BİLİNÇDIŞININ KEŞFİ VE HİPNOTERAPİ




Bilinçaltı diye isimlendirilen hakikat insanın özünü ve özünün işleyişini temsil etmektedir. Ve gerçek şu ki aslında insan, bir ‘bilinç’ ve onun ‘altı’ olan başka bir şeyden ibaret değildir. İnsanla ilgili gerçeğe baktığımızda, biri olayların, hallerin, duyguların, davranışların, kendimizin, gayrimizin farkında olmamızı sağlayan ‘bilincimiz’ ve diğeri de onun ‘dışı’nda kalan ve fakat bizi, yani varlığımızı etkileyen iki gerçekle karşılaşmaktayız. 

Bilinçdışı olarak adlandırılan alan da kendi içinde biri bilinçaltı diğeriyse bilinçüstü olarak ikiye ayrılmaktadır (Merter; Dokuz Yüz Katlı İnsan). Şu durumda insan olarak bizim gerçeğimizi etkileyen saikler, bilincin altından da üstünden de gelebilir. Yani bilinçdışından gelir ve biz farkına bile varamayız her şeyin. 
Bilinçüstü, Hz. İnsanın yüce alemlerle irtibatlı olan bilinci dışındaki ruhi yönünü ifade etmekteyken, bilinçaltı, bilinç süzgecinden, fark ederek anlam verip de zihnimize yerleştirmiş olduğumuz deneyimsel yaşantıların, deyim yerinde olursa arşivinin oluşturulduğu bilinçdışı ruhi yönüne tekabül etmektedir.
Bilinçdışına amacı yönünden baktığımızda, sadece insana hizmet için yaratılmış olduğu görülmektedir. Bilinçdışımız, bizim sadece gelişip ilerlememiz ve kendimizi gerçekleştirdikten sonra kendimizi aşmayı yani aşkınlığa ulaşabilmemizi sağlamak üzere o şekilde yaratılmıştır. Bilinçüstünden gelen mesajlara, uyarılara, iltifatlara ışıklara kulak asmayıp da o yönümüze bigane kaldığımızda amacına uygun kullanılmayan bir araç gibi zarar görmekte ve hizmetinde bulunduğu kişi çeşitli sıkıntılara düşmektedir; yalnızlık duygusundan, güvensizlik duygusuna varıncaya kadar çok çeşitli şekilde. Çünkü kişinin, bu aleme gelişteki varoluşsal amacı olan, gelişme ilerleme ve kendini gerçekleştirme ve kendini aşma hedefi atıl kalmaktadır. 
Eğer ki kişi, yaşadığı olaylara verdiği anlamları esnek bir şekilde değil de olabildiğince katı olarak değişmez ve değiştirilemezmişçesine sıkı sıkıya bilinçaltında tutmaya devam etmesi durumunda ise, itaatkar bir köle gibi bilinçaltı o mevcut anlamı yaşatmaya devam edecektir. Bu ise kişiyi depresyonlara, anksiyetelere sürükleyecek ve kişinin denge hali yine bozulacaktır. Çünkü, tekamül sürecinde gelecek ve bir yerlerde ‘daralacaktır’ insan. Oysa değişmeyen tek gerçek değişimdir.
Oysa bilinçdışımız bizimle ilgili gerekli ve yeterli bütün kaynaklara sahiptir, biz gerçek insan olabilelim diye. Bir insan olarak bilinçdışımızla ilgili yapmamız gereken, onun harekete geçmesini sağlamaktır. Gideceği yönü göstermek, harekete geçirmek ve akışına bırakmak… Aslında henüz küçük bir çocukken ve bilincimiz gelişmemişken yapmakta olduğumuz şey tam da budur. Gelişmek, gelişmek, gelişmek… Ve bilinçdışımızın potansiyeli ile yürümeyi, konuşmayı, koşmayı öğreniriz hata yapa yapa. Ve hayat çok eğlencelidir çocuklukta. Çünkü öğrenilecek keşfedilmeyi bekleyen onca şey vardır ki, saymakla bitmez. 
Oysa yetişkinler olarak bizler zihnimizin bütün potansiyelini ve dikkat yeteneğimizi bizi sınırlayıcı olay, beklenti, duygu ve düşüncelere harcayarak, kullanamaz durumlara getiririz ve çareler ararız sonrasında eski tadını bulabileyim diye hayatın. Çünkü bilinçdışımız küçük nazlı bir çocuk gibi, bütün yönleriyle ilgilenilmek ister. Bilinçdışımızda yaşanılmayı, deneyimlenmeyi bekleyen, bize hediye edilmiş bütün ‘latif duygular’ kendilerini ifade edemedikçe kendilerini hissettirmeye çalışırlar. Ancak bu hissettiriş her zaman bizim memnun olacağımız şekilde olmayabilir. Çünkü bize hizmet için yaratılan bilinçdışının aklı bizim lineer, mantıksal aklımız gibi çalışmaz ve farkına varmadan zarar verebilir bize. Çünkü bilinçdışında bekleyen latif duyguları deneyimleyerek gelişmemizi istemektedir sadece ve masumca.
Bilinçdışımızla irtibata geçtiğimiz haller vardır hayatın akışı içinde, trans da denilen. Bu bazen bir rüya ile olurken bazen bir hatıra defterini sayfalarını çevirirken gerçekleşir. Kimi zaman, bir albümü karıştırırken yaşarız bu duyguları ve kimi zaman ise, çocukluğumuzun geçtiği bir muhitte dolaştığımızda. Sonuçta hüzünleniriz, seviniriz, yaşadığımız ve bizi sınırlayan iç alemimizin elinden kopup da gerçek yönlerimizin geliştiği ve kendini ifade ettiği halleri hatırlarız. Bütün bu duyguları yaşarken bir bütünlük duygusu kaplar ve çepeçevre kuşatır bizi, kendimiz iyi hissettiren ve sanki sonsuzluğa kanat açmışızcasına.
Bilinçdışı dünyamıza açılan ve o yönleri keşfetmemize olanak sağlayan diğer bir yöntem de hipnozdur. Hayatımız boyunca zaten yapıyor ve yaşıyor olduğumuz zihinsel durumların, daha amaca yönelik ve genellikle bir hipnoterapist tarafından gerçekleştirilen formatının adıdır hipnoz. Genellikle yaşanılan psikolojik zorlukların üstesinden gelmeden tutun da, davranış değişikliğine ve oradan geçmişin baskısından kurtulup geleceğe yönelebilme becerilerini geliştirmede kullanılan hipnoz genel olarak iki şekilde kullanılır: Biri klasik hipnoz denilen, kişiye emirler verilerek baskın bir uygulayıcının doğrudan telkinlerinin yönlendirilmesi ile uygulanan ve diğeri Milton Erickson’un uyguladığı ve Ericksonyan Psikoterapi adıyla anılan ve kişiyle konuşma havasında gerçekleşen ve kişinin bilinçdışı kaynaklara ulaşmasına yardımcı olan metottur.
Bir insan olarak, gerçek insan olma yolunda bilinçli aklımızın sınırlılığına rağmen bilinçdışı yönlerimizin keşfiyle, ‘olduğun kişinin hatıra ve idrakiyle sen olmadan önceki sen ol!’ tavsiyesi yolunda büyük ilerlemeler kaydedebiliriz.

Ramazan USLU
Psikolog – Hipnoterapist
www.ramazanuslu.com

Kaynak: www.gencgelisi