“Gaibden
nasıl keşif ve açılmalar olabileceğini gözle”
Dünyayı zaten
tümüyle var olduğu biçimde algılayabilseydik, altından kalkamayacağımız
görüntülere, gürültülere ve işleyişlere maruz kalacak ve buna dayanamayacaktık.
Nitekim madde boyutunu aşabilen bazı kişiler bu farklılıkları hissedebilmekte
ya da görebilmektedir. Ancak kimi de bunlara dayanamamakta, dengesini
yitirmektedir. Evrenin Sahibi bize, biyolojik hayatımızı en optimum bir şekilde
devam ettirebileceğimiz bir algılama sistemi bahşetmiştir. Ancak zaman zaman
bazı insanlara da bu sınırları aşmaya izin verebilmektedir. Tasavvuf
literatüründe “ğayb ricali” diye geçen, işlerine güçlerine akıl, sır ermeyen bu
tür insanlara “ğayb adamı” denilmektedir.
Bu konuda beni
etkileyen kitaplardan biri de Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mak-ı Hayal isimli kitabıdır.
Kitapta, hayalin derinliklerine doğru bir yolcuğun çeşitli deneyimleri ortaya konmakta…
Kitabın kahramanlarından Raci, başlangıçta, iyi bir eğitim görmüş, ancak bazı
fikri sorunlarını çözemediği için sıkıntıya düşmüş ve sorunlarını eğlencede
arayan bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bir gün bir mezarlıkta
tanışma fırsatı bulduğu Aynalı Baba ile çeşitli mistik deneyimler yaşar… Aynalı
Baba, onu ney çalarak uyutur ve bir takım madde ötesi yolculuklara çıkarır;
diğer bir ifadeyle (belki de ney aracılığıyla hipnotize ederek) hakikat
bilgisine doğru yolculuğa çıkarır genç Raci’yi… Raci bu deneyimlerinden sonra
hayata çok daha farklı bakmaktadır… Ruhunda bir türlü varamadığı çıkmazları,
çözmeyi beceremediği düğümleri çözmeye başlamıştır artık… Raci, hakikat
bilgisine susamış, ancak yolunu bulamayan bir durumda olduğu zamanda Aynalı
Baba ile tanışmasını şöyle ifade eder:
“O
sırada aklıma birdenbire parlak bir fikir geldi. Deli kıyafetine bürünmüş bir
filozof olma ihtimali bulunan Aynalı Baba ile ciddi meseleler hakkında konuşmak
istedim ve dedim ki : ‘Sultanım! Sen viranede gömülü bir hazinesin. Ben ise
felsefeye susamış bir avareyim. Lütfen, ilminizden istifade etmeme izin verin.
Verin elinizi öpeyim.”[1]
Mistik boyutları
ele alan ve gayb ricali evliyanın hayatından bahseden eserlerden biri de
Mustafa Özdamar’ın kaleme almış olduğu
“Lâdikli Ahmet Ağa” isimli kitaptır. Eserden bir paragrafı sizinle paylaşmak
isterim:
“ Gayb ricali
evliyanın ne zaman nerede olacağı pek belli olmuyor. Zaman-mekân kaydı yok
onlar için pek… Tayy-i zaman ve tayy-i mekân erbabı onlar… İçinde yaşadıkları
zaman diliminin öncesine, yıllar, yüzyıllar, çağlar öncesine de gidebiliyorlar,
sonrasına da… Ya da aynı anda, ayrı ayrı birçok yerde olabiliyorlar.”[2]
Tayy-i Zaman
için çeşitli tanımlar yapılmıştır. Kısaca, farklı zaman boyutlarında
bulunabilme yeteneği olarak ifade edebiliriz. Diğer birkaç tanım ise şöyle:
-
Tasavvuf dilinde zamanda yolculuk
anlamına gelir. Tasavvuf geleneğinde, belirli bir eğitim ve olgunlaşma süreci
sonunda manevî bir mertebeye ulaşmış kişilerin zaman kaydından kurtulabileceği
kabul edilir. (itusözlük.com)
-
Tasavvufta
bir kişinin yaşadığı zamanın dışına çıkarak, daha önce yaşanmış hadiselerin geçtiği
yerlere gitmesidir.
-
Hazreti
Muhammed’in (s.a.v.) miraca çıkması, kendisine bütün kâinatın gösterilmesi
sonrasında "döndüğünde yatağı hala sıcaktı" şeklinde bahsedilir. Bazı
kaynaklarda Tayy-ı Mekân kavramı ile iç içedir.
-
İzafiyet
teorisinin ispatlamaya çalıştığı tasavvufi olaylar dizisi… Kuran’da ve
tasavvufta yer alan gerçek üstü gibi görünen her şey aslında determinizmin de
yasalarına uygun olarak gerçekleşmesi mümkün olaylardır. Sadece, Âdemoğlu nasıl
yapacağını bulamadı henüz…(
sozluk.sourtimes.org )
-
Rüya
görürken ruhun vücuttan ayrıldığına inanılır. Hatta Kızılderililerin şöyle bir
inanışı vardır: Ruh o gün yaşayamamışsa, isteklerini gerçekleştirememişse, gece
uyuduğumuzda vücuttan ayrılır ve gündüz hissedemediklerini hissetmeye gider.
Bilmediğimiz diyarları gezer dolaşır, rutin hayatımıza maceralar ekler ve geri
döner bedene… Bu, Tayy-i Zaman, Tayy-i Mekândır… Yani zamansızlık ve mekânsızlık…(edebiyatsozluk.com )
Tayy-ı mekân içi
de birkaç tanım verelim:
- Tayy, dürülmek,
tayy-ı mekân da yerin dürülmesi demektir. Tasavvufta, “mesafenin kısalması
şeklinde gerçekleşen keramet” anlamında kullanılmaktadır. (diyanet.gov.tr )
- Mekânı ortadan
kaldırmak… Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi… Tasavvufi terimdir.
(lugatitturk.com )
- Tayy-i Mekân,
mekândan uçmak demektir. Bu üç şekilde gerçekleşir.
1-Nefs Tayy-i Mekân
2-Ruh Tayy-i Mekân
3-Beden ( fizik
vücut ) Tayy-i Mekân
Nefs-i Tayy-i Mekân, nefsin fizik vücudu terk etmesi ve kendi âlemi
olan berzah âlemine gitmesidir. Uyku halinde, bayılma halinde ve ölüm halinde
nefs bedeni terk edebilir… (nedir.antoloji.com
)
“ Telsiz telgrafın
geliştirilmesine katkıları için, Alman Karl Ferdinand Braun ile birlikte 1909
yılında fizik dalında Nobel Ödülü ile onurlandırılan Marconi 63 yaşında Roma'da
vefat etti.
Nobel ödüllü Marconi
için İtalya'da çok büyük bir cenaze töreni tertip edilir. Cenaze törenine bilim
dünyasından birçok ünlü kişide katılır. Katılanlar arasında Türkiye'den bir
konuk vardır…
20 Temmuz 1937 yılında
gerçekleşen bu törenin Türkiye'den kimsenin tanımadığı fakat Marconi'nin
cenazesine katılmasını beklediği bir konuğu vardı. Bu cenaze törenine katılan
kişi ise o dönemde 49 yaşında olan ve Konya'nın Lâdik ilçesinden Roma’ya gelen Lâdikli
Ahmet Ağa'dan başkası değildi. Roma neresi Konya Lâdik neresi ve yıl 1937
Türkiye'si…
Bir hatırasında Ekrem
Babacan, Ahmet Ağa'yı bir ziyaretinde, onun yorgun hâlini görerek "Hayrola
Ahmet Ağa, sende bir yorgunluk var."
deyince:
“ Yeni müslüman olan
İtalyan bilgini Marconi vefat etmiş... Cenazesine katılmam için emir geldi… Oraya
gittim, geldim.” der. Hayret ve
şaşkınlıkla yönelttiği: “ Uçakla falan
mı gidip geldiniz? “, sorusuna karşılık
: “ Ne uçağı oğlum! Gidip geldim işte! “
diye cevap verdiğini anlatmıştır.”[3]
Sır dolu bu dünyadan
bahsederken, beni çok etkileyen bir muhterem Zat’tan bahsetmeden geçemeyeceğim:
Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri… 1541–1628 yılları arasında yaşamış ve dört
padişah görmüş olan bu gönül sultanın Bursa’da kadılık yaptığı sırada
karşılaştığı bir dava, kendi hayatının bir dönüm noktası olmuştur. Kadı Mahmut Efendi’den,
Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerine giden yolun hikâyesi özetle şöyle:
Kadı Mahmut Efendi’ye
bir kadın ağlayarak gelir ve kocasından boşanmak istediğini söyler. Kocasının
kaç yıldır hacca gitmeye niyetlendiğini ancak yoksulluktan dolayı bir türlü gidemediğini,
Kurban Bayramından birkaç gün önce de, bu sefer Hacca gideceğini ve gidemezse
kendisini boşayacağını söylediğini ve birkaç gün boyunca ortalıktan kaybolduğunu
anlatır. Kocasının ortadan kaybolduktan birkaç gün sonra eve geldiğini ve hacca
gidip geldiğini iddia ettiğini, kendisinin bu konuda kocasının yalan söylediğine
inandığını, çünkü (o zamanın şartlarına göre) hacca gitmenin birkaç gün değil,
belki de birkaç ay alacağını söyleyerek kocasından şikâyetçi olur.
Bunun üzerine Kadı
Mahmut, bahsedilen adamı çağırarak bir de durumu ondan öğrenmeye çalışır. Ancak
adam, hacca gidip geldiği konusunda ısrarcıdır. Hatta hacdan gelenleri
beklemelerini ve onları şahit olarak gösterebileceğini iddia eder. Bunun
üzerine hacdan gelenler beklenir. Aradan epey zaman geçer ve hacılar memlekete döndüklerinde,
Kadı Mahmut Efendi’nin huzuruna getirilirler. Hepsi de bahsedilen adamı hacda
gördüklerini teyit ederek olumlu yönde şahitlik ederler. Bunun üzerine Kadı
Mahmut Efendi adamı tekrar sorguya alır ve hikâyesini daha detaylı bir şekilde
anlatmasını ister. Adam başlar anlatmaya:
“Efendim, yoksulluktan
dolayı bir türlü hacca gidemiyordum. Bu yıl ne yapıp ne edip gitmeye niyetlendim.
Maddi durumum yeterli olmadığı için mezarlıkta ikamet eden Eskici Dede
Efendi’ye giderek durumumu arz ettim. O, elimden tuttu ve gözlerimi kapatmamı söyledi…
Ondan sonra hacca gittim, görevimi ifa ettikten sonra döndüm.
Beyninde şimşek
çarpmışa dönen Kadı Mahmut Efendi hemen Eskici Dede’yi bulmak üzere yola koyulur.
Bu hikâyeden çok etkilenmiştir ve kendisinde birtakım değişik ruhi haller
meydana gelmiştir. Eskici Dede Efendi’yi bulur, durumu anlatır ve bu işin
sırrını öğrenmek ister… Dede, ona : “Senin nasibin bizde değil, Üftade Hazretleri’ndedir…
Var oraya git… Orada bulabilirsin aradığını …” der.
Hikâyenin bundan
sonraki kısmını merak ediyorsanız, internetten, kitap sitelerinden ve de www.hudayivakfi.org sitesinden
araştırma yapabilirsiniz…
Ahmet Baki, web sitesinde bu konuyla ilgili şu soruları
sormakta:
“
Acaba, mistiklerin "Bütün âlemlerin aslı hayaldir, çünkü her şey Allah’ın
ilminde olmuş-bitmiştir.” şeklindeki ifadeleriyle kastettikleri bilginin “holografik
düzenlenmiş evrenleri”, yani “ varlığın gerçeği ve özü “ müdür? Ve acaba,” Tayy-i Mekân" ve “ Tayy-i Zaman" olayları, bu “ holografik bilgi “ nin değişik boyutlarına,
bilinç sıçramalarıyla gerçekleştirilen mekân ve zaman seyahatleri midir? “ [4]
Hazret-i Mevlâna’nın,
mübarek hanımları,
Diyor ki, bir gün evde, görmedik Mevlâna’yı.
Hâlbuki biraz önce, otururdu odada,
Biraz sonra baktık ki, görünmüyor ortada.
Biz böyle konuşurken, akşam oldu nihayet,
Sonra kapı açılıp, içeri etti avdet.
Çevirmek isteyince, ayakkabılarını,
Gördüm kenarında, Mekke'nin kumlarını.
Nereden geldiğini, ondan sual edince,
Buyurdu ki: "Mekke'de, bir dostum vardı önce.
Onun ziyaretine, gitmiştim biraz evvel,
O kumlar da Hicaz'ın, kumlarıdır muhtemel."
Düşündüm ki "Bu kadar, kısacık bir zamanda,
Hicaz'a gidip gelmek, nasıl olur acaba?"
O bunu anlayarak, buyurdu ki: "Veliler,
Keramet ehli olup, sanki ruh gibidirler.
Kısaltır Hak Teâlâ, onlar için bu yeri,
Bir adımda giderler, uzun mesafeleri."[5]
Mistik
uygulamalar, bizim kısıtlanmış olan sıradan bilincimizin belirli alıştırma,
eğitim ve tekniklerle üstesinden gelmeye çalışırlar. Bu uygulamalardaki amaç,
sıradan bilincin otomatikliğini ve kısıtlı seçiciliğini aşmaktır. Sıradan
bilinç, bu geleneklerde “körlük” ya da “uyku hali” olarak tabir edilir.
Yaşadığımız dünyanın, bir yalan, geçici bir tezahür olduğu ve gerçek hayatın,
gerçek uyanışla birlikte sonsuzluk yolculuğuna açılan kapıdan geçmekle
yaşanacağı ifade edilir. Bu disiplinlerin amacı, insanı körlükten görmeye, derin
uykudan uyandırmaya yöneliktir. Tasavvuftaki “kalp gözünün açılması”,insanların
sıradan bilinç perdelerini aşarak madde ve zaman ötesine ulaşması ve Evrenin
Sahibine giden yolda bazı gerçeklere nail olmasını tarif eder.
Hz. Mevlana, bu
konuda şöyle diyor:
“İnsan
uyumaktadır; ruhu ise güneş gibi gökyüzünde parlamaktadır. Beden, yatakta,
yorgan altındadır.”
Prof. Ornstein
:” Çağdaş bilim, insanın çoğunlukla normal olarak değerlendirdiklerinin
ötesinde birçok kapasiteye sahip olduğunu yeniden keşfetmiştir.” demektedir.
Birkaç yıl önce, kan basıncını kontrol ettiğini iddia etmeye “paranormal”
olarak bakılmaktaydı. Ama şimdiki çeşitli derin düşünme ya da psikolojik
uygulamalarda, kan basıncının derecesini kontrol edebilen insanlara
rastlanmaktadır.”, şeklinde olayı yorumlamaktadır.
Mistik boyutlar
size ilginç, saçma ya da imkânsız gibi görünebilir. Herkes düşüncesinde özgürdür.
Ama hayatta birçok insanın, yaşadığı birtakım mucizeler de mevcuttur. Bu
konudaki son yorumu, yine Lâdikli Ahmet
Ağa’nın yazarı Sayın Mustafa Özdamar’ın kalemiyle sunmak ister ve
Yüreğindeki Sen’in sesine kulak vermenizi arzu ederim:
“ Bu tür şeyleri
fantezi olarak görenler ve uydurma diye nitelendirenler olabilir. Olabilir…
Herkesin bir inancı var… Benim inancım, bu tür şeylerin olabileceğidir.
Ve ayrıca, bu
tür şeyler, bir itikat meselesi de değildir. Ama yine de dikkat gerekir. Zira
mucizeye inanmamanın birkaç adım ötesinde dipsiz kör kuyuları andıran bir inkâr
çukuru vardır.”[6]
[1] A’mak-ı Hayal, Filibeli
Ahmet Hilmi, Kaknüs Yayınları
[2] Ladikli Ahmet Ağa, Mustafa Özdamar, Kırkkandil yayınları
[3] .Dr. Muhammed
Bozdağ’ın, Yetenek.com
adresindeki, Baki Günay’ın netpano.com.da
yayınlanan yazısından alıntı yapılmıştır.
[4] www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/hologram/01holografik_evren.htm
[6] Ladikli Ahmet Ağa, Mustafa Özdamar, Kırkkandil yayınları
Yüreğindeki Sen/Selçuk Alkan/Akis Kitap
Dahi Beyin Blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder