Araştırmacılar, ilk evimiz olan anne karnının, hayatımızı
etkilediği yönünde yeni ve şaşırtıcı bilgilere ulaştı. Meselâ, Almanya’nın Jena
Universitesi Hastanesi’nden nörolog Mattihias Schwab, “ hamilelikte fazlasıyla
uzun ve yoğun gerginlik yaşanırsa, çocuk olumsuz etkilenebiliyor. Bu durumda,
fetüsün bedenine göbek bağı üzerinden yüksek miktarda kortizol denen stres
hormonu katılıyor. Fetüs yüksek kortizol seviyesine alışıyor ve hayatı boyunca
daha fazla stres hormonu üretmeye programlanıyor. Bu çocuklar büyüdüklerinde,
her zaman tetikte yaşıyorlar.
Fetüs, annenin ruhsal durumunu doğrudan bedeninde
hissedebiliyor. Meselâ, anne neşeyle şarkı söylüyorsa, fetüs açısından harika
bir süreç yaşanıyor. Tüm beden sesleri senkronize oluyor ve karın duvarı
yumuşuyor. Dolayısıyla fetüs, şarkıları rahatlık ve genişlik duygusuyla
yaşıyor. Bebek doğumdan sonra muhtemelen, ninniler karşısında kolay gevşeyecek
ve şarkılara yakınlık duyacaktır. Aksine, anne hoşnut değilse, fetüs bunu da
hissediyor çünkü, bu sefer beden sesleri uyumsuzlaşıyor. Karın duvarı
sertleşiyor ve doğmamış çocuğu sıkıştırıyor.
Nörobiyoloji uzmanı, Gerald Hüther’in açıkladığı gibi, “fetüsün
klasik müzik ya da yabancı dile maruz bırakıldığı, prenatal (doğum öncesi)
öğrenme programları bu yüzden işe yaramaz”. Rock müzikten hoşlanan, fakat
bebeği için Mozart dinleyen bir hamile, ona rahatsız bir bedensel deneyim
yaşatıyor. Olasılıkla, klasik müziğe karşı bir iticilik aşılıyor. “Tayin edici
olan, annenin hamilelik sırasında değil fakat bunları yaparken duyduğu coşku.
Bu coşku fetüse de bulaşıyor.”
Belli bir dönemden sonra, ceninin dıştaki olaylardan
etkilendiği ve anne karnındaki canlının da, psikolojik bir yapısı olduğu tespit
edilmiştir.
Anne rahmine yerleştikten sonra cenin, artık duygular,
düşünceler ve davranışlar geliştirmeye başlıyor. Beşinci haftadan itibaren,
beyin korteksi gelişmeye başlıyor ki, bu da insan olma yolunda hareket,
düşünme, konuşma, plân yapma kabiliyetlerinin yavaş yavaş gelişmesi için ortam
hazırlıyor. Dokuzuncu haftadan itibaren, cenin hıçkırır ve gürültüye tepki
verir hale geliyor. On ikinci haftadan itibaren, ağrıya duyarlı, yeri
geldiğinde ağlayan bir cenin haline geliyor. Beş ve altıncı aylarda, işitmeyle
annesinin sesini tanımaya, anne sesi ile huzur bulmaya ve sakinleşmeye
başlıyor.
Kapı sesi veya araba kornası gibi yüksek seslerde, ana
rahmindeki bebeklerde irkilme oluyor.
Günün yaklaşık yüzde doksanını, uyuyarak geçiren cenin,
otuz ikinci haftadan itibaren REM uykusu (hızlı göz hareketleri) ile birlikte
rüya görmeye ve bu esnada hızlı göz hareketlerini yapmaya başlıyor.
Anne karnındaki bebeğin, gülümsemesi ve bazı davranış
şekilleri bugün artık, modern görüntüleme aletleri sayesinde daha iyi
anlaşılmaktadır.
Anne karnı tamamen karanlık değildir. Annenin organları
ışığı çok az geçirebilir. Flaş veya parlak ışık altındaki, annelerin
bebeklerinde ışık uyarısına cevap oluşabilmektedir. Ancak, doğuma kadar tam
olarak hazır olmayan görme duyusuna, fazla uyaran yapılmasının retinaya hasar
verebileceği bilinmektedir. Bu yüzden, hamilelerin çok güçlü ışıklara maruz
kalmaması, bebeklerinin göz sağlığı açısından çok önemlidir ve doktorları, bu
konuda anne adaylarını uyarmaktalar. Eğer, bebek anne karnında iken, görmeye de
başlasaydı çoğu zaman bir karanlık görecekti.
Ortada dolaşan söylentilere göre, anne karnında çok
hareket eden bir bebeğin, ileride hiperaktif olması bilgisinin doğruluğu
ispatlanmamıştır. Aynı zamanda, bazı söylentilerin aksine, bebek hareketleri
ile cinsiyetinin de herhangi bir bağlantısı yoktur.
Anne güldüğünde, bebek ana rahminde yukarı doğru yönelir
ve aşağı-yukarı bir şekilde hızlı hızlı hareket eder.
Cenin uyanık veya uykulu olsa bile, saatte yaklaşık elli
kere hareket eder. Annenin stresli olduğu zamanlarda, ceninin kâlp atışlarının
hızlandığı ve hareketlerinin arttığı bilinir. Annede olabilecek depresyon,
endişe ve uyum problemleri, anne karnındaki bebeğin etkilenmesine sebep olur.
Hisseden ve işiten ceninin, öğrenme ve hatırlama
özellikleri gelişir. Bu öğrenme, farkında olmadan, otomatik şekildedir. Dış
dünyadaki etkilere karşı reaksiyonları, tavır ve tutum olarak görülür. Meselâ,
tekrarlanan gürültülü sese veya annenin sesine karşı tavrı, en önemli öğrenme
şeklidir. Anne karnına karşı verilen farklı seslerde, bebeğin parmak emme hızı
farklı olmakta ve bebek doğduğunda, anne sesini yabancılardan ayırt
edebilmektedir. Bu tespit, öğrenme ve hafıza ile ilgili önemli bir bulgudur.
Bebeğin kâlp atışları, tanıdık kişilerin sesi ile
yavaşlarken, yabancı kişilerin sesi ile tekrar eski haline dönmektedir.
Annenin sesi, fetüsün işittiği en etkileyici olanıdır
çünkü; sesi, güçlü bir şekilde kemik hatları yoluyla, özellikle omurga ve
pelvis üzerinden bebeğin iç kulağına iletir. Anne konuştuğunda, fetüs bunu
titreşimler sayesinde bile hissedebilir.
ABD’deki University of North Carolina’dan Anthony Decasper,
anne sesinin daha doğumdan önce, çocuğa ne kadar işlediğini bir deneyle ortaya
koydu. Yeni doğan bebeklere, bir kasetçalara bağlı emzik verdi. Bebeklerin emiş
hızına göre, ya annelerinin ya da yabancı bir kadının sesi duyuluyordu. Yani,
bebekler emerken hangi sesi duyacaklarını kendileri belirleyebiliyordu. Sonuç,
her seferinde annelerinden yana tercihte bulundular.
Fetüs, anne bedeninin çıkardığı kâlp atışı, bağırsak ve mide
sesleri gibi sesleri de duyabiliyor. Sesler gelişmekte olan insanı, güvende
hissettiriyor. Annelerinin kaydedilmiş kâlp atışı sesleri dinletilen yeni
doğanlar, daha az ağlıyor ve kendilerini daha huzurlu hissediyor.
Hamileliğin sonlarına doğru, fetüsün işitme duyusu, yeni
doğanınki kadar keskin oluyor. Araştırmacıların ana rahminde yaptığı ses
kayıtlarına göre, tek tük kelimeler bile, olduğu gibi duyulabiliyor. Böylece,
doğmaya yakın bebek, anadilinin melodisi ve ritmi gibi bazı özelliklerini daha
iyi algılayabiliyor.
Doğacak çocuk, kokular ve tadlar yoluyla da, henüz ana
karnındayken gelecekteki çevresine hazırlanıyor. Anneden aldığı besinin
aroması, doğrudan amniyotik sıvıya karışıyor ve bebeğin koku ve tat alma
reseptörlerini uyarıyor. Bu, özellikle hamileliğin sonlarında, fetüs düzenli
olarak amniyotik sıvı içtiğinde geçerli oluyor.
Fransa’nın Dijon kentindeki, Avrupa Tat Araştırmaları
Merkezi’nin (CESG) direktörü, Benoist Schaal yaptığı araştırmada, bazı annelere
hamileliğin son iki haftasında, anasonlu kurabiyeler yedirdi. Çocuklar doğar
doğmaz, onlara anason koklattı. Bebekler anında canlandı, yalanmaya ve emmeye
başladı. Anason yiyememiş annelerin bebekleri ise, ya yüzlerini buruşturup
ağlıyor ya da tepkisiz kalıyorlardı. Schaal, “alışıldık aromatik maddelerin,
dışarıdaki yaşamla, anne karnı arasında bir koku köprüsü oluşturduğu” sonucuna
varıyor.
Amniyotik sıvılardaki aromaların, anne sütünde de
bulunması, bebeğin meme ucuna
yönelmesine neden oluyor. Bebek aşinalık, güvenlik ve besin vaat eden yerin
nasıl koktuğunu biliyor.
Doğacak bebeğin kişisel özellikleri, anne karnındaki
ceninin hareketleri ile, az da olsa önceden tahmin edilebilmektedir.
Anne karnında çok
hareketli olanların, daha çabuk sinirlenen bebekler olduğu görülmüştür. Aynı
zamanda, bebeklerin biyolojik ritmi, annenin yemesi, hareketleri ve uyku
durumundan de etkilenmektedir. Aşırı stresli annelerin bebekleri, normalden
daha aktif olmaktadır. Başka bir çalışmaya göre ise, iyi beslenen, az stresli
ve toksin almayan anneler, hamilelik dönemlerinde cenin ile yeterli miktarda
konuşurlar, rahatlatıcı sesler oluştururlar ise, çocukları daha zeki, konuşma
kabiliyeti daha iyi, hareketleri daha dengeli ve sosyal olarak daha uyumlu
olmaktadır.
Yukarıda okuduklarınızdan, ceninin sadece fiziksel olarak
gelişmekte olan bir canlı olmadığını anladığınızı düşünüyorum. İnsan denilen bu
eşsiz varlığın mucizesini sınırlı aklımızla iyi kavrayamasak da, artık bilim
yeni bilgileriyle bize daha fazla ışık tutmaktadır.
Canlı varlıkların en görkemlisine sahip çıkmaya, ona iyi
bakmaya, saygı göstermeye, sevmeye ve değerini iyi bilmeye ne dersiniz?
Ümit Grace Samur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder