Dünya, 23 ağustos 1973 yılında, bir haberle çalkalanmıştı. İsveçin başkenti Stockholm şehrindeki bir banka şubesine dalan eli silahlı bir soyguncu, bütün banka çalışanlarını esir aldı. Anında banka şubesinin etrafı polislerce çevrildi. Banka şubesinin cıvarından kuşlar bile uçurtulmuyordu.
Saatler geçiyor, rehineleri kurtarmak isteyen emniyet yetkilileri bir sonuç alamıyordu. Soyguncuyla temas kurulamıyor. Soyguncunun silah tehdidi ile tuttuğu rehinelerde polise yardımcı olmuyorlardı. Bu kaos günlerce sürdü.
Başbakan Olof Palme'yle bile telefonla görüştürülen rehineler, polisle işbirliği yapmaya yanaşmıyor, suçlunun yakalanmasına yardımcı olmuyorlardı. Çünkü rehin alan soyguncuyla rehineler arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Bu bağ soyguncunun banka şubesine girişi sırasında, bankada bulunan bazı müşterilerle şubede çalışan memurların bir kısmının ilk kargaşada dışarıya kaçmasına göz yummasından kaynaklanıyordu. Rehineler kaçan arkadaşlarına müsamahakar davrandığı için soyguncuya hayranlık duyuyorlardı. Aslında soyguncu,daha fazla rehineyle, daha fazla problem yaşamaktansa, onların bankadan kaçmasına bilerek göz yummuştu. Az rehineyle,daha az problem çıkar diye düşünmüştür.
Banka şubesinin etrafındaki bu polis kuşatması altı gün sürmüş, rehinelerin can siperhane desteklediği soyguncu, ancak altıncı gün banka şubesinin tavanının delinerek içeriye atılan gaz bombasının yarattığı kaos ortamından yararlanan polislerce yakalanabilmişlerdir. Sorgulama ve yargılama safhasında’da rehineler soyguncuyu korumaya devam etmişler, aralarında para toplayarak soyguncuya avukat bile tutmuşlardı. Bu olay dünyada büyük bir sansasyon yaratmış, daha sonralarıda bu olayı anımsatan olaylar çeşitli ülkelerde’de olmuştur. Bu olayın analizini yapan, psikiyatristlerce’de Stockholm sendromu adıyla anılmaktadır.
Psikoanalizciler,kurbanlar üzerinde yaptıkları araştırmalar sonucunda, pasif kişilikli olan bu kurbanların çevrelerindekilere baskı uygulayanlara aşırı derece hayranlık duymaları.Bu tiplerin kendilerini ezenlerin yanında durmalarının nedeni ise sosyal çevre edinebilmek ümitleriyle kendilerini onlara bağımlı hissetmelerindendir. Bu arada ezenlerin,ezilenlere yaptıkları çok küçük iyilikleri bile kendi bağımlılıklarının bir sebebi sayarlar. Onları gözlerinde büyütüp ilahlaştırırlar. Çünkü aynı fırsatlar kendi ellerinde olsa daha iyisini yapamayacaklarını bilirler. Ezik kişiliklerinin sonucu olarak’da kendilerine hükmeden, ezen grubun bir ferdi olmuşlardır. Ezenlerin savunucuları haline gelenler.Olaylara onların gözüyle bakarlar.Ayrıca bir yerlere getirilmeyi’de beklerler. Bu milletin ana kuzularını, kurtların sofralarına sunmaktan çekinmezler. Bu topraklarda doğmuş bir insan evladı olarak iki yıl bekledim. Bir insan evladı çıkar da bu yok sayılışımıza itiraz eder diye. Baktım, bekledim, gözledim olmadı. Ölülerden ses çıkmıştır belki ama ezilenlerden çıt yok. Ezenler de coştukça, coştu. Ne Ramazan bildiler, ne de Bayram. Halkına toplanıp kaynaşacağı, bayramlaşacağı Dernek lokallerini bile açmadılar yine. Bu halk nerede ne zaman nasıl toplanıp kaynaşacakki.Dernekçilik üye sayısını çoğaltmak, gelir atışı sağlamak, hizmette yarışmakla olur.Dernek lokalini kapatanlara kimse ses çıkaramayıp karşılarında el pençe divan duruluncada, derneğin maddi olanaklarını peşkeş çekenlerce yok sayılmış, nihayet bitirilmişiz işte.(Delileri kalmayan toplumların akibeti budur.)
Ben de, bu tükeniş haberlerini alınca, yüce kitabımız Kuran-ı Kerime baktım.Bizim bu tükenişimize en uygun ayeti kerime sanırım, (munafikun suresidir) sureyi okudum. Ayeti kerimedeki munafık insanlar tanımlamasının ne kadarı bendede var diye düşünüyorum.Olan kusurlarımı nasıl düzeltirim acaba? Sonra şu ayeti de okudum,size de haykırıyorum (Hakikatlar karşısında susanlar dilsiz seytanlardır.)
Kırk yıldır derneklerin kapısından yerel ve genel seçimlerde birtek başbakan, yada bir parti başkanı,bakan büyük şehir belediye başkanı,ilçe başkanı, yada adayı,iş görecek,gördürecek bir insanoğlu girmişmidir?Açık olmadı ki nasıl girsin.
Bir kaç yalancının, fetbazın bir avuç goygoycunun arkasında gitmenin sonuda budur maalesef. Kırk yılda bir kere olsun yukarıda saydığım zevatlardan birisine bile halkımızla bayramlaşma fırsatı verilmemiştir. Niye? Dernekçilikte hiç olduklarını kimseler görmesin diye.Bu işler mızmız bir katibin eline bırakılmış, o katipte türkü söyleyerek gütmüş eşeklerimizi. Ama dernekler dairesi müfettişleri nihayet bu aldatmacaları görmüşler ve raporlarını vermişler. Kamu yararına hiçbir çalışması olmayan Aksekililer derneğinin kamu yararınalık vasfı yoktur, ortadan kaldırılsın demişler.Kaldırılsa ne olacak ? kaldırılmasa ne olacak? zaten babalarının derneği değilmiydiki ? Dernekler zaten neydi’ki ? onlar için. Akseki belediyesinin acizliğinden yararlanarak belediye mülklerinin kira gelirleriyle bazı küçük işler yaparak kendilerine toplumda sosyal statü sağlamak için araçtı.
Masonik derneklerdeki üyelikleri bu hizmetleri yapmak için zaten yeterliydi. Akseki belediyesinin mülklerinin kira paralarını dernek eliyle kullanarak sanki kendi ceplerinden verirmiş gibi işler yapmak, sizlercede günahmıdır?ayıpmıdır? (etraflarındaki, goygoycular olmasaydı bu işleri yine de yapabilirler miydi ?
Bu nasıl ticaretin başkentidirki?dernek lokalini,bayramda bile açamıyorlar.Genç Padişah,deli ibrahimin kafası kızıyor,yazı yazmasınlar diyor kimseler yazamıyor Çevre köylerimizin derneklerine bir bakın,devlet adamlarımızın,başbakanın parti başkanlarının belediye başkanlarının,derneklerini ziyaretlerinden kalma boy,boy fotoğraflarını görürsünüzde utanırsınız belki.Bu insanlarla diyaloğunuz olmazsa nasıl iş yaptıracaksınız.Bu yok oluş belkide Bizim mayamızın bozulmasındandır Hamurunuzun özü ekmeğinizin tuzu olsa,ister ekmek yaparsınız,isterseniz börek hatta, poğaça yaparsınız.Yeterki mayanız bozuk olmasın . Analar oğlan çocuğu doğurunca başlarına neden AL bağlarlar lohusalıklarında? Bende topluma bir adam daha kazandırdım diye gururlanırlarda ondan. Nerde o anaların doğurduğu aslan gibi oğlanlar. Herkesin general olduğu toplumların akibeti eninde sonunda böyle oluyor işte. Herşeyi el etek öperek elde etmiş olan bu zavallı ana kuzularının ve onların mini,mini büyüklerinin hepsine’de deli ibrahim kumanda ediyor.Kestim bütün milletin biletini diyor,artık hiç kimseler yazıda yazmasınlar ışıkta yakmasınlar, karanlıkta otursunlar emrini veriyor. Emriniz başımızın üstüne denince de. Çakal, hızını almış bir kere,kapı kulları önünde elpençe divan durarak emirlerinizi bekliyorlar. Kapatın dernekleri diyor, baş üstüne emriniz olur deyip hemen kapatıyorlar. Hiçbirinizi görmeyeceğim gözümün onünde,dağılın, fermanı çıkarılıyor, hepsi anında çil yavrusu gibi dağılıyorlar.
Neticei kelam: Bu aslanlara,neler oldu böyle dersiniz.Daha yavru iken, oğullarına, analarının kız sübeği vurmasının doğal tecellisidir belkide bütün bu olanlar.Ondan böyle, yimiş gibi yumuşacıklar. En vahim olumsuzluğa bile hayır diyemezler yapıları gereği. Erkek sübeğinin fonksiyonunu hatırlasanız, kız sübeğinden çok farklıdır, sübek pipo gibidir adeta. Piponun tütün koyulan haznesine pipiler sokulur ki her çiş yapışında,oğlan pipisini dikerek işesin’de erkek olmasının gereklerini öğrenerek büyüsün diye .Eğer erkek çocuklarına kız sübeği vururlarsa, çişlerini yaparken oğlanların pipileri kız sübeğinin içinde meydan bulamadığı için’de dikilip gelişemez. Böyle büyüyüp gelişen erkekler, hayat mücadelesinde de dik duramazlar.Kişilikleride yumuşacık olur yimiş gibi .
Sanırım artık Akseki’de, ne Musabaşöö, ne de yağ kabağı kalmıştır çalınacak. Öyleyse, işgillenip (TELMİH) den alınacak insanlarımızda kalmamıştır ortalıkta .
Bence tükenişimizin asıl sebebi: Beleşten Aksekililik, sendromumuzdur …!!!
Hasan Karagül / hasankaragul.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder