İçtenlikle davranan herkes, kendi içselliğini yansıtır
yakınlarına... Neyi deneyimlemek istiyorsak ona yöneliriz; ancak çevremizde
yaşanan olayların ve çevremizde yaşayanların etkileri de karışır adımlarımıza.
Aldığımız olumlu katkılar, iyilerden gelir. İnsanları kesin çizgilerle iyi ve
kötü diye yaftalamak doğru olmayabilir.
Bugün düşüncelerimizi hayata geçirirken geleceğimizi de
oluşturuyoruz, geçmişe bırakacaklarımızı da... Bu nedenle, yaşananların
muhasebesini yapıp, ders alıp "an"ın farkındalığıyla ve bilinçli
seçimlerle yaşamayı öğrenebilmek, hayattaki en önemli hedefimiz olmalı.
Hayatımızı planlarken, öncelikle kişisel gelişimimizin gerçekleşmesini sağlamak
çok önemli... Sonuçta, ne ekersek onu biçiyorsak, "neyi, neden ekmek
istiyoruz, neyi biçmeyi umut ediyoruz?" sorularının yanıtlarını araştırıp
öğrenmeliyiz.
Kimi zaman iyi zannettiğimiz bir insan bilinçli ya da
bilinçsizce bize zarar verebilir veya aslında kötü olduğunu düşündüğümüz birini
yakından tanıyınca farklı olduğunu görebiliriz. Şu da bir gerçek ki, iyi ya da
kötü dediklerimizi ne kadar tanıyor, kime ya da neye göre değerlendiriyoruz?
"Fayda gördüğüm iyidir, zarar veren kötüdür." denilir. Bir diğer
genelleme de şudur: "Ben, beni nasıl görüyorsam, başkaları da beni ben
gibi görsün." Ancak ne yazık ki herkes kendi penceresinden baktığı için
kendi bakışıyla görür bir diğerini. Sevdiklerimizin kusurlarını görmezden
geliriz de sevmediklerimizin kusurları büyür gözümüzde. İşte bu noktada
duygularımızın bakış açımızı ne kadar etkilediğini görürüz. Hırs, kıskançlık,
arzu, güç mücadelesi, rekabet hissi, yenilgiye kapılma telaşı, karamsarlığa
düşme ve korkularımız... İnsanı insan yapan duygulardır bunlar; ama insanlıktan
çıkaran da ne yazık ki yine egoyu besleyen ve tutkuya dönüştüren, bu duygulardır.
Hayata ve insanlara yaklaşımımızı duygular ve tutkular yönetmeye başlarsa,
giderek içimizdeki karanlık yan daha çok açığa çıkar. Her yanlışta, daha çok
beslenir ve güçlenir kötülük... Ne yazık ki insanı var eden dengeli duygular, tutkunun
karanlık güçlerine esir olduğunda insan, içini aydınlatan ışığı çoktan yitirmiş
olur ve tutkularının karanlığında yok olur gider. Bu olumsuzluklardan
uzaklaşmanın yolu, kendimizi doğru eğitmek, bilgilenmek, yönlendirmek ve
farkındalığı, bilinçli davranış geliştirmeyi öğrenmektir.
Hedeflerinize ulaşabilmenizi
engelleyenlerden, cesaretinizi kıranlardan uzaklaşıp ilgi duyduğunuz alanlarda
gelişim yolunu seçtiyseniz, okuma ve gözlem yapma yeteneğiniz de sentez ve
analiz yeteneğiniz de gelişir. Bu safhada önemli olanı önemsizden ayırabilme
yetiniz de artar. Sebep-sonuç ilişkisi, farklı disiplinler arasında bağ
kurabilme yeteneği, sizi düşünce gelişiminde üst basamaklara taşır. Örneğin bir
fizik kuramının edebiyata nasıl yansıdığını Tanpınar'ın “Bursa'da Zaman”
şiiriyle kavrayabiliyorsanız, yaratıcı düşünceye de ulaşabilirsiniz.
Bulut Atlası, bu
konuları içeren ve bugüne dek izlediğim en etkileyici filmlerden biri. Filmden
aklımda kalan birkaç cümle şöyle: "İnsan ana rahminden başlayıp ölene dek,
kendi hayatının hâkimi değildir. Onun hayatı, başkalarının hayatlarıyla
bağlantılıdır. Bugün yaşadıklarımız, geçmişte yaptıklarımızın sonucudur. İyilik
yapan, iyiliklerle karşılaşır." Filmin bir yerinde, parayı değil,
kölelerin özgürleştirilmesi için mücadeleyi seçen damadına ve kızına, zengin
köle tüccarı şöyle der: "Koskoca bir düzen var; siz yapacaklarınızla
okyanusta sadece bir zerre olacaksınız..." Damadı ona şu sözlerle yanıt
verir: "Okyanus da zaten zerrelerden oluşmuyor mu?"
Her yaptığımızın, her düşüncemizin evrende var olacağını,
hayatımızın bir noktasında bizi bulacağını farkedebiliyor, bilinçli, doğru,
kendimiz ve insanlık için yararlı seçimlerle hayatımızı oluşturmanın önemini
kavrayabiliyorsak kişisel gelişimimizi de gerçekleştirmişiz demektir.
Özden Aykac
Kaynak: www.gencgelisim.com