esnada
krikoya ihtiyacı olan arkadaş kendi kendine iyiden iyiye öfkelenmişti. Bahçe
kapısına geldi ve mırıldandı:
‘Beş dolar ha!
Pekala, sana beş dolar vereceğim. Ama bir tek kuruş daha vermem. Kör şeytan şu
kaza olmasaydı kriko da lazım olmayacaktı. Zararı yok, şimdi istediğin parayı
vereceğim. Yalnız bunun düpedüz bir dolandırıcılık olduğunu unutma.’
Adam, bu düşüncelerle
evin kapısına varmıştı. Kapıyı hızlı hızlı ve şiddetle vurdu. Çiftçi kapının
üzerindeki pencereden başını uzatarak aşağıya seslendi:
‘Kim o? Ne
istiyorsun?’
Arkadaş durdu ve
kapıyı bir yumruk daha indirdikten sonra bağırdı:
‘Senin de
krikonun da canı cehenneme! Malın sen de kalsın!’
Gülmem geçtiği
zaman birdenbire sıçradım ve ‘Benim yaptığım da buna mı benzedi?’ diye sordum.
‘Tamamen’ dedi. ‘Meseleleri sakin bir şekilde halletmek varken, kocaman
canavarca hayaller kurarak, hayatı kendilerine zehir edenlerin sayısı az değil.
Her hafta bana onlarcası geliyor. Avukatlığımı unuttum sanki ruh doktoru oldum.
Adam iş ortağına ne desin? Kadın kocasına ne diyecek? Bir ayağı çukurda
ihtiyar, akrabasının vasiyetnamesi için ne söylesin? Ben de hepsine bu kriko
hikayesini anlatırım. Böylece sakinleşirler, sonra işlerinin yoluna girmiş
olduğunu işitirim. Bir tanesi, ortağının, onun yarı yoldan memnuniyetle nasıl
karşılandığını anlatır. İhtiyar adamın akrabaları, kendilerini veraset
vergisinden kurtarmak için, ölmeden evvel her şeyini bizzat kendisinin
halletmesi için bir avukat aradığı haberini verdi. Hayat tuhaf.’
Düşündüm! Ne
kadar doğru! Çoğumuz kör bir hiddet için de düşmanlarla mücadele için çalışarak
hayatta, yanından kolayca geçebildiğimiz engellere çarparız. Hatta bir gün
birisi karşımıza çıkıp karanlık bir gecede bir şimşeğin parlaması gibi tek bir
kelime ile aklımızı başımıza getirinceye kadar, yapmakta hayata yanlış
bakmamızda aramalıyız. Hayata güzel bakan için sıradan engellerin hiçbir
ehemmiyeti yoktur. Zaten böyle düşünen insan içinde güzel ve hoş bir hayat
vardır. Güzel düşünce gücü, engelleri daha var olmadan yok eder.
Önyargıyla
hayatımızı zindan ettiğimiz günler artık geride kalsın. Bakın, aşağıda
anlatacağım kısa diyalog sizi nasıl kasvetli bir ruh haline dönüştürecektir.
Hele bu diyalog karı koca eşler arasındaysa. Hep birlikte dinliyoruz.
Bir akşam
otomobille şehirden eve dönüyordum. Yemeğe geç kaldım ve karıma telefon
etmemişti. Birbiri arkasına dizilmiş otomobillerin arasında otomobilimi sürerken
endişem ve öfkem arttıkça arttı. İçimden söyleniyordum: ‘Eve gidince karıma
trafiğin kalabalık oluşundan dolayı geciktiğimi anlatacağım.’ O, ‘Niçin
şehirden ayrılmadan evvel telefon etmedin?’ diyecek. Sonra o, ‘Evet ama, ben de
burada bütün gün senden telefon bekliyordum.’ diyecek. Ben, ‘Muhabbet kuşu gibi
her dakika sana telefon etmekten başka işim yok galiba!’ diyeceğim. O, ‘Çok
zalim konuşuyorsun, ama bana telefon etmek istemezsin.’ diyecek. Ben de her
halde artık köpürerek, ‘Tamam kes, uzatma.’ diyeceğim. Karım da, ‘Sen kes!’
diyerek bana bağıracak. Ben de evi hışımla terk edeceğim.
Sonra birden
kendime geldim. Çünkü kafamı ve ruhumu iyice yormuştum. Ben şimdi bu kafa ve
ruh haliyle eve girersem zaten tartışma çıkma ihtimali yükselmiş olur. Çünkü iyice
gerginleşmişim. Birden iç temsilimi değiştirdim. Hayata güzel bakmaya çalıştım.
Eve de iyice yaklaşmıştım. Sonunda arabamı pak ederek, kapıya yöneldim. Zili
çaldım. Karım kapıda göründü. Gülümsüyordu. ‘Gözüm yollarda kaldı.’ dedi. ‘Çok
nefis sarmalar yapmıştım, şimdi birlikte yiyebiliriz.’
Hayret. Hiç de
düşündüğüm gibi olmadı. Güya ben hışımla evi terk edecektim. Peki o kadar
kafamı ve ruhumu yormam ne diyeydi? Anlamadım ki çoğu zaman biz hayata güzel
bakmıyoruz.”
Evet, doğru. Biz
hayata güzel bakmasını bilmiyoruz. Nasıl mı? Çok basit. Herkesin bize düşman
olduğunu sanıyoruz. Yolumuzun üzerinde herkesin kuyumuzu kazdığını düşünüyoruz.
Böylece hayatımız zindan oluyor.
Geçmişteki
yaşadığınız bazı hatıralar sizi üzüyorsa bunun artık ne önemi var ki… Unutun
gitsin. Gelecekteki mutlu günleri hayal edin. Hatta şimdi yaşadığınız huzur ve
mutluluk için Allah’a şükredin.
Hayata Neden
Güzel Bakmayalım Ki!
Dahi Beyin Blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder