İnsanlar arasındaki üstünlük
ne makamda, ne statüde, ne güzellikte, ne ırkta, ne cinsiyette, ne de
diplomadadır. Asıl üstünlük iyi huydadır, iyi karakterdedir; asıl zenginlik
gönül zenginliğidir ve buna bağlı olarak paylaşımcı, yardımsever olmaktır.
İnsan olarak en büyük erdemimiz, birbirimizin acısını azaltıp
mutluluğunu arttırmaktır sanırım. Unutulmayan ve çok sevilen insanların temel
özelliği, insanlığa yaptığı hizmetler ile kendini gösterir. Bu yüzdendir ki en
büyük aşk, insanlığa hizmet aşkıdır… Yarasına ilaç olduğunuz, acısına
ortak olduğunuz, açlığına el uzattığınız, kısaca insanlara gücünüz oranında
yardımcı olduğunuz sürece sizden mutlu, bahtiyar kişi olmaz bu dünyada...
İnsanlar kendi iç dünyalarındaki duygu ve düşüncelerini birbirlerine yeterince
iletemedikleri için yaşadığı dünyayı diğer insanlarla paylaşmayı sevmiyor,
elindekileri paylaşamıyor. Ne zamanki insanlar, başka insanların çektiği
acıları, sıkıntıları kendi yaşadıkları zevklerinden daha fazla önemseyip, acı
çekeni yüreğinde hissedip onun acısını dindirmeyi misyon edinirse, herkesin
beklediği huzurlu bir dünya ortamı sağlanmış olur.
İnsan olma gerçeği ve sorumluluğu, başka canların da kendimizden farklı
olmadığını ve onların da bizim gibi aynı ihtiyaçlara sahip olduğunu
anladığımızda ortaya çıkıyor. Başka insanların da bir yüreği ve onuru olduğunun
farkında olmuş olan insan gerçekten kendisini seven, kendine değer veren insandır.
Kendisine karşı iyi olan, başkasına da iyi olur; kendine karşı kötü olan kişi
başkasına da kötü olur. Bu gerçek şaşmaz. Kendimiz için dilediğimiz güzel
şeyleri, başkaları için de dilemeye başladığımız zaman, işte o zaman dünya daha
yaşanılır hale gelecek. Savaşlar, anlaşmazlıklar son bulacak. İnsanlık mutlu
olmak için mücadele veriyor. Devletlerarası rekabet daha çok enerji kaynakları
üzerine yoğunlaşmış. Evet, teknoloji çağındayız, kimine göre uzay çağındayız.
İnsanlık maden peşinde ve en önemlisi petrol peşinde… Bu uğurda savaşlar
yapılıyor, canlara kıyılıyor… Unutulan bir şey var ama… İnsan mutluluğu yanlış
yerde arıyor. Çünkü insan bir gün petrolün çıktığı toprağa gireceğini unutuyor.
Unuttuğu için canlara kıymaya devam ediyor, hem de demokrasi ve özgürlük adına!
Hayatımızın son bulmayacağını sandığımız sürece, yaşadığımız sorunların
şiddeti ve bizde bıraktığı acısı fazla olacaktır. Buna bağlı olarak acılarımızı
bastırmak için maddi hazlara daha çok yöneleceğiz. Tabi bu da sevgi, merhamet
ve hoşgörü gibi temel insani değerleri bireylerde öldürecek zamanla… Bu dünyada
herkese yetecek kadar yer var ama sanırım herkese yetecek kadar vicdan
kalmamış. Bu yüzden gözyaşları akmaya devam ediyor farklı coğrafyalarda... Çalan elin değil, veren elin üstün olacağı,
iyilik yapılarak insanlığın gelişeceği günleri görmek için sorumluluk almak
insan olmanın gereği sanırım.
