Gün gelir
fotoğraf albümlerine bakmaktan kaçarsın.
Çok uzun
zamandan beri bakmadığın albümlerin, bütün cesaretini toplayarak ilk sayfasını
açtığında zaman durur. Açarsın ve bir dumanlı tünele girersin. Artık, ne
oturduğun yerdesin, ne bulunduğun yıldasın, ne de gerçeksin…
Dönem dönem
ayırmışsındır albümleri… Hatta o albümleri düzenlediğinde bıraktığın parmak
izleriyle zamana imza atmış gibi olduğunu düşünürsün.
Tarih diye
nitelendirilen geçmiş zamanların görüntüsüyle karşı karşıyasın. Git desen
yoklar zaten, nasıl gitsin? İçine gireyim desen, duyguların karmakarışık hangi
kapıdan geçeceğini bilemezsin ve zamanın kapısı kapanmıştır, nasıl giresin?
Gerçekle,
hayal arası bir yerde sadece zihnin deposundan çıkan tozlu hatırlamalarla,
düşüncede yıllar süren uzun bir yolculuğa, saniyeler süren çok kısa bir
yolculuğa çıkarsın.
Ömrün ne
kadar kısa olduğunu ve yaşanılanla, yaşayacakların arasındaki zamanın bir albüm
sayfasını çevirme süresi kadar olduğunu yaşaran gözlerinle apaçık görüsün.
Çocukluk,
gençlik yıllarında önünde upuzun yılların olduğunu düşünürken, şimdi geçmişte
kalan upuzun olan ama hatırlanması birkaç saniye olan yıllar olduğunu fark
eder, “ömrümüzün son baharıdır artık” şarkısını mırıldanırsın.
Albümler
yaşamın en değerli kitabı olur, en güçlü hatibi, en sağlam tutanağı olup başlar
sana ders vermeye…
Fotoğraflara
bakıp dalıp gidersin ve yüreğinde, zihninde bir şeyler hissedip durursun.
Siyah beyaz
fotoğraflardan renkliye geçişin şahitliğini bir kez daha yaparsın.
Fotoğraflar,
geçip gitmiş, bitmiş ve asla yaşanmayacak zamanların olduğunu hatırlatır.
Çocukluğunu,
gençliğini, okul yıllarını, iş arkadaşlarını, gezdiğin yerleri, mutlu anlarını,
evlenmeni, ilk çocuğun olmasını, sonradan olan çocuklarını, ailenin büyüklerini,
okuldaki hocalarını, akrabalarını, komşularını, koca bir geçmişi saklayan o
defter kalınlığındaki albümde yeniden hayat buldurmaya çalışırsın.
Albüm
konuşur, albüm dertleşir, albüm kızar, albüm seni köşeye sıkıştırır. Nefesin
daralır, gözünden yaşlar süzülür, tebessüm düşer yüzüne, bir anda gülmeye
başlarsın. O albümlerde yeniden doğar, yeniden yaşarsın…
Fotoğraflar;
Bu dünyadan ötelere gönderdiğin yakınlarını, arkadaşlarını çok özlediğini ama
çaresiz kaldığını yüzüne vurur.
Fotoğraflar;
Hele zaman aralığı uzamışsa ve fiziksel, ruhsal değişim gösterdiğin
yaşlardaysan, o geçen günlerin nasıl heba edildiğini düşündürür ve isyan bile ettirmez,
hıncını yüreğine gizletir.
Fotoğraflar;
Bir zamanlar ayrı gayrısı olmayan, içtiğin su bile ayrı olmayan, saatlerce
konuşup güldüğün o arkadaşlarından çok uzun zamandır haber bile almadığını,
sesini duymadığını söyler.
Fotoğraflar;
Anneni, babanı, kardeşini ve aileni sımsıcak sohbetlerin ve mutluluğun içine
alır bir an… Hayal perdesinde siyah beyaza dönüşür görüntüler ve o genç
halleriyle bir film sahnesinde kendini gösterir, derin bir iç geçirmeyle
kendine getirir.
Fotoğraflar;
Bir zamanlar çok sevdiğin arkadaşlarının şu anda hayatının hiçbir yerinde
olmadığını, bazılarıyla da birlikte geçirdiğin zamanlara pişman olduğunu ve hayat
derslerini hatırlatır.
Fotoğraflarda
gördüğün; O masadaki yemekleri tatmak da mümkün değil artık, sevdiklerinin
yanağına bir buse kondurmak da… Uzansan elini kimse tutmaz, konuşsan
duyuramazsın…
İçine
kasvet, hüzün, mutluluk, pişmanlık, sevgi, aşk, ayrılık, kavuşma, utanç, güven,
heyecan ve acı çöker… İnsanca yaşanılan bütün duyguları bir arada, aynı anda
yaşarsın.
Albümün kapağını
kapadığında ise yaşadığın ana dönmen zorlaşır. Neredesin? Kiminlesin? Ne
konuşuyorsun? Ne dinliyorsun? Hiç kimse bilemez senden başka…
Albümler ve
bilgisayarlara yüklü fotoğraflar cızırtılı bir taş plak sesiyle hüzünlü bir
şarkı çalar, ellerini kenetlersin ve derin bir soluk bırakırsın boşluğa…
Ömür; bir
fotoğraf albümünün kapakları arasına sığacak kadar kısa ve basit dersin.
Anılarını
saklayan o albümler, an gelir en değerli servetin haline dönüşür.
İşte o anı
yaşarsın…
Sırrı Çınar
(İronik yazılar serisinden)
Dahi Beyin Blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder