Derin ve sessiz uyanır her sabah Dünya...
Kimine yaz, kimine yorgansız bir kış olan
uykulardan uyanıp, bol kafeinli bardaklarda ayıltılmaya çalışılırken bedenler,
hala uykuda olduğunun farkında değil mi acaba insan?
Çok uzun bir süredir, uykuya dalmadan once, her tür
haber programında sık sık izlediğimiz kavga, savaş, iktidar mücadeleleri ve
haklı-haksız ölümler, ertesi günlerde hiç yaşanmamış gibi aklımızdan silinip
gitmekte...
Ölüm de yaşamak kadar hayatın bir parçası elbet...
Peki ya şiddet, kavga, dökülen onca kan?
Bizler, bir şeylerle uğraşıp kendini ifade etme ve
geliştirme ihtiyacında olan insanlarız. Tüm ihtiyaçlarımızı besleyen enönemli
faktör ise, iletişim kurmak; zira doğamızda var.
Ama iletişim öyle bir eğri ki, olumlu yüklemeler
yaptığınızda o yönde çizgi kendini çoğaltarak ilerlerken, karşılaştığı olumsuz
bir mesajda kırılabilmekte...
O kırılışla olumsuzluk, yine olumsuzluk olarak ve artarak
çoğalmakta.
Korkuyla, savaşla, türlü çelişki ve kaoslarla
beslenen ruhumuz, yine bu yönde sabır ve tahammülünü çoğunlukla azaltacak içsel
tepkilerle kendini kodlanmakta. Basit bir sindirim kuralı var hayatın: Neyi, ne
kadar çok ya da az yersen; o da sana şifa ya da hastalık olarak döner.
Bizler varlık aleminde, birçok bilgi ve deneyimler
yüklenirken, ne yazık ki bize yüklenen olumsuz kodlar sebebiyle, kendimiz kadar
çevremize de faydalar üreteceğimize, daha çok içimize kapanıp, yalnızlaşıp, vurdumduymaz
bir hal almaktayız. Haliyle, olmaz yalnızlığın ve yokluğun suali, varlığın
rüyasına kapılanlar için...
Bir es, bir ses ve sesli bir ışık oyunu olan bu
yaşamda, tüm haklı-haksız kavgalar, ölümler, savaşlar… Bir önceki gece görülmüş
rüya gibi oluverir, yarı sarhoş sanrısıyla akıllarda... Her yerde kargaşa, orada
açlık, burada kavga... İçimizde yalnızlık, sokaklarda o kalabalık... Kimsesiz
herkes, sessiz, çaresiz kendince...
Çaresizlik yanılgısının vahşetidir, yeryüzünün vaad
edilmiş uyanış gününe dek, tarihinin yazdığı trajedide, duyulan tüm bu ağlayan
çocuk sesleri...
Olayın özü basit! Belki savaşları tek başımıza
durduramayız; ama Sosyal Psikoloji derslerinden öğrendiğim kadarıyla,
değişimleri çoğunluklar değil, azınlıklar başlatıyor... Tek bir kişi, tek bir
karınca, ağzında su taşırsa ateşe, onu takip edenler de çıkacaktır elbet... Bunun
yoluysa etkili iletişimden geçmekte; yalnızca çevrenle değil, kendinle de
kurduğun iletişimden... Kendine yapacağın her olumlu telkin, kendini daha çok
keşfedip, mutlu olmanı sağlayacaktır. Bilgi ve tecrübelerinden alacağın dönüşümler
de sana ve dahi çevrene, mutluluğu verme ve alma yollarını öğretecek,
farkındalık, seçebilmek, kendi sınırlarını bilmek şeklinde faydalar olarak
dönecektir.
Yoksa, dilsizliğin düşünü gören bir dünyanın ezbere
yapılan kekre konuşmaları, yapışıp kalacaktır aklına, diline... “Uyan!” dedikçe
herkes birbirine... Bu da seni her seferinde daha da duyarsız hale
getirecektir. Bu gürültünün yarattığı sersemlik ve uyku hali, günbegün içini
doldurmaya devam mı etmeli?
Aynı kurgudur hesabı akıllarda yapılan, herkes
kendi yazdığı rolünü oynar da bir melekler bir de çocuklar anlamaz bu bozgundan...
Unutma!
Dirildikçe uyanır, uyandıkça doğar insan, kürek
kemiğindeki nuruyla aydınlanan insanlığından...
Ağzında bir parça su taşımaya şimdi başla!
Elif Atlı
Kaynak: www.gencgelisim.com