İnsanların mutsuzluklarının temelinde ruhsal ihtiyaçlarının
doyurulmaması yatar. Fakat çoğu insan bu açlığını maddi unsurlarla gidermeye
çalışır. Sonuçta maddenin tutsağı olur. Bedensel dürtüleri sınırsızca yaşama
isteği, kişide derin içsel boşluğun işaretidir. Nitekim ruhsal boyutta tatmin
olma yolunda ilerlemiş kişiler, şatafatlı hayat yaşamaz, maddi anlamda kazanç
için hırs yapmaz, gerektiği kadar bedensel ihtiyaçlarını alır doğadan, başka
insanların acılarını dert edinir, yardımlaşma ve paylaşma duyguları yoğundur.
Kişinin iç dünyasının ferahlaması suretiyle, bulduğu manevi huzur, onu dış
unsurlarda arayış girişimine yöneltmez. Kendi iç dünyasını keşfeden kişi için
en büyük hazine, kendi gerçeğini keşfetmesidir. Kendi gerçeğimiz, bizim için
mutlak anlamda özün gerçeğini, huzurun kaynağını verir. İç dünyası çok iyi olan
ve kendisiyle tam manasıyla barışık olan insanlar, yeteri miktarda eğlenme
ihtiyacından sonra başka insanların acılarını dindirmek ve mutluluklarını
arttırmak için uğraşırlar. Çok gezme, çok eğlenme ihtiyacı, duygusal ve ruhsal
boşluktan kaynaklanır. Yardım etmek, iyilik yapmak ihtiyacı ise kendisiyle uyum
kurabilmiş insanların, bir nevi kendini gerçekleştirme alanıdır. İnsan,
dünyalık hırslarını denetim altına aldığı ölçüde iç huzuru yaşar, gerçek
özgürlüğü yaşar, merhameti artar ve başka canları da yüreğinde hisseder…
“Derdi dünya olanın, dünya
kadar derdi olur.” derler eskiler. Gerçekten de
insandaki ruhsal boşluk, kişiyi nefsinin ve bedensel dürtülerinin esiri
yapıyor. Ve modern insan sanıyor ki, nefsin her isteğini yapmanın adı
özgürlüktür. Bilakis, psikoloji bilimi bile buna özgürlük demiyor, potansiyel
bağımlılıkların eşiği diyor…
Madde, araç değil de amaç olunca kişide negatif duygular uyanmaya başlar.
Kibirlilik, açgözlülük, konfor takıntısı, kıskançlık, doyumsuzluk gibi, insanı
içten içe kemiren duygular, kişinin kendi benliğinden uzaklaşmasına,
kalabalıklar içinde olsa bile yalnızlık yaşamasına yol açıyor. Tüm bu süreçler,
doğal hayata karşı sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, merhametsizlik olarak yansır.
İnsan yardımsever, merhametli olabilmek için öncelikle iç dünyasında kendisine karşı
koşulsuz sevgi beslemeli, kendisine koşulsuz değer verebilmeli.
Kendini sevemeyen, kendine değer veremeyen, kendini olduğu gibi
kabullenmeyen insan, içindeki boşluğu doldurmak için dış unsurlara yönelir,
beğenilmek için, değer görmek için, sevilmek için maddeye yönelir; aşk adı
altında bağımlılıklar yaşar ki asıl beklenti aşk değil, içindeki sevgi
boşluğunu doldurmak, değer görme boşluğunu doldurmaktır. Makam sevdası peşinde
koşar ki, insanlara hükmedince değerli olma hissini yaşasın. Mevlana’nın dediği
gibi: “Nice insan gördüm üstünde elbise
yok, nice elbise gördüm içinde insan yok.”
İnsan olabilmenin sırrı, kişinin diğer canlıları kendinden farklı
görmemesinden geçiyor… İnsanı üstün yapan nitelikler cömertlik, mütevazılık ve
paylaşımcılıktan geçiyor. Makam hırsı, şöhret ile üstünlük kurmaya çalışmak,
kişiyi ancak aciz yapar ve kişi başkalarının gözünde tüm saygınlığını yitirir. İnsanlar
arasında üstünlük ne makamda, ne statüde, ne güzellikte, ne ırkta, ne cinsiyette,
ne de diplomadadır. Asıl üstünlük iyi huydadır, iyi karakterdedir; asıl
zenginlik gönül zenginliğidir ve buna bağlı olarak paylaşımcı, yardımsever
olmaktadır. Kimse kendisini kötü olarak görmek istemez. Fakat bunun yanında
çoğu insan, iyi insan olmayı hak edecek yaşantıyı sürme noktasında gerekli
adımları atmaz. Kişinin dünyevi nimetlerin çekiciliğine kanması, insanların
içlerindeki temel insani güzelliklerin, duyguların ortaya çıkmasına engel olur.
Toplumda açlık, sefalet, yoksulluk ve acılar içinde yaşamak zorunda kalan
insanlar olduğu sürece, diğer insanların sahip olduğu görkemli zenginliklerin,
ihtişamın, parıltılı lüks yaşamların aslında hiçbir önemi yoktur.
Televizyonlarda yapılan yemek yarışmalarında, yarışmacıların
özene-bezene, en kaliteli gıdalardan yaptığı yemeklere karşı bin bir türlü
bahane bulan diğerlerini görünce, sokakta yaşayan kimsesiz insanların çöpten
kuru ekmek toplamasını hatırlıyorum ve kalp gözümüzün köreldiğini düşünüyorum.
Çoğumuz kıyafet beğenmeyiz kolay kolay… Her yemeği yemeyiz, çeşit olsun
isteriz, eğlenceye çok zaman ve para harcarız. Yardıma gelince de : ''Allah yardım etsin'' deriz. Allah,
yardım için bizleri göndermiş. Yardım için güç yok değil; sanırım vicdanlarda zafiyet
durumları var. Lafta, sloganda kalmak zorunda mı insanlık? Güzel sözleri
yaşamadıktan sonra okumanın ne anlamı var sizce?
Kimsesiz olmasın kimse, ama asıl olan, yüreksiz vicdansız olmasın
kimse. Vicdandan yoksun bireyler sevgiyi de unutmuşlardır. Sevgiyi unutanlar
vefayı da unutur. Huzurevlerini ziyaret edenler oradaki insanların gerçekten
huzurlu olduklarını mı sanıyorlar? Yoksa terk edilmişliğin acısını mı örtmek
istiyorlar? Yoksa dışarıdakiler de huzursuz olduğu için mi onları huzurevine
yolluyor? Huzur sevgidir, vefadır… Eğer
bunlar yoksa tüm dünya huzurevidir belki de…
Merhametin anlamını, sadece kendi canı yandığı zaman anlayacak olan
insan, hayatın gerçeğinden uzak, sisli yolda rotasını çizemeyendir aynı
zamanda. Komşu komşunun külüne muhtaçtır ama en çok insan insanın yüreğine
muhtaçtır. Çünkü sevgisiz insan aslında sadece bedenen yaşayan insandır. Kişi
ne kadar çok kendini severse, kendini
olduğu gibi kabul ederse, o derece insani özellikleri gelişir, empatisi artar,
sevgisi nefsinin üstünde olur. Başka insanların da bir yüreği ve onuru
olduğunun farkında olmuş olan insan gerçekten kendisini seven insandır. Akıl
nefse, bedensel hazlara hep çalışınca, ruh, kölesi oluyor oyuncakların,
maddenin…
Akıl ruha ve kalbe çalışınca evren dar gelir insana… Taşar da taşar
deli gönülden sonsuz sevgi, merhamet pınarı her yere... Ve insan kendi
yüreğinde dokunduğu oranda başka yüreklere dokunabiliyor, orada yer
edinebiliyor. Keşkesiz hayat yolunda emin adımlar atmak, insan için asıl huzur kaynağıdır nihayetinde.
Nitekim karşılıksız iyilik yapmak her insana nasip olmaz. Kendine karşı sevgi,
şefkat ve merhamet duyabilen insanlar başkalarının acılarını yüreklerinde
hissedip onlara gücü oranında maddi ve manevi yardımlarda bulunur. İyilik
yapmaya ihtiyaç duymayan insanların iyilik yapılmaya ihtiyaçları vardır...
Halil KIRIK
dahibeyin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder