tag:blogger.com,1999:blog-28136891190124679392024-02-20T04:05:28.247-08:00Dahi BeyinKişisel Gelişim, Akıl Oyunları, Felsefe, Tarih, Psikoloji YazılarıAz Akademihttp://www.blogger.com/profile/06519880037646280281noreply@blogger.comBlogger1144125tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-4716907669030612672023-06-25T03:08:00.002-07:002023-06-25T03:13:23.998-07:00Etkileyici Bir İnsan Olmak İçin Teknikler <p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgweosH6Xxyc1q6Su6z1YFNphWdHHy2VHkArQnb_hfUjDTTIazg4PztmHgxCWsf12bOY3mdeOEXFjYVoHvyk7eDlAyEQXC1O-dWgyJNwOrwWjJnOGXucFYTi0EzLSDmOrurhSmXvETTxhZNGUKWUxSAUseOGt5fi-8gkI-p873AA6Pc1E1z9XG-cVbRXYKa/s1600/etkileyici-olmak.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="1600" height="160" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgweosH6Xxyc1q6Su6z1YFNphWdHHy2VHkArQnb_hfUjDTTIazg4PztmHgxCWsf12bOY3mdeOEXFjYVoHvyk7eDlAyEQXC1O-dWgyJNwOrwWjJnOGXucFYTi0EzLSDmOrurhSmXvETTxhZNGUKWUxSAUseOGt5fi-8gkI-p873AA6Pc1E1z9XG-cVbRXYKa/s320/etkileyici-olmak.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p>Etkileyici bir insan olmak, başkalarının sizinle etkileşime geçmekten keyif aldığı, güven duyduğu ve sizi takdir ettiği anlamına gelir. İşte etkileyici bir insan olmanıza yardımcı olabilecek bazı teknikler:</p><p>Özgüveninizi geliştirin: Kendinize güvenmek, etkileyici bir insan olmanın temelidir. Kendi değerinizi tanıyın, yeteneklerinizi geliştirin ve kendinizi her alanda geliştirme fırsatları yaratın.</p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p>İyi bir iletişimci olun: İyi iletişim kurmak, insanlarla daha iyi bağlantı kurmanın anahtarıdır. Dinlemeyi öğrenin, karşınızdaki kişiye odaklanın, açık ve net konuşun ve empati gösterin.</p><p><br /></p><p>Beden dilinizi kullanın: Beden diliniz, iletişiminizi destekleyen güçlü bir araçtır. Kendinize dik durun, göz teması kurun, gülümseyin ve el sıkışırken sıkı bir şekilde tutun. Pozitif ve güven veren bir duruş sergileyin.</p><p><br /></p><p>Empati yapın: Empati, başkalarının duygularını anlama ve anlama yeteneğidir. Başkalarının bakış açılarını anlamaya çalışın, duygusal ihtiyaçlarına dikkat edin ve onları anladığınızı gösterin. Bu, insanlar arasında güçlü bağlar kurmanıza yardımcı olur.</p><p><br /></p><p>İnsanlarla güzel ilişkiler kurun: İyi ilişkiler, etkileyici bir insan olmanın önemli bir parçasıdır. Diğer insanlara değer verin, takdir edin ve saygı gösterin. İyi iletişim kurmaya özen gösterin ve insanlarla gerçek bir bağ kurun.</p><p><br /></p><p>Pozitif bir tutum sergileyin: Pozitif bir tutum, çevrenizdeki insanları etkilemenin en güçlü yollarından biridir. Olumsuz durumları olumlu bir şekilde ele alın, şikayet etmek yerine çözüm odaklı olun ve etrafınızdakilere ilham verin.</p><p><br /></p><p>Sürekli öğrenmeye devam edin: Etkileyici insanlar sürekli öğrenmeye ve kendilerini geliştirmeye açıktır. Yeni konular keşfedin, kitap okuyun, seminerlere katılın ve yeni beceriler öğrenin. Bu şekilde, bilgi ve deneyimlerinizi paylaşabileceğiniz birikime sahip olursunuz.</p><p><br /></p><p>Kendinizi iyi bir şekilde sunun: İnsanlarla etkileşime geçerken kendinizi iyi bir şekilde sunmak önemlidir. İyi giyinmeye özen gösterin, kişisel bakımınızı ihmal etmeyin ve temiz ve düzenli bir görünüm sergileyin. İlk izlenimler önemlidir, bu yüzden kendinizi en iyi şekilde ifade etmek için dikkatli olun.</p><p><br /></p><p>Hedeflerinizi ve tutkularınızı takip edin: Etkileyici insanlar, tutkulu oldukları şeylere odaklanır ve hedeflerine doğru ilerlerler. Kendi ilgi alanlarınızı belirleyin, tutkularınızı keşfedin ve onlara yönelik olarak çalışın. Bu sizi daha ilham verici ve etkileyici kılacaktır.</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><br /><p></p><p>Sorumluluk alın: Etkileyici insanlar, sözlerinin arkasında dururlar ve sorumluluk alırlar. Verdiğiniz sözleri tutun, vaatlerinizi yerine getirin ve başkalarına yardım etmek için elinizden geleni yapın. Güvenilir ve sorumluluk sahibi biri olduğunuzda, insanların sizden etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır.</p><p><br /></p><p>Olumsuzlukları ve zorlukları aşın: Hayatta her zaman zorluklar ve olumsuzluklar olacaktır. Ancak etkileyici insanlar, bu zorlukları aşmayı ve olumsuzluklardan ders çıkarmayı bilirler. Olumsuz durumları olumluya çevirmeye çalışın, yenilgiyi bir öğrenme fırsatı olarak görün ve hedeflerinize odaklanmaktan vazgeçmeyin.</p><p><br /></p><p>Başkalarına yardımcı olun: Etkileyici insanlar, başkalarına yardımcı olmayı ve desteklemeyi severler. Paylaşma, yardımlaşma ve cömertlik değerlerini benimseyin. Başkalarının ihtiyaçlarını anlayın ve elinizden geleni yaparak yardım edin. Bu, insanlar arasında derin bir etki yaratacaktır.</p><p><br /></p><p>Sonuç olarak, etkileyici bir insan olmak bir süreç gerektirir ve sürekli olarak üzerinde çalışmanızı gerektirir. Kendinizi geliştirerek, başkalarına değer vererek, iletişim becerilerinizi güçlendirerek ve pozitif bir tutum sergileyerek etrafınızdaki insanlara ilham verebilir ve onları etkileyebilirsiniz.</p><p>*</p><p>Turgay Keskin</p>Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/02261082432967944358noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-32334106313637363522023-05-25T23:15:00.000-07:002023-05-25T23:15:05.347-07:00Kendinde oluş ve insan algısı veya varlık ve oluş<span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEqX_a0ty6SHcJu6opjGhqez39sth3bSXQvaaHEQ-5hQVMEAJQJn8Xv_jOu4BTWeOSD8HuL8cafhlE1V43oov-yHBIF2WSMtqovIvqWFc2fIzA_PZdErUswiE_ZL2a5ALbA9RSdEppO6riESl9ExhUbpjmqnyURzXFkG8F-33mNu8Ry5uvqNKur76lYg/s325/existential-mirror.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="325" data-original-width="244" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEqX_a0ty6SHcJu6opjGhqez39sth3bSXQvaaHEQ-5hQVMEAJQJn8Xv_jOu4BTWeOSD8HuL8cafhlE1V43oov-yHBIF2WSMtqovIvqWFc2fIzA_PZdErUswiE_ZL2a5ALbA9RSdEppO6riESl9ExhUbpjmqnyURzXFkG8F-33mNu8Ry5uvqNKur76lYg/w300-h400/existential-mirror.jpg" width="300" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><a name='more'></a></span><div><br /></div><div>"Şeyler benim sayemde vardır," diyen birisi algılamak üzere ilk adımlarını atıyor, insan yığınlarının donuk perspektifinden kendi zihnini kurtarıyor demektir. Şu gerçek olmaya yakın bir şeydir ki, bir şeyin özünde olan şey insanın o özü ne kadar görebildiğiyle ilişkilidir. Bunun nedeni, oluşun akıl tarafından sürekli tasarımlanmasıdır. Oluş dediğimizde elbette eşyanın kendi özünde olan şeyi kastetmiyor, onun bizim algılarımıza olan izdüşümünü kastediyoruz. Bir nehrin "akmakta" olması gibi, aslında akan şey nehir değil bizim sürekli görmekte olduğumuz ve zaman ve mekan aracılığıyla algıladığımız hareketi yani oluşudur. Varlık ise zamanın ve mekanın sınırlamasıyla tanımlanmayacaktır. Ona bir "şey" demek de doğru olmayacaktır. O, şeylerin bütünü ve toplamıdır.</div><div><br /></div><div>Varlığı oluş aşamalarıyla anlayan insan algısı, işte tam olarak burada içinden çıkmayacağı bir çukura düşmektedir. Tıpkı kumun "var olan" bir şey olması ama kum dediğimizde hiçbirimizin zihninde "var olan" tüm kumların bir yansımasının belirmemesi gibi, varlığı kesik kesik parçalar halinde algılayan insan zihni de ancak oluşun temasıyla kendi özünü açığa vurabilir. Oluşun varlıktan oluş olmaya dönüşebilmesi için gereken töz, insanın algılayan olmasında yatar. Varlık, insana sunuluş biçiminde bir tasarım olduğundan dolayı, onun ulaşmak istediği ilk mertebe algılanan olmaktır. Bu nedenle denebilir ki, us ile tabiat arasında dolaysız bir bağlantı veya ilişki bulunmaktadır.</div><div><br /></div><div>Varlık, ancak zamanın ve mekanın ona sunduğu düzlemde kendisini hareket yani oluş olarak insan algısına tanıtabilir. Bunun aksindeki tüm varlık iddiaları geçersizdir. Zira algının yani insanın mevcut olmadığı yerde zaten herhangi bir şeyin ne biçimi ne de özü konusunda bir ayrım ve tartışma olmayacaktır. Dolayısıyla insan, eşyayı, yani çevresini, yani tabiatı tasarımlar. Bunu yaparken kullandığı tek ilke ise ide'lerdir. İde dediğimizde şunu kastediyoruz: Bir şeyin sadece kendi kendinde, yani diğer tüm şeylerden soyutlandığında edindiği ve üstlendiği anlam, cevher. Kelimeler ide'ler hakkında örtülü bir tanım ve açıklama iddiasında bulunsalar da, onların asıl oyun alanı ve yerleşim yeri düşüncelerdir. Düşüncenin edinimi 4 prensiple açıklanabilir, bunlar sırasıyla; hayret, kabullenme, sahiplenme ve anlamadır. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin gözlerini ilk açtığında dünyaya hayretle bakması, sonra şeylerin oluşunu kabullenerek onları kendi arzusu doğrusunda kullanması, sonra bazı şeyleri bazı şeylerden üstün tutması yani arzusunun en yüksek tezahürü olarak sahiplenmesi ve en sonunda da onları kendi anlam dünyasına taşıması gibi, insan, düşünce dünyasında bu dört aşamadan geçerek eşyayı kendi algısında oluşa vurur. Anlanmış her şey artık insanın ürünüdür. Tabiatı insanın ürünü yapmayan şey de tam olarak budur, zira tabiat anlaşılamaz olmakla zaten tanrının ürünü olduğunu ispatlar. Şu halde, insan son kertede yalnızca anlayabileceğini anlar, lakin hiçbir şeyi anlayamaz zira hiçbir şey onun ürünü değildir. Varlığın sadece oluşa vurulduğu zaman anlaşılır olması da burada anlam bulur zira akıl bir şeyi anlamak bakımından oluşa vurmaya muhtaçtır. Şu halde ve son tahlilde, varlık anlaşılamaz olan, oluş ise anlaşılabilir olandır.</div><div><br /></div><div>İnsan zihni aradan çıkartıldığı vakit geriye sadece tanrı yani varlık kalır. Oluş, tanrının insana kendini tanıtma biçimi, ve şu halde aklın kendisidir. Tanrı derken ben bu kelimeyi ilk kez duyuyormuşçasına kullanıyorum zira tanrı kelimesi uğruna atfedilen tüm tanım ve ifadelerin insan sözü olduğunuzu bilmenizi isterim. Onu sadece kendi oluşunuzda anlamlandırabilirsiniz. Hiçbir kelime bir insanla başka bir insan için aynı anlamı ifade etmez. Zira öyle olsaydı, ben sizin gözlerinizden görebilir ve sizin teninizden hissedebilirdim. Lakin canım acıdı dediğinizde benim tek referans noktam kendi canımın acıdığı bir andır ve şu halde her insan yaşadıkları bakımından aynı derecede kör, sağır ve dilsizdir. Ben sizin gözünüz için kör, sizin kulağınız için sağır ve sizin diliniz için dilsizim zira hiçbir zaman bir şeyi sizin gözünüzden görmedim, sizin kulağınızdan duymadım ve sizin dilinizden tatmadım. İşte tam olarak burada, varlık konusunda hiç kimsenin bir fikri olamayacağını belirtiyorum. Zira varlık her insana oluş bakımından farklı ve özgün gözükerek aslında hiçbir insan için kendisini göstermemektedir. Şu halde, son söz olarak denilebilir ki: Her şey senin için kendini özel olarak açığa vurur ve son tahlilde, senin gerçekliğin senin tasarımladığın kadardır. </div><div><br /></div><div><br /></div>Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-70716710311443641342022-07-13T18:25:00.004-07:002022-07-14T11:26:27.536-07:00Pişmankar Bir İç Çekiş ile Susturan Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioLKs6UDnvZywa_4rVY3ZipPq-Yl8EFsR4EjWID_dVW9YhIwywxGqvREFYixBoREvqhsZHk1If_vk85LzCLWY9HiV0DSbsofknsOpqK9wPh5IZDRS6NbsZf6bp458D9f2lwWykR4frw7qsHUI2V53PSCOhvDRDP7EPbuh14_KxL6AMqeo9zGj0AGKQyA/s622/family_trip_by_bisbiswas_df63jnc-350t.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="350" data-original-width="622" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioLKs6UDnvZywa_4rVY3ZipPq-Yl8EFsR4EjWID_dVW9YhIwywxGqvREFYixBoREvqhsZHk1If_vk85LzCLWY9HiV0DSbsofknsOpqK9wPh5IZDRS6NbsZf6bp458D9f2lwWykR4frw7qsHUI2V53PSCOhvDRDP7EPbuh14_KxL6AMqeo9zGj0AGKQyA/w400-h225/family_trip_by_bisbiswas_df63jnc-350t.jpg" width="400" /></a><span><a name='more'></a></span></div><br /><div><br /></div>Bilge, en sevdiği ağacının dibinde uzanmış, güneşin yakıcı gözlerinden kaçınarak kendisini düşüncelerine bırakmıştı. "Öğretmeyi öğrettim kendime," dedi onu dinleyen kuşlarına, "dilleri küf ve yosun bağlamış, ağızları pis kokulu sözlere kapattım kulaklarımı ve kendimi kendime anlatmayı öğrettim. İnkarcı bir geriye bakışla unuttum tüm melankolik tınıları ve yalan söyleyen gözleri. En büyük hayallerimi ve umutlarımı göçmen kuşların pençelerine bağladım ve sildim gökyüzünün gözyaşlarını. Bir hiç olmayı öğrettim kendime, zira her şey hiçliğin bir parçasıdır, bunu demiştim bir kez."<br />
<br />
Bilgenin üzerinden ağır bir yorgunluk ve tatlı bir hüzün geçti o gün. "En sevimli sözlerle yaklaşan kan emicileri öldürdüm," dedi şarkı söylercesine, "kızıla çalan güneşin gözyaşları gibi akıttım kanlarını ve geçip gittim yanlarından. Evet, bunu sevdim en çok: geçip gitmeyi. Kelimelerin ve cümlelerin insan icadı olduğu bir dünyada, en çok da susarak geçip gitmeyi sevdim ben. Sahiden, suskunluk, en derin gölün durgun yüzeyi değil midir, suskunluk? En beyaz bulutun parıltısı değil midir o? Ya da en yüce dağın ıssızlığı değil mi o?"<br />
<br />
Bilge güneş batana kadar kendi kendisine konuştu, artık bildiğinden fazlasını konuştuğunu fark edince pişmankar bir iç çekişle sustu ve suskunluğu dinledi saatlerce. "Ey suskunluğum!" dedi ardından, "benim çaresiz dostum ve yalnız sırdaşım! Seni dinlerken ne kadar da mutluyum, sanki uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş gibi, alaycı gözlerle bakıyorum toprak hayvanlarına. Ya da son nefesini veren bir dindar gibi, gülüyorum tanrının yokluğuna. Ey yorgun dostum! Gerçekten de, en az bilenler en çok konuşanlar değil midir bu dünyada? En acımasızlar en merhametliler değil midir? Affetmek özgürleştirir derler kendilerine ama en acımasız bir tanrıya inanmazlar mı? Sahiden, benim yorgun sırdaşım, tanrının yokluğu değil ama varlığı korkutmuyor mu seni de? Tanrının karşısına çıkıp, 'elinden gelenin en iyisi bu muydu gerçekten de' diyeceğim için, korku ve titremeyle sarsılıyor bedenim onun varlığı fikriyle."<br />
<br />
Ağır bulutlar uzak diyarlara yağmur götürmek için usul usul yol alırlarken, bilge, ayın kadifemsi teninde gözlerini gezdirdi ve uykusuna bıraktı yarım kalan düşünceleriyle mayışmış zihnini.<br />
<br />
Sabah olduğunda, bilge, en yakınındaki su birikintisine gidip yüzündeki kırışıklıklara uzun uzun baktı. "Aynaların en derini," dedi bir yandan söylenip bir yandan esnerken, "sahiden, kendini görmek, nasıl bir mucizedir ki, akıl ve onun her türlü yoldaşı buna bir çare bulamaz? İnsana, yansıması kadar yabancı olan başka neyi vardır ki? Tüm yaşadıklarını, tüm unuttuklarını ve elbette unutmaktan korktuklarını ona hatırlatan, üzdüğü her bir kalbi, ezdiği her bir karıncayı ona sorgulatan şey yansıması değil midir?"<br />
"Hayır," diye cevapladı bilgenin yansıması, "üç kere ve hatta beş kere hayır. Sen ve ben, aslında iki ve çok farklı şeyleriz, ben seni görmek için, her sabah bu su birikintisine geliyorum, halbuki benden kaçan sensin."<br />
Bilge şaşırdı yansımasının bu dediklerine. "Uyanığım sanırım," dedi tereddüt içinde, "rüya olamayacak kadar sahte bu duyduklarım."<br />
<br />
Göldeki hareketlilik ürküttü bilgeyi. Sahiden, kendisine ne kadar da yabancı ve uzaktı. Kendisi dediği şey başka bir şeydi onun için. "Arıyorum cevapsız sorularımı," dedi bilge, "en umulmadık vakitte, en geç söken şafakta ve en derin sularda arıyorum sorularımı. Soru sormayı öğrettiğim gün kendime, cevapları lanetlemeyi de öğrendim. Tüm yansımaları ve aynı olanları, benzeyenleri ve benzeşenleri lanetledim. 'şunu yapmak zorundasın,' ya da 'kaderinde bu var,' diyen kindar gözlere mil çektim ve yalancı güneşin gölgesinde doğrular için gölgelendim."<br />
<br />
Bilgenin yansıması bilgeyi dinledi ve şaşırdı duyduklarına. "Şimdi mantıklı geldi," dedi, "dediklerin, uçmak için kemiklerinin içini boşaltmayı artık öğrenmişsin. Sahiden, senin sayende anladım, insanın kendisine tek öğretmen olabileceğini. Gerçekten de, en büyük haklılık payı yok mudur şu diyeceğimde: İnsan öğrenmeyi öğrenen canlıdır."<br />
<br />
"Evet," dedi bilge, "en büyük korkumu da yendim sayende. Doğrunun olmadığından korkuyordum, tüm doğruların benim ve başkaları arasındaki bir yastık ve yorgan olduğundan korkuyordum. Şimdi, anladım, gerçekten de budur doğrular. Benim ve senin aramda bir örtü ve giysidir. Ayıp yerlerimiz gözükmesin diye, hakikatlerimiz ortaya çıkmasın diye yarattık onları ve mühürledik tanrıya yazdığımız ve cevabını beklediğimiz mektuplarda."<br />
<br />
"İşte tam olarak da bu," dedi bilgenin yansıması, "sonunda konuştukların heyecanlandırmaya başladı beni. En lezzetli armudun tadı gibi bir tat aldım konuşmandan. Birbirimizi tekrar etmiyor oluşumuz, hakikati gösterdi sana. İşte budur hakikat: Kişi yalnızca kendisinde vardır."<br />
<br />
Köstebekler ve sıçanlar, bilgenin ve yansımasının konuştuklarından epey bir ders almışlar ve kovuklarına çekilmişlerdi.<br />
<br /><div><div><br /></div></div>Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-28919214356841303472020-10-05T18:41:00.003-07:002020-10-05T18:43:23.252-07:00İyiliğin Önündeki Engel Üzerine<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUxftuitzm9M_6LNi_Vvlsh7HhsxB98v3axDxrJ1NkAAJ9kjBlw6rhY5pWbISNvBPF6mVHSQwKa3lig4PhAzwfA0aF1QUnh9kj6BBdiI5R50cVCcfJBzPA1z6vGLXTguzRdn5jiZyN7c7b/s415/6PU6N3B2PRGCXKSGONMZ3VHMHE.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="293" data-original-width="415" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUxftuitzm9M_6LNi_Vvlsh7HhsxB98v3axDxrJ1NkAAJ9kjBlw6rhY5pWbISNvBPF6mVHSQwKa3lig4PhAzwfA0aF1QUnh9kj6BBdiI5R50cVCcfJBzPA1z6vGLXTguzRdn5jiZyN7c7b/s320/6PU6N3B2PRGCXKSGONMZ3VHMHE.jpg" width="320" /></a></div><div style="text-align: right;"><br /></div><div style="text-align: right;"><br /></div><div style="text-align: right;">Her insanda, insanlığın bütün halleri vardır.</div><div><div style="text-align: right;">-Montaigne</div><span><a name='more'></a></span>Varoluş, bizlere birbirimizi öldürmeyi, yok etmeyi, alıkoymayı, esir tutmayı ve parçalamayı salık eder. Onu inkar eden, daha doğrusu, ona karşı bir isyan bayrağı çeken her kimse, ruhundaki dipsiz boşluğun bir anda soğuk sularla dolduğunu hisseder ve hayatını buna göre şekillendirir. Bunun gibi, varoluşun bize emrettiği ve diğer hayvanlarla epey benzer duruma düşmemize neden olan birçok hal ve davranış, us için epey bayağı ve alçalıtıcı şeylerdir.<p></p><p>Bir kimse yoktur ki yok olmayı arzulamasın. Hayatın zorunlukta ve bağımlıkta bırakıcı tüm etmenleri, daimi bir döngü içinde tatmin edilme isteği taşıyarak insan bedenini esir tutmuştur. Cinsellik, açlık, susuzluk gibi bedensel ihtiyaçlar, tabiatın bizi var etme teşebbüsündeki ilksel edimlerdir. Buna rağmen, insan aklı, eşyanın oluş değil ama döngü haline takılı kaldığı her anda, varlığı yokluğa tercih edecek ve bu da hiç istenmeyen sorunlar doğuracaktır.</p><p>Şimdi, dünyada kendine yer edinmek isteyen herhangi bir kişi ve toplum, ezmeye ve yok etmeye mahkumdur. Öteki dünyaya en çok bağlananların bu dünyada en çok mal ve doyum peşinde koşanlar olması gibi, tümüyle çelişkili her türlü yokluk kurgusu, son derece büyük bir yıkıma, insanın ve toplumun çöküşüne ve ıstırabına zemin hazırlar. </p><p>Uzak Doğu felsefesinde tanık olduğumuz, eşyayla bir olma hali, insan için belki de en etkili yaşama biçimidir. Kendini sürekli eşyadan ayrı, kendi kendine oluşmuş ve vücut bulmuş bir varlık olarak gören insan, kendi tatmini için tüm kötülüklere göz kırpmaktadır. Kendisinin ve her şeyin aynı anda bir olduğunun farkına varan insan ise, her şeye zarar vermekle kendisine de zarar verecek ve bu, onda büyük bir iç buhrana, karşı konulamaz bir üzüntüye sebebiyet verecektir. Sevginin ve nefretin aslında aynı şeyi ifade ettiğini çözümseyen kimse, artık ikisi arasında bir seçim yapma zorunluluğunda hisetmeyecektir. Yaptığı seçimler, kompleks ve aşkın bir sarmalın ufacık bir parçası olmayacak, aksine kainatın tümü için geçerli, geri döndürülemez ve her haliyle yaşamda vuku bulan eylemlere dönüşecektir.</p><p>İyilik dendiği zaman insanın aklına gelenlerin belki de en başında şu vardır: Yardımlaşma. Halbuki, birisine yardım eden kimse, yardım ettiği kişiye aslında kötülük yapmaktadır. İnsan, tamamen kendi halinde hayatta kalabilmek için evrimleşmiş ve bu doğrultuda diğer memelilerin hiçbirinde olmayan bir beyne sahip olmuştur. Yardım edilen kişi, zorluklar içinde bu beynini kullanma şansı bulamayacak ve şu halde zihinsel yoksunlukla lanetlenecektir. Yardım eden kişi içinse, yardım etmek durumda olma hali en büyük motivasyondur. Şu halde, yardımlaşma, yardım eden açısından bakıldığında, zor veya kötü durumda olanı o durumdan kurtararak, kendi varoluş çıkmazına bir bahane bulma teşebbüsüdür. Zaten dikkatlice bakıldığında, insana kendisini iyi hissettiren her şey, yoksunluk hali olan varoluşa ve onun zorunluluklarına karşı bahanelerdir. Tıpkı yağsız tencerede yemeğin yapışması gibi, insan da bilincini dinle, iyilikle yahut her neye inanıyorsa, onunla yağlayarak acıdan kaçınmayı ve huzura ermeyi amaçlar. Buna rağmen, iyiliğin en güzel ve koşulsuz formu, iyilik için iyilik yapmaktır. Şu halde, başkasının huzuru veya refahı için değil ama iyiliğin dünyada gerçekleşmeyi hak etmesi yüzünden iyilik yapan kimse kelimenin en doğru anlamıyla iyi bir insandır. </p><p>Şimdi, bizi birbirimizden ayıran, aramıza sınırlar koyan her türlü ideoloji, akım ve inanışlar, toplumların toplum olarak var olabilmesi için ortaya atılmıştır. Varoluşun tamamıyla bireyi alakadar ettiği her türlü anlayış, bu bariyerleri yıkar ve sadece bununla da kalmayarak, toplumları ileriye dahi götürebilir. Kutsanmış tarihi kişiliklere toz kondurulmamasının da en büyük sebebi bu olmakla beraber, insanlar kendi tarihlerinde topluma mâl etme amacıyla zihinlerinde var olan tüm iyilik idealini bir kişiye veya hiç olmazsa bir topluluğa yamarlar. Bu, bireylerin kendilerinde görmek istediği fakat bu ideale ulaşmak için hiçbir şey yapmadıkları bir kısır döngünün başlangıcını simgeler. </p><p>İyilik, güneşin gecedeki hali gibidir. Güneş asla varlığından bir şey kaybetmez lakin onu orada görememek onun yokluğuna bir delildir. Şu halde, en karanlık gecenin bile güneşe bir etkisi olmaması gibi, en yoğun kötülük de iyiliğe işlemez. İyilik, işin aslı, tabiatın insanda görmekten en çok tiksindiği şeydir. Zira varoluşumuz, bize her türlü kötülüğü yapma arzusu vermiştir ve bunun için de bizi sürekli olarak dürtmektedir. Tecavüz etmemizi, öldürmemizi, yakmamızı, yok etmemizi ister ve bundan büyük bir kıvanç duyar.</p><p>- Endülüs</p><p><br /></p></div>Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-73301772040522704762020-09-27T17:50:00.006-07:002020-10-05T18:47:22.054-07:00Şeyler Üzerine<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqy7jy_Y6H6ayH_APnavHEsvTKok1KWqAChsByg846VStXqXTFr_UfjQUnFxYfIIA_-J4fTMylptnApQPvyy1kF1eoDXU0tXZx-9XQ3QbdL2mi4Inr1o8UgKl1L_M507ccYETwtTkbIn2r/s900/philosophy-mesbar+%25281%2529.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="900" height="143" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqy7jy_Y6H6ayH_APnavHEsvTKok1KWqAChsByg846VStXqXTFr_UfjQUnFxYfIIA_-J4fTMylptnApQPvyy1kF1eoDXU0tXZx-9XQ3QbdL2mi4Inr1o8UgKl1L_M507ccYETwtTkbIn2r/w320-h143/philosophy-mesbar+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><br /></td></tr></tbody></table><br /><br /><div style="text-align: right;">"Dünya yalnızca anlama yetisi için vardır."</div><div style="text-align: right;">-Schopenhauer</div><span><a name='more'></a></span><div><br /></div>Varlıklar yoktur; varlık vardır. Bunun gibi, eşya değil ama şey vardır. Bu şey prensipsiz ve formsuz olmakla beraber, prensiplerin işlev odaklarını ve formların görünüşlerini şekillendirir. Kimisi bu şeye, tanrı; kimisiyse doğa demekle kendini kandırır.<span></span><br />
Şimdi, Zenon bir ok hayal eder ve o okun uzunluğunun çeyreği kadarıyla ileri doğru atılım yaptığını düşünür. Ok, havada gittiği her anda kendi çeyreğini gidiyor olacaktır, şu halde, ok asla hedefine varamayacaktır.<br />
Bu paradoks, duyu ve algı olmak üzere insan zihninin iki prensibine odaklanmamızı ve ilkinin değil ama ikincisinin ne kadar aşkın ve haliyle, adeta başka bir metafizik aleminden kopup geliyormuşcasına bu dünyaya ait olmadığının işaretlerini verir. Sahip olduğumuz beş duyu, aklımıza belli yörüngelerde düşünceler oluşturmakta olanak tanır. Mantık bu duyuların eşyayla en faydalı ve çıkarcı biçimde alışveriş yapılmasını sağlayan bir düşünme methodudur. Bu methodların dünyadan bağımsız ve kendi kendine olanı, yani algı veya belki de daha doğru biçimde akıl, bize dünyayla ilişkimiz dışında belli başlı çıkarım ve varsayımlarda bulunmak zorunluluğu doğurur.<br />
<br />
Şimdi, şeylerin oluş şekli üzerine Antik Yunan'ın iki akımı, birbirleriyle taban tabana bir zıtlık ve ihtiyarlara özgü aksilikle bir karşı çıkış taşıyarak, Sokrates öncesi felsefenin yükseldiği iki kolon işlevi gördüler. İlki Parmenides'in ve onun öğrencisi Zenon'un ve daha sonraları çıkan Gorgias'ın laf ebeliğini yaptığı değişmez ve yalnızca akılla idrak edilebilir olan bir bütünün habercileri; diğer tarafsa, elçiliğini Herakleitos'un yaptığı ve onun ardından Aristoteles'in nem kaptığı akış, yani sürekli ve ertelenen mekaniğin kendi zıtlıklarında kendisini sürekli olarak aşması ve yenilemesi üzerineydi.<br />
<br />
Kilise babalarının ve Spinoza ve Heidegger gibi şeyin oluş aşamasına değil ama kendinde oluş ilkesine odaklanan filozofların esin kaynağı olan bu ilk akım, bize yapbozun tümünü görmeyi ve parçalara bakıp bir bütünsüzlük illüzyonundan kendimizi alıkoymayı amaçlar. Buna karşın, sahip olduğumuz deneyci ve gözlemci duyular, şüphesiz ki, bize şeyi şeyler olarak gösterir ve yansıtır. Tüm felsefelerin en biricik çıkış noktası şu sorudur: Cetvel kimin elindedir? Ölçmek insanın yerine getirebileceği bir şey midir? Eğer öyleyse, kendi yaptığı cetvelin eşyadaki ölçüyü en doğru ve tutarlı biçimde gerçekleştirebileceğinin ölçüsü nedir? Bu doğrultuda, Protogoras, -ki benim açımdan, insanı ve aklı alakadar eden sözlerin en büyüğünü söylemiştir- "insan ki her şeyin ölçüsüdür," demiştir. İşte bu söz, tam olarak Aristoteles'in Platonculuğa karşı çektiği isyan bayrağının kısa bir özetini teşkil eder. Der ki Aristoteles: "Bir duyusunu kaybeden bir dünyayı kaybetmiştir." Cetvelin insanın elinde olduğunu savunan yukarıda değindiğimiz filozoflara elbette asiliğin ve çocukca lafların en çok yakıştığı düşünür olan Schopenhauer'i de eklemek gerekir. Öyle ki, insan gördüğü için görmekte olduğu şeyden emin değil, olsa olsa kuşku içinde olabilir. Ona göre, gören göz, gördüğü şeyi görüyor değil, beyin görülmekte olan şeyi tasarımlıyor ve şu halde onu kendi zihninde var ediyordur. İşte, insanın amaç ve işlev olarak kendinde yaratımını haklı gören filozoflar, Parmenides'in kuruculuğunu yaptığı Elea okulunun öğretilerinden ayrılır. Varlığın tasdik aşaması, onlara göre aslında varlığın niteliklerinin gizlemekte olduğu öncüllüktür.<br />
<br />
Aksi bir ihtiyar denince benim aklıma Herakleitos gelir. Öyle ki, cesetlerin gömülmesini bir absürtlük olarak görmüş ve bunun sonucunda her türlü cenaze işini lanetlemiştir. Buna mukabil, onun cesedini bir gübre yığının altına gömmüşlerdir. Bunun gibi, doktorluğu da aykırı bir meslek olarak görmüş ve hastalıkların tedavi edilmesini insana yapılmış bir hakaret olarak nitelendirmiştir; nitekim, işin sonunda da devası olmayan bir hastalıktan dolayı ölmüştür. Şu ünlü söz ona aittir: "Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz." Daha sonraları öğrencilerinden biri bunu daha da ileri götürecek ve şunu diyecektir: "Nehirde bir kez bile yıkanılmaz." Zira nehir akmakta olandır ve akışın tümünde varlık anı yaşamaktadır ve her an farklı bir andır.<br />
<br />
Şimdi, benim felsefem bana varlığın tümüyle yekpare bir bütün olduğu izlenimini veriyor. Elbette bu, algı ve duyuların bir ürünü olmadığı gibi, aksine, tamamıyla aklın yani düşüncenin bir doğuruşudur. Değil mi ki, "dünya," Schopenhauer'in da dediği gibi, "anlama yetisi için vardır." Buna karşın, ilk ve öncül kanı, bize duyularımızla dünyayı keşfettiğimizi bildirmektedir. Akıl ise, bana öyle geliyor ki, bir kaşif değil ama bir mucittir; ve dolayısıyla her bilgi keşfedilen değil ama icat edilendir. İşte bu felsefe, kişiyi kesinlikten alıkoyar, zira felsefenin bu şeklinde, bilimler için oturacak bir sandalyeye yer yoktur ve Platon'un da nitelediği gibi, "idrak etmek benliğin asıl amacı, bilmek ise sadece bir süsüdür."<div><br /></div><div>Endülüs<br />
<br />
<br /></div>Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-61716056982456229662020-06-02T19:31:00.003-07:002022-07-16T04:56:55.339-07:00Aşılması Gereken En Kısa Uçurum Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgsjCRk0yzkXzsBzMz7ikyJpXS8e-TJpBu4H6g9xULIeZjN1rG9FooqWY6sUFoSpQ1oAtFeJyCIX4_Ez2q9gcz-_CF54BRPpbxV9A5tjX0bVdgcGO0YOpWUp1jvEySh5_C43hIzzqvKL2a/s1600/DSCF1433-1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="702" data-original-width="1050" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgsjCRk0yzkXzsBzMz7ikyJpXS8e-TJpBu4H6g9xULIeZjN1rG9FooqWY6sUFoSpQ1oAtFeJyCIX4_Ez2q9gcz-_CF54BRPpbxV9A5tjX0bVdgcGO0YOpWUp1jvEySh5_C43hIzzqvKL2a/s400/DSCF1433-1.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
"Yalnızlığına kaç," demişti bir zamanlar bilge, "bak, ne güzel de hissediyorsun iyi, gözler olmayınca seyreden seni. Sahiden, ne diye gerek duyar ki insan insana? Her bir adımda ve her bir koklaşıyta, kandırmanın yeni yollarını öğrenmez mi insan? Cimriliği, aşağıya bakarken yukarıyı hayal etmeyi ve en kötüsü, çok konuşmayı, yalnızlar hiç bilmezler. Onların gölgelerinde sever en çok karıncalar dinlenmeyi. İşte, budur en bilge olanın kendini görüşü. Böyle diyorum ben, konuşmayı unuttuğun anda dinlemeye başlarsın kendini. Bu yüzdendir gözlerin uykuyu sevişi ve özleyişi. Karanlığı dostu olanın var mı ki korkacak bir şeyi?"<br />
<br />
O bilge, çok şaşırtmıştı bir zamanlar. "Kalabalıkların arasında, en çok da, konuşacak bir şeyi olmayanları gördüm," demişti tereddütlü nefesinde, "buzağısını kaybeden inek gibi bağıran iki ayaklı hayvanlar gördüm kalabalıklarda. Sahiden, kalabalığı seven kişi kadar var mıdır kendine düşman? Var mıdır kalabalıklar kadar yoran gözleri ve tırmalayan kulakları? Bu nedenle, şaşırmam ben koyuğunda uyuklayan yılana. Onun hiçbir yılanı özlediği görmedim, halbuki epey konuşurum onunla."<br />
<br />
Aşılması gereken en kısa uçurum geldiğinde, o bilge yumdu gözlerini. "Ne diye tereddütte hissediyorum ki kendimi? Ben değil miydim bir zamanlar 'en derin mutluluk kuyusu ciddiyetle doludur,' diyen? Ben değil miydim yine, 'beklemek özlemektir' diyen? E ne diye kaygılanıyorum ki şu an ve korkuyorum uçurumdan? Sanırım buldum cevabımı," diye konuşmasına devam etti bilge, kuşlar ve böcekler, bitkiler ve ağaçlar onu sıkı bir dinlemeyle dinliyorlardı, "evet, sanırım buldum cevabımı. Uçurumdan korkuşum, dibinde neyin yattığını bilmeyişimdendir. Ne ki, uçurumun dibine indiğimde çıkamam artık yukarıya. Demek ki, öğrettiğim kadarıyla kendi kendime, şudur çıkardığım anlam: Her uçurum, ona bakan gözleri taşır dibinde. Ona bakan ama ona gerçek ve duru, açık ve arı bir bakışla bakan için, uçurum ince bir tebessüm koyar yüzüne."<br />
"En büyük uçurum senin yüreğindedir o bilge," dedi uçurum, "şu halde, ne diye benim gibi bir uçurumla cebelleşiyorsun? Ne diye çatıyorsun kaşlarını ve soluyorsun burnundan? Bak sana cevabını vermede hiç de geç kalmadım. İşte budur cevabım sana: İçindeki uçurumun karşısında benim derinliğim ancak bir çukur gibidir. O uçurumu aşmayı ve bunu yaparken de tüm köprüleri lanetlemeyi öğretiyorum sana. Bunun yapmak için doğdun sen ve o uçurumu aşman için büyüteceksin kanatlarını. Ve büyüttüğünde kanatlarını bulacaksın tekrar seni en çok bekleyeni ki, uçmayı öğretsin sana diye."<br />
<br />
Bilgenin kanatları büyüdüğünde aşılması gereken en kısa uçurumun kenarına tekrar gitti. "Büyüttüm kanatlarımı ve yaparken hiç zorlanmadım bunda. Şimdi, karanlığını ve sessizliği yutkun da, cevapla şu soruma!" diye bağırdı bilge uçurumun dipsiz boşluğuna. Ne var ki, hiçbir ses duyulmadı uçurumdan ve bilge döktü ömründeki ilk gözyaşlarını. Günlerin ardından günler ve ayların ardından aylar geçti bilgenin ve uçurumun üzerinden. Sonunda sessizliğini bozdu bilge ve bağırdı yuvasına kartallar saldırmışçasına: "Ey uçurum! Bekledim kendimi aylar ve hatta seneler boyunca! Sen değil miydin bana 'bekle kendini,' ve 'unut varlığını,' diyen? Ne diye şimdi gizleniyorsun benden?" Soluk renkli bir yankı dışında bilge sadece yalnızlığını duydu ve o bile bu sefer konuşmakta karamsardı. "Son kez soruyorum sana!" diye bağırdı bilge ağlamaklı sesiyle ve yanağından süzülen soğuk gözyaşlarıyla, "Uçmayı öğretecek misin artık bana?!"<br />
<br />
En derin sulardan çıkmıştı bilge, artık korkmuyordu. Ağlaması gerektiği kadar ağladı ve bunu yaparken güldü kendinde. "Terliyorum," dedi kendi kendine, "üşüyorum ve yanıyor yüreğim. Kaygılarım kuşattı tüm bedenimi ve çakılı kaldım toprağın koyusunda. Gördüğüm tüm rüyalar aksini ispatladı, seyrettiğim tüm kuşlar doğuya uçtu ve özlediğim herkes beni unuttu." Böyle içerledi bilge ve yine güldü. İnadına, inadına yeniden güldü.<br />
<br />
En kısa uçurumu bile unutmuştu bilge. Unutması gerektiği kadarını hatırlıyordu artık. "Sahiden," dedi yine kendi kendine, "hatırlaması gereken her şeyi unutur insan, lakin ne de güzel hatırlar ağlamaklı gözlerle hatırlanmaya değmeyen her şeyi." Bilgenin kuşları kondu yüreğine o gün. "Bak," dedi alaca karga, "nehirler senin yanında akmak için haber getirdiler bana, ağaçlar seninle beraber şarkı söylemek için içerliyorlar şimdi. Çık mağarandan ve küs yalnızlığına! Bulutlara yağmurlar ağır geliyor senin yalnızlığında, kirpiler bile küstü senin yokluğuna. Çık mağarandan ve küs yalnızlığına!"<br />
<br />
Bilge dinledi kuşlarını ve en sevdiği mağara duvarını. Ağır bir tebessüm yüklendi yanaklarına ve çıktı mağarasının dışına. "Senin yokluğun," dedi mağara ve küstü kendine, "en büyük ödül ve ceza bana. Koş şimdi seni en çok bekleyene ve öğren nasıl uçulur benim yokluğumda!" Bilge özlemişti turkuvaz gökyüzünü ve yalan söyleyen bulutları. "Ağlayın bulutlar," dedi bilge, "ağlayın ve unutun kendinizi. Yağmurunuzla yıkayın bencil cesetleri. Aldıkları her nefeste yeniden ölenleri ve unutmak için hiç çaba sarf etmeyenleri alıp götürsün seliniz! En çok da kandırıkçıları alıp götürsün seliniz! Beni ve insanlığı kandıran en büyük kandırıkçıları alıp götürsün seliniz!" Böyle gülümsedi bilge ve bu sefer özlemedi en sevdiği mağara duvarını.<br />
<br />
Ama bilgenin özlediği bir şey vardı: "Ey yüreğim!" dedi bilge yaşlı bir çınarın gölgesinde dinlenirken, "bana uçmayı öğretecek olan ve beni hala bekleyen şeyi özlüyorum. Arayışlarım sürdü birçok insan ömrü boyunca ama hala bulamadım onu. Nice dağları aştım ve nice nehirlerde boğuldum; ey yüreğim, söyle bana, nerede gizleniyor beni en çok bekleyen?"<br />
<br />
Bilgenin yüreği dayanamadı bilgenin kederine ve konuştu, ağlamaklı biçimde, "Ey bilge! Nasıl da hala bulamadın seni en çok bekleyeni? Bak, göstereceğim sana, seni kimin en çok beklediğini!" Bilgenin yüreği, bilgeye bir göle gitmesini salık verdi. "Orada bulacaksın seni en çok bekleyeni!"<br />
<br />
Bilge gölün yanına geldi ve içti suyundan, daldı dibine ve gözyaşları karıştı göle. "Nerede hani beni en çok bekleyen ve bana uçmayı öğretecek olan ey yüreğim?!" diye çıkıştı. "Gölün gözlerine bak" dedi bilgenin yüreği, "seni en çok bekleyen ve sana bu varlık tiyatrosunda en çok ihtiyacı olan yatıyor orada." Bilge, gölün gözlerine baktı. Orada bir şey gördü bilge; Şu ana dek boş verdiği ve ararken aslında ondan hep kaçtığı şeyi gördü gölün yüzeyinde.<br />
<br />
<br />
-End.Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-12407737500194744282020-04-29T05:53:00.001-07:002020-04-29T05:53:10.541-07:00Özgür Ruh ve Toplum ya da İyilik ve Diyalektik Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiek1xgdMa2xZJFp7vqGUdvXpe0_WQkaMSLcVvpzYD1zGBlIY2CwM-Z1wySjhHZtxopmWq6R6CgxQkfq-8sHC_X1_1mJ9pQKzqQBOl6RuVIfIKIrmsY9U3C36jjVvgWw-2hdAtn3jCNy4aE/s1600/c9051823808afd33d41ef66ce7030c73.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="750" data-original-width="1600" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiek1xgdMa2xZJFp7vqGUdvXpe0_WQkaMSLcVvpzYD1zGBlIY2CwM-Z1wySjhHZtxopmWq6R6CgxQkfq-8sHC_X1_1mJ9pQKzqQBOl6RuVIfIKIrmsY9U3C36jjVvgWw-2hdAtn3jCNy4aE/s320/c9051823808afd33d41ef66ce7030c73.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
<br />
Doğrular, şartlar ve koşulların esnetilmesi için ortaya atılmış paradigmalardır. Çalmamak, öldürmemek, tabiatın bizden istediği şeyler değil, tam aksine bilhassa bizi zorladığı şeyler ve aslında bizden istediği şeylerdir. Modernite, kutsal tabularını bu nedenle hala korur; aksi halde bolluğun ve bu denli üretimin sebep olduğu ürün ve miktar fazlalığının eşitlikten amansızca nasibini almamış olması, kutsal kabul ettiğimiz ve onların da doğumunu yaptığı toplumsal akitlerin ve yani kitlesel doğruların bir tezahürü, karşı konulamaz bir sonucudur. Öngörülemez bir biçimde kendimizi tutsak ettiğimiz bu ilkeler, ahlak prensipleri kisvesi altında önümüze getirilir ve bunun sonucunda da asıl ahlaksızlık, eşitsizlik ve beyhude bir sınıf ayrımı ve kavgası ortaya çıkar. Halbuki, tanrıların kendileri bile çalınmış şeylerdir. Yunanlar Poseidon'u, Kartacalılar da Molek'i Fenikelilerden çalmıştır. Bizim olmakla nitelediğimiz her türlü ziynet yahut bireysel hak ve birikimler, aslında ufak bir kafa yormayla incelendiğinde hiç de bizim değildir. Burada Hegel'in sözü hatırlanmaya değerdir: "İnsan her şeyini devletine borçludur." Elbette, kişinin sahip olduğu şeyler, aslında elde etmekten sakındığı şeylerdir. Bu alçakgönüllülük, bu mütevazilik, devletin bireye olan tepeden bakışını ve bunun neticesinde, bireyin devletine duyduğu aşağılık kompleksini doğurur. Vatandaş olan hür olamaz. Yeryüzünde eksikliğini çeken kimsenin olmadığı vatandaşlık sıfatı, Platon'un Devlet'inde değindiği gibi, bireyin özgürlüğüne devletin ne denli müsamaha ettiğine göre tertiplenir ve ifade edilir.<br />
<div>
Felsefelerin hemen hemen hepsi topyekün bir anarşist ruh, yahut hiç olmazsa isyanı tolere etmeye karşı bir nezaket barındırır. Nietzsche, üstinsana giden yolda, sınır ve hudutların yok olacağını, üstinsanın milletler arasında dizilmiş taşları kaldıracağını ve yeni sistemin adını "hafif" koyacağını söyler. Buna benzer olarak, Aristoteles, tüm felsefi kuramlarında yaptığı gibi, politikada bütünün asıl hedef olması gerektiğini bildirir. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ahlak ne zaman ki dayatılmış şey olmaya başladıysa, orada devletin ilk izleri ve doğum sancıları ortaya çıkmıştır. Toplum, ileri gitmekten çok çekinir ve hatta bundan ölesiye korkar. Zira gelenek ve adetler, toplumdaki kişiyi o topluma ayak uydurmaya çok çabuk hazırlar ve kendisini kazların arasındaki bir ördek yavrusu gibi hissetmesini önler. İşte her türlü gelenek, din, alışkanlık ve uzun zamanlardan beri belleklere yer etmiş sözde "ahlak" ilkeleri, ruhun özgürleşmesi önündeki en somut ve zorlu engellerdir. Devlet, din ve toplum, ruhun sahip olduğu o akıl almaz özgürlüğün ve kapasitesinin bilincinde ve bunu alt etmenin yollarını aramaktadır. Ne var ki, kişi, özgür olduğunu en çok sandığı sırada, tamamen bir tutsaktır. Zira, özgür ruh, özgür olduğunun bilincinde asla olmayacak, onu çepeçevre sarmış dogmatik ve tepeden inmeci düşmanların gürültüsü ve kendi ruhunun sürekli bir soru işareti doğuran kaygıda bırakıcı yapısında ezilecektir. Bu tür ruhlar, hayatın her aşamasında yuhalanmaya, hor görülmeye ve hiçe sayılmaya maruz kalacaklardır. Kendi istemini kendi belirleyen ve her türlü boyun eğmeyi reddedenin ruhu, hafiflemiş ve uçmak için kanatlarını silkelemeye başlamıştır.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bireyler, doğdukları andan itibaren toplum onlara görünmez ağır taşlar yükler ve sırtındaki bu taşlar yüzünden onların asla dik duramayacaklarını umut eder. Milli hafıza, dini duyarlılık ve politik kader adı altında insana yüklenen bu bayatlamış ve modası geçmiş yükler, bireyin kendisi dışında başka her türlü şeyle uğraşmasına sebep olacak ve kişinin asla kendi ruhuna dönmek ve salt tabiatında ruhuyla hakiki bir bütün olmak gibi hedeflerin en yüceleri için ter dökmesini geciktirecek ve hatta belki de önleyecektir. Buna bağlı olarak, toplumun uyumsuz olarak gördüğü kişi, o toplumun ideallerini içinde gizler. Kalabalıklar korkak olmalarıyla ünlüdür. Elinde sopa tutan herhangi biri, onları hizaya sokmada ve boyun eğdirmede hiçbir güçlük çekmez. Nitekim, kral yahut yönetici olmanın su götürmez bir getirisi de, tıpkı Orta Çağ kral portrelerinde yahut firavunların gravürlerinde de gördüğümüz gibi, sağ elde tutulan asadır. Antik Mısır'da "hak" diye tabir edilen ve halk üzerinde firavuna efendilik yetkisi veren asa, İslam'a da Allah'ın bir sıfatı olarak geçmiştir.<br />
<br />
Sadece bireyleri değil ama toplumları da ileriye iten, uçucu ve yakıcı bir yakıt olan şey zıtlıkların ve farklılıkların çarpışmasından doğan fikir ayrılıkları ve karşıt görüşlerdir. Mutlak bir birleme olarak ortaya çıkan dinler bile, bu nedenle, bir süre sonra ister istemez, kendi içlerinde zıtlıklara ihtiyaç duymuştur. İslam Şiayı, Hristiyanlık Ortodoksluğu doğurmuştur. Hegel'in diyalektik dediği bu zıt ve karşıt fikirlerin çatışması, gerçekten de toplumlar için bulunmaz bir nimettir. Zira tıpkı bilimlerin işleyişinde olduğu gibi, her tez bir antiteze ihtiyaç duyar; zira Popper'ın savunduğu gibi, eğer bir fikir çürütülemiyorsa onun doğruluğundan söz edilebilir. Şimdi, iman altyapısından beslenen dini iddia, kendini antitezlere kapattığı için onun doğruluğu büyük bir soru işaretinin gölgesi altında yaşar. Değişmeyeni aramak, inan aklının neredeyse ilk çabalarından biri olarak süregelmiştir. Bunun nedeni, değişimin bir belirsizlik doğurmasıdır ve her hayvanda olduğu gibi insan algısında da, değişmeyeni bulmak, ona sarılmak ve onu savunmak, büyük bir rahatlama, tabiatın ezici ve kaygı verici doğasına karşı "kazan kaldırma"dır. Dini iddia, Sartre'ın felsefesindeki "kötü niyet"i (bad faith) insana aşılar, bu, kaçılınmaz olarak, eşyanın işleyişine ve onun özne yani insanla olan ilişkisine olan bakış açısında gizlediği ve açık açık savunduğu aykırı ve işe yaramaz tutumdur. Değişmeyen her ilke ve prensip, diyalektiği öldürür ve diyalektiğin öldüğü yerde geriye yalnızca çürümeye alışkın bir toplum, sömürülmeye muhtaç bir tebaa kalır. Bu kötü niyet, insanlara hakkı oldukları şeyleri elde etme konusunda geri adım attırır zira din, hakkın kendi tekelinde olduğunu ilan eder ve hakkı eşit bir biçimde dağıtacağını iddia eder. Elbette bunu yapmaz, aksine, niyetini çarpık ve kokuşmuş bir adalet ve eşitlik kisvesi altında sunmaya çalışır, bunun nedeni, her zaman kendisine bir rakip istemesidir. Bu düşman arayışı sonucunda, dini düşünce, kendi çocuklarını yer, onları kendine düşman yapar. Adaletsizlik, adalet iddiasındaki din için sürekli bir esin kaynağı ve var olma imkanıdır. Bu doğrultuda, eşitsizliğin ve her bakımdan insanların hayatını olumsuz etkileyen paradigmanın varlığı, dinin en çok hoşlandığı şey ve ortadan kaldırmakta art niyetli bir tembellik gösterdiği olaylardır.<br />
<br />
Salt akıl, anlamak imkanı bulduğu ölçüde kendini meşru hisseder, düşmanlarını yadsır ve eşyanın zorunluluk prensibini inkar eder. Bunun gibi, her türlü haklı çıkma teşebbüsü, aklın anlamak yolunda yaptığı fedakarlık olarak baki kalır. Bunun sebebi, anlamın yaratılmış şey olması ve dolayısıyla her insan için farklı olan anlamın asla bir haklılık taşıyamayacağı gerçeğidir. Herkesin hür bir biçimde kendi anlamını savunabildiği ve ortaya atabildiği bir ortam, gerçek akılsal düşüncenin doğması için en elverişli ortam olur. Elbette, Marx'ın da belirttiği gibi, günümüz toplumu -hala ve daha fazla- bir ekonomik toplumdur. Bundan önceleri, Orta Çağ zamanında, toplum siyaset toplumu ve ondan önce de toplum mitoloji toplumuydu. Felsefenin bu mitoloji toplumundan çıkmasının sebebi de, su götürmez bir şekilde, bilgisizliğin önünde sonunda bilginin ortaya çıkması için en uygun ortam olmasından kaynaklanır. Bunun gibi, teizm ister istemez ateizmi doğurmuştur. İleride, insanlık teizmi aştığında elbet ateizm bir engel teşkil edecek ve onun karşısına da bir rakip çıkacaktır. Bu diyalektiğin zorunlu bir şartıdır. İyi daha iyiyi doğurur, daha iyi de en iyi doğurur ve bir zaman sonra en iyi, başa dönerek sadece bir iyiye evrilir. Ardından bu süreç tekrar eder.<br />
<br />
Eğer inanç, bir ödül yahut cezayla karşımıza çıkmayacak olsa, insanların ona inanmamasının önünde hiçbir engel kalmamış olur. Altına parasına yatıran adamın altının ilerde değerleneceği üzerine bir inancı vardır ya da bir ilişkiye giren çiftin ileride mutlu bir yuva kuracaklarına dair bir inançları vardır. Bunun gibi, dindarın da, öte dünyada kendi fiziksel zevklerinin tatmin edilmesi yönünde bir inancı bulunur. Allah rızası için yapılan her iş, büyü bir ikiyüzlülüktür, zira dindar Allah'ın rızasını cennete girmek için bir anahtar olduğunu bilir. Eğer iyilik, iyiliğin kendisi için yapılmıyorsa o şey iyilik değil, olsa olsa meşrulaşmış kötülüktür. İyi olmak, istencin bir taktiri de değildir, doğada iyiliğin bir tezahürü yoktur. Hiçbir aslan bir geyiğin yavrularını düşündüğü için o geyiği yemekten vazgeçmez. Dolayısıyla, iyilik, insanın yarattığı bir şey olmakla beraber, kötülüğün en çok hoşuna giden şeydir. Kötü olma imkanı bulunan insan, kendisine iyilik yapılmasını arzular. Bir katil, iyi hal indirimi umar ya da bir hırsız, mal sahibinin muhtaçta olmadığını düşünür. İyilik yapan kimse, toplumun ona taktir edici gözlerle bakmasının peşindedir ve bu nedenle, çoğunluğun müdahil olduğu her türlü iyilik davranışı soylu bir ikiyüzlülüktür.<br />
<br />
- Endülüs<br />
<br />
<br /></div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-34542958602991623822020-04-27T15:23:00.002-07:002020-04-27T15:24:12.775-07:00Uçmayı Özleyen Kuş Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0tZYpPcrLdAajTGT6F0juf2MWwVn-yn3RVnFqbHs1VzQCrPZ0TLO4cqpmebcyh7_oM3o9BdH9FsN1vdY8dT0EKQoregl0IzQhY1k5GZab9KIg18mTzLWKJEKJ-e-PbGJu_vXi3E2QV4Rg/s1600/images+%252844%2529.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="300" data-original-width="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0tZYpPcrLdAajTGT6F0juf2MWwVn-yn3RVnFqbHs1VzQCrPZ0TLO4cqpmebcyh7_oM3o9BdH9FsN1vdY8dT0EKQoregl0IzQhY1k5GZab9KIg18mTzLWKJEKJ-e-PbGJu_vXi3E2QV4Rg/s1600/images+%252844%2529.jpeg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Fiyatı olan her şeyin çok azdır değeri." </div>
<div style="text-align: right;">
-Nietzsche</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
İhtimaller nehri akar insanın içinde, nice fevkalbeşerler akıp gitti bu nehirde. Kırdılar eski levhaları ve tuttular aynaların en berrağını; sonuç ki, kırdı sürüler aynanın onlara yansıttığını. İşte o ayna ki, yansıtır yansımaların en ağırını, yüklenir ruhların en matahını ve de tiksindirir varoluşu, baktırıp ona uyumsuzun ocağını.<br />
<br />
Sanat ve adalet, budur onların ulaşım taşıtı; adaletsizlikten ve anlamsızlıktan bir kaçış arayışı. Halbuki, hayatın ikinci adıdır adaletsizlik ve soyadıdır anlamsızlık, işte budur hayatın içinde ne sakladığı. Kıvanmak için çömelir insan, dizleri uyuşur ve yorulur insan, ne de olsa arar insan, ve ne güzel bir arayış ki bu, hiçbir şey bulamaz insan.<br />
<br />
Yalnızlık ki en korkunç mutluluk; ürperti sarar onu ulaşanın içinde, mantarlar bitiverir ona erişenin dizinde; bulutların çizdiği şekillerde ve sararmış defter güncelerinde, yalnızlığın itibarı ve hoşnutsuzluğu gizlenir en çok bakanın iminde; durup da soluklananın, koşup da ter içinde kalanın ve elbette kaçınırken yakalananın masumiyetinde.<br />
<br />
Sormuştu bir zamanlar kuşlar, "özlem nedir?" diye. Yanıtı gecikmedi ağaçların, "sizin yokluğunuz," diye. Tabiat buluşturdu kuşu ağaca ve gerçekten de var mıdır onların aşkı kadar saf ve berrak olanı? Ve yine tabiat, insanı buluşturdu yalnızlığıyla, "ikiniz birbirinizi hak ediyorsunuz," dedi sonra, "artık her kayboluşunuz bir buluş olsun, eğer bana saygınız varsa hala."<br />
<br />
Sevilmeyi umanın gözleri dikenleşir ve batar en istemediği yere. Acı verir bu batış ve müjdeler acı verici bir kaçış. Sanmasın insan yokluk kendi yokluğu, öyle olsa açık gözler eşlik eder en derinden uyuyuşu.<br />
<br />
Ne de kıt bir maden o başkasının toprağından çıkarılan! Ne de çürümüş bir elma o başkasının ağacından yenen! Ne de solmuş bir çiçek o başkasının bahçesinden koklanan!<br />
<br />
Özlemdir kırıntısını yaşatan, hasrettir anıları kanatan; ne nafile bir teşebbüs, ne hoyrat bir tecessüs, uykudan uyandıran, varlığı yadsıttıran; sevinçlerin en kederlisi ve de tebessümün içerlisi.<br />
<br />
Belirsizlik sormuştu bir keresinde, "var mı ki benden başka dost," diye. Cevap bulamadı kesinlik buna, içerledi ve ağladı bunalımına. "Bak," dedi belirsizlik, "ortaklığımda buluşur deli ve veli; var mı ki benden daha sefili?"<br />
<br />
Bir berceste doğdu ufuktan, karamsar ve hoyrat, meltem gibi gelip geçti heyhat! Kıskandı ayını ve güneşini, ne de güzeldi ziynetleri. Geri dönüş gibi anlamsız ve kurak, öldü şimdi yakınların en yakınında ırak.<br />
<br />
Her gece doğurur güneşini. Kederin en kederlisi, vaat eder bal akan dereleri. Gök ve yer, arasında bulutlar, ne güzel kaçıyor hakikatin varlığında karanlıklar.<br />
<br />
İstem! Boyun bükücü zorunluluk! Ne korkunç bir şeysin sen ve ellerin kanlı!Öldürdüğün hayaletler yatıyor yüzleri kapaklı. Senin ölümün sanma ki uzaklı, hançeri zehirlisi saplanıyor sırtına ve her taraf kalacak kanlı.<br />
<br />
Deliliğin kıyısında yüzer aklın gemileri. Susturur en kuvvetli sürüncemeleri. Bir korku misali kalp çırpıntısı ve ona eşlik eden baş ağrısı! Oysa ki bulur her etki tepkisini, ışık arar gözünü ve alev kovalar közünü. Bir doğuş misali!<br />
<br />
-End.<br />
<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-18550641027781095252020-04-21T15:27:00.001-07:002020-04-21T15:27:51.573-07:00Cehennem<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh74nN4XYTGMPLnK1R2J8qIslz0PZqfizU3J6dFRiKK-Yoy4U1_Kyvbhv-vMrdSfDjYxZnFn7h1_zK0n-9hL1fak_r5zyELjS2XLCtDF0icaYA3SB_tXKm_O9_6HKM9-LowpocHsSEcNm0m/s1600/2345432-XHVPMFBS-6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="507" data-original-width="375" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh74nN4XYTGMPLnK1R2J8qIslz0PZqfizU3J6dFRiKK-Yoy4U1_Kyvbhv-vMrdSfDjYxZnFn7h1_zK0n-9hL1fak_r5zyELjS2XLCtDF0icaYA3SB_tXKm_O9_6HKM9-LowpocHsSEcNm0m/s320/2345432-XHVPMFBS-6.jpg" width="236" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"En iyi şey bile hala aşılması gerekendir."</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
Nedir en yükseğe çıkanı daha da iten yukarıya? Ayaklar mıdır zirveye çıkarken yorulan yoksa zihin mi? Neyi arar sahi insan yükseklerde eğer bırakmayacaksa kendini zirveden aşağıya, boşluğa? Ölümün tatlısı mıdır bekleyen onu yere çakılışında, yoksa uçmak hayali midir onun ölümü? Sahiden, niye hayal eder ki insan imkansızı ve yer bitirir kendini ona her ulaşamayışında? Nerede gizleniyor hücremin anahtarı; kim kaçırdı onu benden? Yoksa ben miyim onun varlığını hayal eden?<br />
<br />
Neyi arar insan bir ömür boyu ve sıkılır bundan? Niye kaçıyor hakikat onu kovalayandan? Çıksam da derimin dışından, olsam onunla bir bütün; acı veriyor her bir nefes onun yokluğunda. Kandırmalı mı kendini, yoksa uykuya mı teslim olmalı? Soğuk akan nehirde balık mı avlamalı, yoksa nehrin sıcağında bir balık mı olmalı?<br />
<br />
Kin ve nefret niye doğuyor sakat biçimde ve köle ediyor sevgi ve saygıyı kendine? Güzel sözler hep mi yanlış anlaşılmak zorunda, halbuki çirkin sözler buluyor yerini hemen kulaklarda. Yadsımakla kurtulur muyum varlığın üzerime bakan gözlerinden, seyrediyor beni en kuytu köşelerden. Niye yaşadım bu eziyeti diye sorar ihtiyarlar, niye doğdum bu eziyete diye sormazken çocuklar. "Hakikat şudur ki" diye söze başlayanın ahmaklığı çürütüyor zihinleri. Öğrendiler rüyalar için uyumayı ve yaşarken ölüme teslim olmayı. Bu anlamsız ve absürt varoluş neyi gizliyor kendinde de, bulamıyor hiçbir kimse ona çare?<br />
<br />
Acılar değil midir yakıtı ilhamın? Var mıdır mutlu bir şair ve yazar, söz etsin kelebeklerin güzel uçuşundan ve saklanışından şeytanın karanlıkta. Halbuki, anlatmaz mı sanat hayatın acı ve ıstırabını?<br />
<br />
Sahiden var mıdır yaşamak dışında insanın meşguliyeti? Uzaklaşmak sinek vızıltısından ve bulmak sessizliği ağaç gölgelerinde, bu değil midir idrak edenin doğuşunu haklı sayışı kendine?<br />
<br />
İkiye ayrıldı varoluşun kendisi: İlki söyledi bağırtılar içinde, "karış diğerlerine ve haklı görsünler senin hala yaşamanı," diğeri de fısıldadı en nazik biçimde, "uzak dur onlardan ve gör böylece haklı, hala yaşamanı."<br />
<br />
Hayat yetmedi onlara ve uydurdular ötedünyaları. Biliyorlardı iyi olamayacaklarını ve gördüler kendilerinde ölümün yansısını. Şu an dışında var mı ki ölümün ulaşamayacağı?<br />
<br />
Ölümünü sevenden var mıdır başka iyi? Açgözlülüğünü öldürdü o ve sevdi yaşamını. Zira cehennemdir başkaları.<br />
<br />
Ne diye saydılar kendilerini iyi veya kötü? Kim bilebilir şudur iyi veya kötü? Geleceği müjdeleyendir iyi ve sıyrılmak ister faydasız iyiliklerden ve der ki: "Sevin kendinizi, aksi halde bulacaksınız hiç kimse, seven sizi."<br />
<br />
Çürümeyen et hayal edip de doyurdular karınlarını. Bir hayaldir bu halbuki! Başını okşamak değil midir koyunun, inkar edişimiz etle karın doyurmanın iğrençliğini? İşte bunun gibi, okşamalı yaşamın başını ki, görelim hala haklı, ondan kopardığımız lezzetli parçaların kaygı verişini.<br />
<br />
İleriye gitmektir varoluşun amacı; ama öğrendi ahmaklar gerilere bakıp duraklamayı. Yaşamın kazdığı çukurlara düşüp de, hala bilemediler geriye bakarken yürümenin aptallığını.<br />
<br />
Teslim oldular gökten inen fısıltıya ve unuttular göğe bakıp fısıldamayı. O fısıltı ki, duymasın kimse diye, içerir alaycı bir tebessüm ve niraların en ağırını. Uzak diyarlar ettiler hayal, şaşırdılar sonra, nereden geliyor yaşam önüne katıp da sel?<br />
<br />
Bak da gör içindeki hakikiliği. Kim var ki insan için bir yardım eli? Uyuşmuş kollar uzanır sadece en yakınlardan ve uzaktan gelenler de koparmak peşindedirler bir parça. Nerede görülmüş koyun ve kurdun dostluğu; eğer dönmediyse kurt bir köpeğe ve zımparalamadıysa eğer dişlerini? Kurtluğundan utandırdılar kurdu ve çevirdiler onu bir köpeğe. İşte toplum da başını okşar içinizdeki kurdun ve çevirir sizi bir köpeğe.<br />
<br />
-End.<br />
<br />
<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-82332825672797185952020-04-19T07:09:00.002-07:002020-04-19T07:14:02.155-07:00Hayali Gerçeklik<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZNV-zjexctRCyjmRmsA9X9aVdYKF5ybueXgdhGLW8r5NPDgVAaS8-_2HcNhvsc4gIF8ecjQgbG1Jx2B-htsMZuunbFfS3STDkaRj6E5BZipIUOEMUoJfr4eufgormlkpFCgzSp2tZ3UOC/s1600/images+%252842%2529.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="640" data-original-width="480" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZNV-zjexctRCyjmRmsA9X9aVdYKF5ybueXgdhGLW8r5NPDgVAaS8-_2HcNhvsc4gIF8ecjQgbG1Jx2B-htsMZuunbFfS3STDkaRj6E5BZipIUOEMUoJfr4eufgormlkpFCgzSp2tZ3UOC/s320/images+%252842%2529.jpeg" width="240" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Çocuğun gerçek adını kim koyacak?"</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
"Hadi bir kuş hayal et," der düşüncenin tözü; "görmedi ki gözlerim kuşu hiç," diye cevaplar deneyim tözü, "duydum sadece onun adını ve uzaklardan duydum sesini." Sürekli kavga halindedirler ikisi. "Bak ben yaratmakta olanım," der düşüncenin tözü; "sen ise uyduruyorsun sadece bildiklerini. Halbuki, gören olmakla niteliyorsun kendini, ben ise düşünerek görüyorum kendimi. Sırtlan da gözlerini çık bakalım hakikat dağına, ayakların yorulur ve tenin üşür için için, ince ve saydamdır çünki. Ne var ki, deneyimine sığmaz hakikatin kendisi. Batırırsın sen onu balçığa ve tiksinir ellerin onu kayganlığına. Yaşıyorum ben onu halbuki, ellerim yoktur benim ve doğururum yavru hakikati."<br />
<br />
İşte böyle der düşüncenin tözü, "koyul ardıma da birlikte geçelim şu anın köprüsünden, yoklukta ıslanalım ve şüphe duyalım her şeyden. Değil mi ki, yaratışlarım köle ediyor seni? Altından prangalar hediye ederim sana ve izlerim bileklerini dişleyişini."<br />
<br />
"Yokluktan alıyorsun sen bildiklerini," diye sitem eder deneyim tözü, "ben beslerim seni ve nasıl ihanet edersin bana? Sırtlanlar bile sever onları doğuranları halbuki. Bak, güneş ısıtıyor tenimi."<br />
<br />
"Peki," diye sorar düşünce tözü, "yükselip dokundun da mı güneşe, anıyorsun onun adını bile bile? Apaçık bir sanrı içindesin sen, bilmek görmek değildir halbuki. Gözler, eşyanın ön yüzünden başka neyi görebilir ki?"<br />
<br />
Kızar deneyim tözü ve kaldırır ellerini, "güneşi gören gözlerim olmasa, nasıl ısıtacak ki güneş beni? Ya alay ediyorsun benimle, ya da kaçışındır kurtuluş gölgelere."<br />
<br />
"Yolun ortasında buluşalım," diye devam eder düşüncenin tözü, "sıkıyorsun canımı ve anlamıyorsun beni; kulaklarını mı tıkadın yine ya da sevemiyor musun doğruyu söyleyeni? İşte sana diyorum ki: benim seni ısıtan, güneş değil; benim seni kandıran şeytan değil ve yine tekrarlıyorum ki: gözlerin görmez karşındakini, eğer yaratmasam karşındakini."<br />
<br />
"Anlamıyorum," der deneyim tözü ve isyan eder: "nereden öğrendin bu kadar şey söyleyip de hiçbir şey söylememeyi? Oysa ki ben kulaklarımla işitir ve görürüm gözbebeklerimle, tenim ısıtır kemiklerimi ve ulaşırım bilgiye böylece."<br />
<br />
"O zaman haydin çık dağın zirvesine ve de gör dağın içini," diye cevaplar düşünce tözü, "bildiğin dağı anlayamazsın halbuki. Öğretiyorum sana gözsüz görmeyi ve işitmeyi kulaksız. Şimdi, isyanın kime ey insafsız?"<br />
Susmuştur deneyimin tözü, bırakır kendini yokluğa, içi geçmiştir ve kamışmıştır gözleri. Oysa susmaz ağzı düşünce tözünün ve alay eder onun uykusuyla: "Ellerin olmadan işlediğin bir günah var mı; yoksa günahların mı işliyor seni? Bak, ne de güzel kapandı gözlerin uykunda, benim uyuduğumu kim görmüş halbuki? Senin algıların değildir gerçek; oysa benimdir gerçeği yaratmakla mükellef, ve de ne güzelimdir ki, boğarım kendi uydurduğum gerçekle seni. Haydi! Islattım kanatlarını ve uçmanı istiyorum senden, fakat sanma ki sakın, gülmüyorum bunu izlerken."<br />
<br />
-End.<br />
<br />
<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-38105635251016270202020-04-18T07:50:00.001-07:002020-04-18T07:50:55.659-07:00Yüzmeyi Bilmeyenler Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgA8e3TaeswNprdxr_2x9STzZju6GTeeAE7qV1IMLIBkHti9zmwpkCA-dOKSWwVG98yWah7NWAqdvk4SCNmftOucyL5VlvYYgpJaQri7jePk0w4Ywh7Qq0Q-4uzLNfO_ZBzCIqHIjL4GhxD/s1600/images+%252841%2529.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="584" data-original-width="500" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgA8e3TaeswNprdxr_2x9STzZju6GTeeAE7qV1IMLIBkHti9zmwpkCA-dOKSWwVG98yWah7NWAqdvk4SCNmftOucyL5VlvYYgpJaQri7jePk0w4Ywh7Qq0Q-4uzLNfO_ZBzCIqHIjL4GhxD/s320/images+%252841%2529.jpeg" width="273" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: right;">
"Yalnızlığına kaç dostum."</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
<br />
Günah denizinde tuttular nefeslerini ve unuttular nasıl nefes alınır karaya çıkıldığında. Yaşam kolay gelmiyor onlara artık; "kulağımdan tutsa da yıldızlar kesseler ayaklarımı topraktan," diye sayıklıyorlar birbirlerine. Tavşan gibi üreyip yiyorlar kendi çocuklarını. Çocuklarına duydukları sevgi bile aynaya bakışlarında gizleniyor: "ne güzel de yaptım bir çocuk ve kurtuldum yaşamın yükünden artık."<br />
<br />
Abartışları düğümlüyor ses tellerini. Halbuki yoktur kulağa hoş gelen müzikte abartı ve kesif kokusu. Dün de aynıydılar ve yarın da aynı olacaklar; çıkarları için şu anı satıyorlar. İflas eşiğindeler halbuki, öğrettiler cehaletin en zor öğrenilenini ve ağır bir tasmayla mıhladılar güzel düşünceleri. Kabul edemezler artık yarattıkları gerçeğini, kendi kuyruğu peşinde dönen köpek gibi; ya da kendi yansımasından korkan kedi gibi, öğrendiler ufak dünyalarda korkuyu ve titremeyi. Doğru sözler ağır geliyor sırtlarına, kıvanamıyorlar ağır hakikati yerden, bu yüzdendir ki öğrendiler doğru sözleri ve hakikati yerde sürüklemeyi.<br />
<br />
Ne vardır ki insanın içinde boşluktan başka? Nefret ve tiksintiyle yağlanmış o güzel boşluk; doğuruyor işte fikirlerini. Veciz sözleri ezberlemekten alıkoyamıyorlar kendilerini. Yorgun tinlerini serinletmek için atlıyorlar volkanların ağzından ve sığınıyorlar hayal arkadaşlarına; "yakma, yakma bizi."<br />
<br />
Ufaklıklarından beri geri gitmeyi marifet sanıp, çevirdiler gözlerini ufuk çizgisinden. Halbuki bilmeli insan, ufuk çizgisi hedefi olanın döneceği yerdir kendisi. Büyük soru işaretleri çizdiler kumlara ve izin vermediler gelgitin onu silmesini. Bir uyurgezer gibi yürüyorlar birbirleri arasında ve çarpışıyorlar farkına varmadan ve bir de hiç utanmıyorlarmış gibi, "aşık oldum," diyorlar, "ne güzel de çizdi kader çizgimizi."<br />
<br />
Onların kan içicilikleri koruyor heyulaları ve hortlakları. "Yeni uyandım," diyor hortlak, "bırak da biraz daha uyuyayım." Merhametin bile kirlettiler adını. Dediler ki, "güçlü duymalı merhametin en güzelini ki zayıflar için gerek kalmasın buna." Zayıf hissettiler kendilerini ve zayıf olmaya zorladılar diğerlerini; tıpkı yüzmeyi bilmeyip yüzenin ayağından tutmak gibi. Donmuş tinlerde ararlar mutluluğu ve sağlam bir darbeyle kırmaya çalışırlar buz tutmuş yüzeylerini; istencin bu en kara bahtlısını kavrıyor balta ve uzaklara fırlatıyor halbuki. Ardından, öğrettiler açık gözlerle hayal etmeyi. Çünkü şaşırıyorlar uyanık olanlara ve hayalleri sanrı niteleyenlere. "Bak," diyorlar, "ne kadar da güzel gözüküyor her şey kapattığında gözlerini."<br />
<br />
Varlık tiksintiyle bakıyor kendine artık ve diyor ki, "yokluk olsaydım da sebep olmasaydım bunların doğuşuna." Zamanda akıyorlar ve öldüklerini sanıyorlar, zamanı öldürüyorlar halbuki. Öğrettiler duman solumayı ve kirletmeyi ciğerleri. Bu nedenle ısınıyor yüzleri, oysa ateşin başında oturan biraz da sırtını düşünmeli.<br />
<br />
Ne güzel de eğiyorlar boyunlarını kendi yaptıkları alçak kapılardan geçerken. Büyük kapılar yapma şansları da vardı halbuki; bir de, farkında değiller hala bu şanslarının olduğundan. Kof fındıklardan tadıyorlar ve sövüyorlar onu veren ağaca. O ağacı da onlar dikti halbuki.<br />
<br />
Hakikatin ayağına bir taş bağladılar ve attılar kendi içlerine. İnliyor hakikat orada şimdi, "bu beyinlerdir benim hapishanem ve kusarım onların her güzel kokusuna." Gerçekten de, nasıl yemiyorlar kafayı şu varoluşa bakıp; nasıl da bulmuşlar huzurlu olmayı birbirlerinin bataklıklarında. Bülbüllerin bile uykusunu getirir onlar; çirkin örtmeyi hatırlattılar bülbüllere.<br />
<br />
Zaman akarken kıskanıyor varlık onu, "nasıl da katlanıyorsun ölüm getirmeye ve daha da kötüsü doğumu müjdeletmeye?" Zamansa hiç utanmıyor bundan elbette: "Kilitledim güzelliği resimlere ve çağırırım ölüm meleğini elinde kara bir boyayla. Bundandır akıyor oluşum; öğrendim kötülerle dost olmayı, yoksa susar mıydı uzay, yıldızlarını öldürürken ben?"<br />
<br />
- End.<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-58081646807648380782020-04-16T16:05:00.003-07:002020-04-16T16:05:29.548-07:00Labirent<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgazmRK9VYVQabpIZBqJMbXmeISJX2TTl2_K1AODeMfIY1a_fpX0fwdmxB1Xc5GtSzzEifkD-LXsbe3pOytCONmRQM5BBQ54M_hQ4tYX2LSqnSyWWnOOAnXKU8OGRhnzefRsQUReTsXjofg/s1600/3846d083968465.Y3JvcCwxNDc4LDExNTYsMCwyODU.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="316" data-original-width="404" height="250" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgazmRK9VYVQabpIZBqJMbXmeISJX2TTl2_K1AODeMfIY1a_fpX0fwdmxB1Xc5GtSzzEifkD-LXsbe3pOytCONmRQM5BBQ54M_hQ4tYX2LSqnSyWWnOOAnXKU8OGRhnzefRsQUReTsXjofg/s320/3846d083968465.Y3JvcCwxNDc4LDExNTYsMCwyODU.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: right;">
"Ölme istemi anlamanın ilk işaretidir."</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
Her insan taşır içinde hakikati. Gizler onu en derinlerinde ve korkutur kendini onu her arayışında. Kabuğunda yaşadığımız dünya, nasıl saklar ise en sıcak ve ateşli özünü ve sanırsa insanlar ne kadar da üşüyor dünya, en çok üşüyenin koru yanar en diplerde. Söyleyeyim şimdiden, ısıtamaz ateş sizi; eğer çevirirseniz yüzünüzü ayaza. Yanmaktan korkmayanın vardır aydınlanmakla işi. Işığında yıkanır hakikatin ve yeniden doğuşunda hiç uyumamış gibi uyanır. Rüyalarında görmüştür o geleceği.<br />
<br />
Ey hakikat! Ne kadar da güzel gizleniyorsun gözlerden ve kaçıyorsun seni en çok kovalayanlardan. Seni buldum diyen aynalar odasında cebelleşmiştir anca, oysa aynaları kırıp onların içinden süzülen ve titrek mum ışığında yanıp küllerinden tekrar bedenini yaratanı seviyorsun sen. Gülüyorsun uçuşumuza ve kanatlarımıza sürüyorsun alacalı boyalarını; "hadi çırpın kanatlarınızı ve sökün boyalarınızı kanatlarınızdan," diyorsun alaycı sesinle, "izlemekten zevk alırım sizi ve gözyaşlarım tatlı akıyor sizin çırpınışlarınızda."<br />
<br />
Gözlerinden okurum alaycı tebessümü. Dostluğumuzun nişanesidir seni kovalamayışım. Yorgunluğun zorbalaştırıyor seni; yıldızlarını konak evi yaptın tanrılara ki, yabancı misafirler çalamasın kapılarını. İnsanlardan korudun tanrıları yıllar boyunca. Daha sonra hem sayısını indirdin onların bire hem de kovdun ki yeryüzünde gezinsin diye. Şüphesiz ki şeytanı seversin sen. Yoksa yollar mıydın onu tanrı maskesi giymiş şekilde?<br />
<br />
Ey hakikat! Oğlunu saldın aramıza ve elçini, sevmediler birbirlerini hiç, müridleri de sevemezlerdi birbirlerini. Ayı yaran parmaktan akıttın en güçlü zehri; o zehir ki, kapkara etti beyinleri. Bak şimdi, cıvık cıvık ve kulaklardan akıyor. Çürük kokusu salıyor en sevimli düşünceleri; "düşünmemize ne hacet donmuş hakikati," diyorlar, "biz cehaletimizle biliyoruz kılıçlarımızı."<br />
<br />
Çıkarı yoksa niye yaşar ki insan? Her yaşam bir benciliyet mücadelesi ve kendini avutma teşebbüsüdür eminim ki. Balıkları avlamak için kıramam ben donmuş gölü; yağan karlar boşuna mı yağdı diye sorarım kendime. Bir göl öyle kolay donmuyor bilirim işte. İnsan da kolay cahilleşmiyor; acımak gerek onlara, öğrendiler cehaletlerini kanlı tarihlerinden ve sevdiler onu. Kan kokar onların kitapları. Mürekkebidir o kitabın ki masumların kanı. Kılıç ve gözyaş; haç ve hilal derim eş anlamlılarına ve elbette o sönük yıldız. Gökyüzü inkar etmeli artık sönmüş güneşini ve yarılmış ayını; insanlar da silmeli çizdikleri yıldızı.<br />
<br />
Toprağı kanla beslediler ve yandı mideleri hasatlarından. Şimdi afallıyorlar ve soruyorlar kendilerine: "Neyi yaratsak da tapınsak ona?" diye. İnsan çok sevdi doğurduğunu öldürmeyi ve şimdi de doğuruyorlar ölülerini. "Şu mucizeye de bak," diyorlar ağlamaklı et parçasına, "ne kadar da güzel ağlıyor; istese gülerdi halbuki." Yanılıyorlar elbette çoğu şeyde yanıldıkları gibi.<br />
<br />
Gülmeyi icat ettiler ki, yüzleri her hareketinde kıvanç duysun ve kibrini yansıtsın diye. En çok da ağlanacak hallerine gülüyorum ben onların. Nasıl da alıkoyamıyorlar kendilerini gül kokulu sahte gözyaşlarından. Birbirlerine benzeme uğraşındalar, taşlar bile kendilerine yakıştıramazken bunu. En büyük hataları da şu ki: Alaycı tebessümün inşa ettiği labirentte çıkış kapısı var sandılar; halbuki kaybolmanın kendisinde gizlidir arıyor oluşumuz ve bulacağımız tek şey de olacak en bariz olan.<br />
<br />
-End.Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-69000087561013385252020-04-16T04:07:00.000-07:002020-04-16T04:07:37.162-07:00Gizleyen Bulutlar Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbJE0DccHkVQxwvt_F0A7_vZM-lpzj-t7qnKm4AuOV86ZIQ_CJthfDoy0-w9AeZ_20SWuTFt5py3EUPeRuWyepbx1rKiFKZUF0E4_LyV_3hFYsYUefc-Y0kWzhNHAqZJoZyfaYIk8rOg_G/s1600/photo-of-foggy-mountain-top.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="800" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbJE0DccHkVQxwvt_F0A7_vZM-lpzj-t7qnKm4AuOV86ZIQ_CJthfDoy0-w9AeZ_20SWuTFt5py3EUPeRuWyepbx1rKiFKZUF0E4_LyV_3hFYsYUefc-Y0kWzhNHAqZJoZyfaYIk8rOg_G/s320/photo-of-foggy-mountain-top.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Tanrıyı güzelliği gizler."<a name='more'></a></div>
<div>
<br /></div>
"Buldum," der en zayıf olan ve sarılır tahtaları çürümüş köprüsüne, "bak," der, "mutluluğumda ne güzel de alçalıyorum, uçmama gerek kalmadı artık." Yanlış anlaşılmak korkusudur hakikatin en dirençli düşmanı ve katili, halbuki nerede görülmüş rüzgarını sevmeyen kuş ve nerede görülmüş akıntısını sevmeyen balık?<div>
<br /></div>
<div>
Ya da geceleyin ufak kanatlarını çırpıştıran ateşböceği, korkuyor mu o karanlıktan?</div>
<div>
Ya da en kaygan zeminde dans eden buz patenisti, tedirgin oluyor mu o ayaklarının altındaki buzdan?</div>
<div>
Ya da hörgücünde yağını toplayan deve, kaygılanıyor mu o açlıktan?</div>
<div>
Halbuki insanlar korkuyor hakikatlerinden ve gizleniyorlar güneşin altında. "Git," diyorlar zihin imgelerinde sövüp durarak, "uzaklaş benden de bulantım kusuşumu müjdelemesin sakın."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Eriyik gümüşle ıslandı ağızları hakikat aşıklarının, derileri kurudu ateşin gölgesinde ve sürünün melemeleri yırrtı kulak zarlarını. Utanç bile duymuyorlar geçmişteki kötülüklerinden, aksine bugün çok mutlular kötülüklerinden. Parçaladılar şarap fıçılarını ve kanla doldurdular ardından ve dediler ki, "biz kan içiciyiz, sevmez midemiz tatlı şarabı."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Sonra öldürdüler o güzelim hakikati; hiç acımadan, gözlerini bile kırpmadan. "Uykumuzda mutluyuz biz," dediler, "git de başkalarını uyandır sen. Bak ne güzel rüyalar görüyoruz; güzel kızlar ve bal dereleri akıyor rüyalarımızda, şeytanını da al uzaklaş buradan."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Şeytanları gözlüyor onları en karanlık köşelerde. "Ne güzel de kandırıyorum ahmakları," diyor, "tanrı gurur duyacak benimle artık. O değil miydi zaten bana süre veren ve alçalışımdan sonra ardımdan su döken? Alçakgönüllü bir şeytanım ben artık."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Halbuki şeytan da sıkılır günahlarından. "Biraz da kendini sevenlere bulaşayım," der, "sıkıldım kendilerini aşağı görenlerden ve bundan haz alanlardan. Anlamıyorlar onlar beni artık." Şeytanın da vardır bir ölümü; cehaletin mezarı kazılınca ölür şeytan.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Gizler bulutlar dağın zirvesini. Donmuştur zirvenin kendisi ve ak bir parıltıyla parıldar kendi kendisine. Dağın eteklerinde uzanır gider üzüm bahçeli vadiler ve en tatlı suyun aktığı dereler. Halbuki yaşayamaz münzevi orada; "midemi yırtar suyun tatlısı benim ve sevemem üzümleri eğer çürümekten korkmuyorlarsa hiç." Zirveye çıkmadan önce bulutlarda kaybolur ve göremez hiçbir şeyi. Eğer korksaydı puslu ve sisli havadan geri dönerdi elbet ahmakların toprağına; ama çıkışında bulur zirveyi ki, ölümünü haklı görebilsin. Tanrılaşmıştır onun kötülüğü artık. Şeytanı demiştir ki onun: "üşüyorum dağın bu kadar yükseğinde, gideyim de sıcak tinlerde bulayım ateşimi."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yalnızdır o münzevi bilge artık. Sert rüzgarlar eser yüreğinde ve etrafında. "Bir zamanlar," der kendisine, "nasıl yaşıyordum ahmakların arasında mutlu mutlu. Şimdiyse izliyorum onları ve bulantım artıyor her bakışımda. Ufaklıkları benim yüksekliğimden de değil halbuki. Onların ufaklıkları bulutlardan korkmalarındadır."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-End.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-48401090382094780332020-04-15T09:48:00.000-07:002020-04-15T09:48:24.549-07:00Yakınlaşırken Uzaklaşan Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmFskDK9RzEKttmgWIciDAvA7-uTAXKmd0_2AKDkAxNUaQby0CwOmlyZbT5fYTlFZEATKxMhMFbLDWnddrCi4ZnuTZ7duge6xjV3OPKUX4_Ie2g_t2dptQZZheHCck220QIyMSlwi8Ltjv/s1600/meaningful-paintings-829.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="569" data-original-width="500" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmFskDK9RzEKttmgWIciDAvA7-uTAXKmd0_2AKDkAxNUaQby0CwOmlyZbT5fYTlFZEATKxMhMFbLDWnddrCi4ZnuTZ7duge6xjV3OPKUX4_Ie2g_t2dptQZZheHCck220QIyMSlwi8Ltjv/s320/meaningful-paintings-829.jpg" width="281" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: right;">
"İnsan aşılması gereken bir şeydir: İşte bu yüzden sevmelisin erdemlerini - çünkü onlarda yok olacaksın."</div>
<a name='more'></a></div>
<div>
<br /></div>
Tutsaklara prangalarını işaret eden özgür adama tutsakların ilk cevabı şu olur: "senin prangan nerede? Kesin sen bizimle dalga geçiyorsun." Ya da prangalarını güzel bir renge boyarlar ve şunu derler: "İşte benim prangam diğerlerinden daha güzel." Oysa, en güzel elma bile çürüyünce yenmezse, tutsaklığın en güzeli de tatsız ve koyudur. Pençesine uzun bir ip bağlanan kuş da uçtuğunu sanır ve "ben özgürüm," der. Çobanlar da "buradan çıkma," der, "bak buradaki otlar ne kadar da lezzeti duruyor." Koyunlar da güzel bir melemeyle zevk çığlıkları atarlar. Kurta dost olunacağını bilen koyunsa bir adım atar sürüden dışarı. Hakikat kurdu, vahşidir evet, ama dost olmanın ne demek olduğunu bilen bir koyunsanız eğer, sivri dişlerden kaçmayı da bilirsiniz; ya da kendi dişlerinizi sivriltirsiniz.<div>
<br /></div>
<div>
Kuşlar gülmeyi en iyi becerenlerdir; yoksa nasıl onların tüyleriyle gıdıklanırdı ki insan? Hoş bir gülmeyle güldürüyor bizi hakikat. "Bak," diyor, "ahmaklardan kurtardım seni. Şimdi hapissin kendi kendinde. Sevin işte!"</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uçurumun üstüne örülmüş bir köprüdür hakikat: AN derim ben ona. Sürekli akan bir nehirdir o; durduğunu gören olmamıştır onun. Yarın nasıl akacak diye düşünülemez, dün nasıl aktı diye de. Karanlık basıyor ve güneş doğuyor diye zaman mı değişirmiş? Geçmişin ve geleceğin toplamı anda gizlidir ve ondan doğup, ona döner.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
"Her zaman buradaydım ve her zaman burada olacağımdır" hakikat sözü; zira yoktur her zamandan içeri ve dışarı olan, andır işte o her zaman. Yeni düşen cemrelerin kokusunda ve güneşi gizleyen bulutların mavisinde gizlidir. Hakikat ki, epey gizlenir, sever bunu ve alçalmak istemez; "kaçıyorum sizden," der arkasına bakarak, "ayak izlerimde diz çökün ve arayışınızda kusun en tatlı fikirlerinizi."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Öyle ki, medcezir siler ayak izlerini. Kimbilir kaç kişi bastı toprağıma diye düşünmez dünya, unutmak ister bu gizi ve güneşine bakar usulca; "Dönüyorum etrafında ama sanma ki istediğimden yapıyorum bunu." İşte insan da bilmez neden döndüğünü, uydurmuştur o hakikatleri ve erdemlerini; katlanamayacağı bir ana varınca da unutmak ister usulca ve der ki, "uçamıyorum artık, günahlarımda ıslandı kanatlarım."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Haziran güneşi gibidir istenç de; ısındıkça sersemletir, uyuşturur ve alıkoyar. İpte dengede durmayı yalnızca cambazların bilmesi gibi, istenç de denge ister, "deli" der veya "kopuk", hiç olmazsa "öteki" der, "bana ulaş ki, kendi alçalışımda boğulmayayım." Körlüğe tedavisi olduğunu söyler ve sağırlığı gösterir. "Hadin ikiniz eğlenin beraber de zevk alayım bundan. Gerçekten de ne güzel ahmakların birbirlerinde boğuluşu. Derin nefeslerindeki tuzlu suyla yanıyor bedenleri ve etraflarında yüzen balıklara hayranlıkla bakıyorlar. Hepsini ben kurdum ve tek kazançlı çıkan da benim şüphesiz ki."</div>
<div>
<br /></div>
<div>
"Çok yakınlaştın," der puslu gerçeklik, "az kalsın yakalıyordun beni ak sakalımdan; ama sanma sakın göreceksin beni, çünkü isteseydim görünmek, önce karanlığı değil ışığı yaratırdım." Onun alaya vuruşu gizliyor tüm hakikatleri, ona ulaşan kişi bilemez yolun nereye varacağını, zira sinekler çürük etten de haz alırlar doyumsuzca ve sanırlar hakikati bulduklarını.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-End</div>
<div>
<br /></div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-508860767668649842020-04-15T06:58:00.002-07:002020-04-15T06:58:28.111-07:00Karanlıktaki Renkler Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3JNevTKSkQ4QHdqvPGzmBMU47uwNROsDol8lcBn68kdFvPy6sVPO7OKRq94-ZZ38Vm2jc46IZWxja-OeQHbi7TVRZKDMEIdHoIQGlijDuDcqHuS8yhfinL6jjWhG4RTLHs3336Wa92LwD/s1600/thought-provoking-paintings-pawel-kuczynski-3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="550" data-original-width="780" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3JNevTKSkQ4QHdqvPGzmBMU47uwNROsDol8lcBn68kdFvPy6sVPO7OKRq94-ZZ38Vm2jc46IZWxja-OeQHbi7TVRZKDMEIdHoIQGlijDuDcqHuS8yhfinL6jjWhG4RTLHs3336Wa92LwD/s320/thought-provoking-paintings-pawel-kuczynski-3.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Tek istediğim biraz kesinlik, hepsi bu."</div>
<div style="text-align: right;">
</div>
<a name='more'></a><br /><br />
Anlayan kişinin kimi vardır ki suçlayabileceği, kendinden başka? Derin bir nefeste gizlidir yaşamın hakikati. Kovaladığın şey kaçışından zevk alır ve asla yakalanmaz. Kovalamamalı lazım hayatı, bırakın kaçsın. Karşıma çıkan her şey bendedir zaten. Kendimde değilse de, halisünasyon görüyorumdur. Gözler sever oyun oynamayı.<br />
<br />
Olmuş her şey olduğuna göre, olma ihtimali olan her şey de zaten olmuştur. İlk yoktur aslında, tekrarın bir diğer adıdır başlangıç. Koyulan hedeflere bir bakın, ne kadar fuzuli ve ne kadar gereksiz hepsi. Müziklerin en güzeli saklıdır kalp atışında; kulaklar sadece yalan duyarlar halbuki.<br />
<br />
Dönüşmektir insanın amacı, her şeyden yükselip hiçlikte yıkanmak ve en sonunda bir geri bakışla görmek tüm varlığını. Ürperti ve tiksintiyle belki de; ve hatta kaygıyla ve özlemle. Budur ki hayat; yaşayanlar ve yaşamışlar için. Duraksadığında soluk alma şansı olur insanın. Koşuşunu büyütüyor halbuki, hiçbir yol koşmaya değmez.<br />
<br />
Dur ve soluklan demeli insan kendine, eğer seviyorsa ciğerlerini. Gerçekten de, kim seviyor ki ciğerlerini ve kalibini ve beynini? Çöp öğütüyoruz beynimizde sürekli, pis kokularıysa salıyoruz ağzımızdan, yakışmaz çünkü kötü laflar dilde konaklamaya. Oysa güzel sözler dinlenir dilde ve kendilerini izlerler dişlerin yansımasında. Budur nedeni susanın suskunluğu.<br />
<br />
Aynaya baktığını sanıyor insan, halbuki ayna bakıyor ona. Aynada göremez kendini, bu nedenle dili dışarıda koşturuyor diğerlerinin peşinde. Ne büyük bir kayıp! Gitse de gölün berraklığında arasa ya yansımasını. Bu da yanlış! Gölün derinliği gizlenir insanın kırışıklı suratının yansımasında. İşte bilmeli ki insan, kendini gördüğü yerde en çok yabancısıdır kendinin, derinliğine bakan, boğulacaktır orada.<br />
<br />
Kim çıkmış ki derisinin dışına da görmüş pırıldayan hakikati. Hakikati arayan bakar karanlığa, çünkü tüm renkler aynıdır karanlıkta. Renkler güzel olsa ışığa duyarlar mıydı ihtiyaç? Karanlıkta yıkanan kırmızı özler yalnızlığını ve göreni olmadığı için bilir kendisini.<br />
<br />
Çiçeği kokluyorsun da, çiçek hoşlanıyor mu koklanmaktan? Bu nedenle korkmalı insan kendinden, zira sakladığı güzelliklerde yok olacak ve yeniden doğuşunda arı, pür ve dupduru uyanacak. Şelalede yıkanıp da yağmur yağıyor sanacak. Ufuk çizgisinde güneşler doğuyor ve batıyor, ilhamlar doğuyor ve ölüyor, değişmeyen tek şey iste, insanın içinde ve en derininde; gizlediği ve bulmaktan korktuğu hazinesi yatıyor içinde, çürümez o da, çünkü o üretti onu ve sevdi en güzel biçimde. Gun ışığına çıktığında gördüğü manzalar içinde yankılanır ki, o içindeki im hapsetsin manzaranın güzelliğini.<br />
<br />
Ne mutlu ki o hiç doğmamış olana. Binaenaleyh, ne de mutlu ki o çok doğmuş olana. Hala doğuyor o, görüyor, hissediyor, seviyor ve anlıyor. Kaçışında bulacak kendisini. Bırakın desinler ona deli. Ya deliler haklıysa da biz yanlışsak diye sormuş mu ki onlar hiç? Bilmezler soğuk rüzgarlarda ısınmayı ve duyamazlar çalan şarkıyı. Bırakın dans edenleri kötülesinler.<br />
<br />
- End.Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-91214421911015801252020-04-15T04:39:00.000-07:002020-04-15T04:49:02.949-07:00Saklanan Bulutlar Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxYBlx8RE6umzeEV9_Z2CjsJeE1NsMddDUs0apNkFKxJjfFfJtav6aTjKDjoGQ5ZVJtMvveucFP8kaL5-0Xd1G6jQt_xVgjyWu5nF8oFLA9W8GumHCJfaD3p4oyXr0vd_lZQYBrQqAU4rC/s1600/48186011-blue-sky-is-cloudless-clear-sky.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="300" data-original-width="450" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxYBlx8RE6umzeEV9_Z2CjsJeE1NsMddDUs0apNkFKxJjfFfJtav6aTjKDjoGQ5ZVJtMvveucFP8kaL5-0Xd1G6jQt_xVgjyWu5nF8oFLA9W8GumHCJfaD3p4oyXr0vd_lZQYBrQqAU4rC/s320/48186011-blue-sky-is-cloudless-clear-sky.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Zaten bana ait olmayan ne çıkabilir ki artık karşıma?"</div>
<div style="text-align: right;">
</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
<br />
Yalnızlığını öldürdünüz dünyanın. Varsa eğer bir tanrı, cezalandırmalı sizi bunun için. Kestiniz ağaçları ve mürekkebinizle lekelediniz onların cesetlerini. Dünyadan duyduğunuz nefret, özdeyişlerinizde ve melodilerinizde yankılanıyor; ne var ki, yine de taptınız ona. Yaşlanınca terk ettiğiniz eşekler gibi, kendinizi de ittiniz uçurumun kıyısından. Düşüyorsunuz ve uçtuğunuzu sanıyorsunuz. Halbuki uçurum gülüyor size, "biraz daha mutlu ol," diyor, "ve lütfen bağır yukarıda atlamaktan sakınan diğerlerine, korkacak bir şey yok diye."<br />
<br />
Acı duyma şansınız olduğu için mi acı duyuyorsunuz yoksa siz mi yarattınız acılarınızı? Varlığı dışında başka bir şeyi olan kimdir ki, çıksın da inlesin içindeki hakikati. Elbet pürüzlü diliyle yalan söylemeye alışkındır o, şüphesiz ki doğruları yutup, yalan sıçar ahmakların hepsi.<br />
<br />
Şu da var ki, hikayesini yazar her bir kişi. Kalemi tutmayı öğrendiği gün isyan etmiştir tüm doğrulara."Yazmaya başladım işte," demiştir, "kim kaldı ki öğretecek bana bilmediğimi." Ne de bayattır onların cümleleri, sessizliğin yüceliği anlaşılıyor onların her bir konuşuşunda. Hakikatten, onlarla yaşayan kimse daha yalnızdır kendi başına yalnız olduğundan.<br />
<br />
Kim kötülük edebilir ki onlara kendilerinden başka? Şeytan bile kıskanıyordur onları, "ne gerek var bana burada," diyordur, "cehalettir benim en büyük rakibim. Akıllılara ihtiyacım var benim, kendimi aşmak ve yokken var olmak için. Bu yüzden severim tanrıyı, oyun oynamasını biliyor çünkü. Gerçekten de, çok severim ben tanrıyı."<br />
<br />
Tanrı kılığına girip gelen şeytanı kim suçlayabilir? Tanrı şeytan kılığındadır halbuki. "Bak," der tanrı gülümseyip kocaman, "tanrı oldum şimdi ve ne de güzel gülüyorum, değil mi? Halbuki kızıyorum şimdi ve kaşlarım çatık, al işte, şeytan oluverdim şimdi."<br />
<br />
Bulmacayı çözmek için bulmacayı hazırlayanı bilmek gerekir diye inanıyorsunuz. Budur ahmaklığınız sizin, yıldızlardan haz almak yerine onları oraya koyanı kovalıyorsunuz. Halbuki yıldızlar gülüyor size ve kahkahaları yok ediyor onları. Yağan yıldız tozlarında boğulacaksınız iyi ki, ağzını açıp göklere, inliyorsunuz içinizdeki sessizliği. Konuşacak bir şeyiniz olsa zaten konuşmazdınız hiç. Hayvanların konuşamadıklarını mı sanıyorsunuz? Halbuki sizin boş laflarınıza bakıp gülüyorlar ve "biz böyle mutluyuz," diyorlar içlerinden, "bu ahmakları izlemek daha keyifli."<br />
<br />
- End.Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-8828382471066663152020-04-15T04:14:00.002-07:002020-04-15T04:14:29.880-07:00Bataklığını Seven Kurbağa Üzerine<div style="text-align: right;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTXewTutmdF4gRP02676pbQAJ0D0ysKe1fPxHm0CZXh5d7PcMve8FQeHulu8fdUXXwPaTTyTIkMNOx9S5poz8OOL27YIYr_-AhGDPLyd85sUF_xA1nwprJ1lPCToc4WMuSET34nYY2KQrC/s1600/180629-Ross-loneliness-tease_twgbl0.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTXewTutmdF4gRP02676pbQAJ0D0ysKe1fPxHm0CZXh5d7PcMve8FQeHulu8fdUXXwPaTTyTIkMNOx9S5poz8OOL27YIYr_-AhGDPLyd85sUF_xA1nwprJ1lPCToc4WMuSET34nYY2KQrC/s320/180629-Ross-loneliness-tease_twgbl0.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
"Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum."</div>
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Yanlızlığına kaçan kişiyi güler yüzle bekler sessiz saadet. "Nerelerdeydin," diye sorar, "kalabalığın arasında çok daha yalnızdın halbuki."<br />
Böyledir bilgeliği seven, sivri dişleri dudaklarından taşar onun. Zayıflarsa gizlenirler erdem kokulu sloganlar arasında. Ne pis bir kokudur o yukarıya bakanın kokusu; aşağıya baktığında kuru bir toprak görür ve böylece ayaklarının yere bastığını sanır. Hiç uçma bilmediğindendir yukarıya bakışı ve orada gördüğü puslu yıldızlara yalvarır, "ey yorgunluğumun ve ıstırabımın cömert yüzlüsü, ışığında yıkanmamı ve yüksekliğine ulaşacak kadar uzamamı sağla." Ama bilmiyorlar ki, yıldızlar güneş battıktan sonra çıkar, çölde göl kovalayanlar gibi onlar, bilmiyorlar yıldızların çok seneler önce öldüğünü.<br />
<br />
<br />
Kabul edilmez tek doğru vardır ve o da hiçbir doğrunun olmadığıdır. Haşere sürüleri, kıskançıklarını ve korkularını örtbas etmek ve onlara bir kılıf bulmak için yaratmışlardır doğruları. Birbirilerinin aralarına koydukları ve erdem dedikleri bu doğrular, kendi histerik sanrılarını hakikatin soğuk nefesinden korumak içindir. Zira odaya süzülen rüzgarın uğultusunda sineklerin vızıltıları duyulmaz artık.<br />
<br />
<br />
Kişi topluma yabancılaştığı ölçüde özgürdür. "Bak bana," der toplum, "ne güzel yaşıyorum kendi halimde." Bataklığından şükran duyan kurbağalar gibiler; sinek avlamakla karınlarını doyuracaklarını sanırlar. Ne var ki, bir prenses de yoktur onlar için, öpüp de kurtaracak kurbağalıklarından. Bu nedenle öğrendiler gökyüzüne bakmayı. Nefret ettiler topraktan ve sudaki yansımalarından. Ağlıyor şimdi bulutlar, "ağlamamız için yakarıyor ve yalvarıyordunuz," diyorlar, "bu kadar kötüsünüz işte."<br />
<br />
Ne güzeldir o susanın suskunluğu. Çok şey söyleyeceği vardır ama uzun uzun ve açık açık susmayı öğrenmiştir o. Dağın eteklerinde eser en güçlü rüzgarlar, zirvesinde buzlu bir suskunluk vardır dağın. Böyledirler işte; tırmanmışlardır kendilerine, doruklarına doğru en derinlerinden kopup gelmişler ve böylece çıkmışlardır zirveye. Ne güzeldir zirvede üşüyenin saadeti.<br />
<br />
Birbirlerine bakıp hayranlık duyarlar. "Dünyaya anlamsız bir et parçası daha getirmek için kandırıyorum seni," derler kendi içlerinden; ağızlarıysa "seni seviyorum," der, "sensiz yaşayamam." Başkalarında çok şey bulandır kendisinde boş olan. Vurulmak isterler tokmakla ve güzel bir tını çıkarırlar; içleri boş olduklarındandır güzel ötmeleri. Kendi şarkısını söyleyen içinse artık karga gibidir onların tınısı, boş, kof ve çürümüş bir sevinç nidası.<br />
<br />
Zihinleri bulantıdır onlar için. Halbuki mide bulandığında kusar içindeki doğruyu; elbette kaldıramıyor bazı bünyeler enfes yiyecekleri, bundandır kusuşları. Diyorlar ki, "başım ağrıyor şimdi, alsa da götürse beni çobanım, atlasam da kurtulsam koyunları takip edip." Böyledirler işte, başkalarının başarısında gizlidir onların hayalleri. Hayallerin en güzeli ki, başarı bile ulaşamaz ona. Korkudan titrer ve köpükler çıkar ağzından o hayali düşleyenin. Ne güzel hayal ki o, bilmez kimse ne olduğunu. Kendisinde arayan dışında yoktur ona ulaşacak kişi. Yırtılmış kaslarından ve nasırlaşmış topuklarından kaçanın düşmanıdır o hayal, ben "kendim," derim ona içtenlikle ve düşünmem gerisini. Sizse "tanrı," diyorsunuz, dev aynasında görüp kendinizi.<br />
<br />
<br />
- End.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-70740287017899892022020-04-09T18:25:00.001-07:002020-04-09T18:25:25.663-07:00Tekrar Aralanmayacak Gözler Üzerine<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_egOeC6WIyp1q4mtk3CnOJdKhl5AUwx0lbbO_vffUtD4kqj-Yt6_t6zz9JNj4Giy9UYGlJFiLdbLXQShHVYa8carvwaR-maJ7JGCORy3-BbossUhZMzmnwZwz9aHqWFPPVxqKKD_WeGbH/s1600/images+%252840%2529.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="399" data-original-width="575" height="222" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_egOeC6WIyp1q4mtk3CnOJdKhl5AUwx0lbbO_vffUtD4kqj-Yt6_t6zz9JNj4Giy9UYGlJFiLdbLXQShHVYa8carvwaR-maJ7JGCORy3-BbossUhZMzmnwZwz9aHqWFPPVxqKKD_WeGbH/s320/images+%252840%2529.jpeg" width="320" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: right;">
"Evet, bir denemeydi insan."</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
Doğruyu söylemenin doğasında yanlış anlaşılmanın olması gibi, yaşamın doğasında da ölüm, daha güzel deyimiyle hiçlik vardır. Hiçliğe ve yani ölüme duyulan hasret, varlığın ve yani yaşamın insan aklındaki o en güzel fikirle zıt bir tabanda buluşması, insanın ütopik düşlerinin sonunda açtığı gözlerinin onun acı ve kederiyle her defasında tanışıyor olmasındandır. Uykusunu seven kişidir ki, o aynı zamanda kendisini de sever. Varoluşumuzu unuttuğumuz o güzel yokluk anı olan uyku yine de rüyalarla bize varlığımızı hatırlatsa da, son tahlilde ölüme olan benzerliğinden dolayı insanların en büyük hazlarından biridir.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
İnsanlar sahip oldukları hayatta kalma içgüdüsünden dolayı yok olma istemlerini sürekli baskılarlar ve en nihayetinde kendilerini uçurumun en kenarında, tek dostları hafif esen meltem olurken bulurlar. Rüzgar da epey ikirciklidir insan için. Sert eserse uçuruma düşürecektir. Adım atmayı marifet sanan, gelsin de uçuruma bir adım atsın bakalım. Çığlığından başka onu duyan kalmayacaktır düşüşü sırasında. Uçurumun dibinde onu bekleyense yaşama istenci ve kurduğu hayalleridir. Hayattır işte bu uçurum, hayallerinize ulaşmak adına sizden bir adım atmanızı bekler ve düşüşünüzden doyumsuz bir zevk duyar her biriniz için. Şu halde, ileriye gitmeyi marifet sanmayan, oysa aksine, geriye attığı her bir adımda kendisine daha çok yaklaşan kişi, üstinsan olma yolunda büyük bir gayret sarfetmektedir.<br />
<br />
İnsan yadsıdıklarının toplamı, hayatın ona buyur ettiği kötülüklerin kuklasıdır. Çıtayı hayatın koymasına izin verdiği ölçüde, her tırmanışında kendinden daha da uzaklaşmaktadır. Nasıl ki bir dağ, tırmanıcısına sert rüzgarlar estiriyorsa, hayat da insanı bu şekilde zorlar ve onunla alay eder. "Seni zorunlu kıldığım her bir istemi tatmin etmeni izlerken zevk çığlıkları atıyorum," der hayat, "ne var ki, sen hala farkında değilsin." İşin daha da kötüsü, insanların bile isteye acı peşinde koşması ve her defasında sonuçların farklı çıkacağını ummalarıdır. Bu nedenle ölümü kutsuyorlar. Halbuki hangi ceylan övmüş aslanı, hangi çöl şükran duymuş güneşe ve hangi ağaç sevmiş kasırgayı?<br />
<br />
İnsanlar ikiye ayrılır: İlki sevdiğinin onu öldürmesini arzulayanlar, ikincisiyse sevdiğinin onu değiştirmesini bekleyenlerdir. Hayatı seven kişi, şüphesiz ilki yolunda güdülenmiştir. Hayata olan sevgisi gözlerini kör etmiş, onu bu bilinçsizlikten kurtarmayaysa ölüm kendine vazife biçmiştir. Buna rağmen, hayatı severken değişimi kabul edenler de -çok nadir de olsalar- vardır. Her nefeslerinde yeni bir milat koyarlar, her defasında aynaya bakışlarında farklı birisini görürler. Onların anlama uğruna çektiği eziyetler, ölüm döşeğindekine su veren el kadar kutsal, soğuğa duyulan arzu kadar pırıl pırıldır. Zira yıldızlara bakan yıldızların da ona baktığını sanıyorsa yanılıyordur.<br />
<br />
Ölümü kutsayanlar, onu hakedenlerdir. Varlığın bütünü sonsuz bir devinimle kendisini aşmaya çabalar. Yaşam, ardında bıraktığı izlerinde boğulanlara yeniden doğma imkanı sunar. Büyük işler başarmak da, yaşamı altetmektir. O, bize karşı üstünlük taslar ve kibrimize alay ederek bakar. Toprakta çürüyen bedenlerimizi kurtçuklara yedirir, mezarımıza konan çiçekleri bile soldurur. Hakikatten, yaşamı seven kişi ne kadar da ahmaktır.<br />
<br />
Doğurmak öldürmek kadar büyük bir suç, yaşama verilmiş bir başka kozdur. Niceliğin bu denli büyüklüğü her zaman sığlığı peşinde getirir. Oysa sığ sularda güzel balıklar yüzmez. Ayağa batan denizkestaneleri ve su yılanları yaşar suyun sığsında. Yılanın zehrine hemhal olan için artık panzehir bulmak da zor olacaktır. Buna karşın, bu panzehir, insanın en çok aramaktan korktuğu yerde ve yani kendisindedir. Kendini tanımaya ve anlamaya vakit ayıran kişi, önce yüzmeyi öğrenmeli. Zira suyun sığında bile boğulursa, ölüm bile ona gelmeye utanacaktır.<br />
<br />
Ölüm, hak edilmesi gerekendir. Izdırabın en yüksek ünvanlısı olan o eylemsizlik hali eğer boşuna ve uğrunda fedakarlık yapılmadan bize gelirse, çaresizliğin soyadı olacaktır. Tıpkı, kendi kendine zarar veren adam ne kadar ahmaksa ama hayatın verdiği zarardan çıkarılacak ne kadar ders varsa, bunu gibi, ölümü bekleyen, yani onu ilk önce kendinde saklayan da büyük bir ahmaklık hali içerisindedir. Mutluluk beklenmedik olduğunda tatlı, üzüntü ve acıda da durum tam tersi olarak işler. Bu nedenle ölümün en güzeli uykudayken gelendir.<br />
<br />
Ölüm öldürmek için yaşamın kendisine ihtiyaç duyar. Öldürdüğü her bir benlik, yaydan sessizce fırlayan ok gibi düşmanını gafil avlamak içindir. Aksine, yaşam, ölümden tiksindiği kadar çok az şeyden tiksinir. Zira sömürdüğü ve bunu yaparken de keyif aldığı her bir insanı artık ölüme teslim etmiş olur. İşte bu nedenle ki, yaşam yalnız insanı da hiç mi hiç sevmez. Onun içerisine koyduğu hayvani güdüleri tatmin etmesi -ve elbette bunu izlerken zevk alması- için, kişinin diğer kayıp ruhlarla fingirdeşmesi, kavga etmesi ya da dile gelmesi gerekir. Demek ki, tanrı ölümde, şeytan yaşamda gizlidir. Onun eziyet ettiği her bir talihsiz bedenin kefaretini ölüm öder.<br />
<br />
Yaşama istenci, yaşamın elinde tuttuğu kırbaçtır. Arabayı yüklenmiş atlar elbette bunu anlamayacak. Bilakis, "hayat ne güzel," diyecekler, "her bir nefes ayrı bir tat veriyor." Bu tür insanların tenindeki kırbaç izleri ilk bakışta kolayca fark edilebilir: Unutmak için sarhoş olan, ceseti için giysi parası ayıran ve ayaklarının altındaki sandalyeyi itenin teninde görülmeye değer kırbaç yaraları vardır. Rahimdeki yumurtanın döllenmesinden sonra şeytanın kahkahası duyulur.<br />
<br />
- End.<br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-3226978899410089732020-04-08T07:15:00.002-07:002020-04-08T07:19:07.068-07:00Kendine Yabancılaşmak Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9ia4Q8KTwuURmO1qxqGyWFZV1XtsSlGF3lshkMyyXz80Mtrso1VKB1ARy4I5JE9bEao6t47NvLO019WG5U0_FOBqL3beVn07b4QwYeg0noV9UX0gBbRkX1RKnM6ORhGnImG8P21wAqxaC/s1600/1185358_509660999109557_386633625_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="300" data-original-width="400" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9ia4Q8KTwuURmO1qxqGyWFZV1XtsSlGF3lshkMyyXz80Mtrso1VKB1ARy4I5JE9bEao6t47NvLO019WG5U0_FOBqL3beVn07b4QwYeg0noV9UX0gBbRkX1RKnM6ORhGnImG8P21wAqxaC/s320/1185358_509660999109557_386633625_n.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
"İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım."</div>
<div style="text-align: right;">
- Camus</div>
<div style="text-align: right;">
</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yabancı, toplumun uyumsuz olarak gördüğü kişidir. Yığınlar, onun hayata ve kendine bakış açısında bir bütünsüzlük görür, onu kutsallıktan kaçmakla yaftalar. İnsan sürülerinin elbette kurtlardan tiksinmesi gayet olağan karşılanmalıdır. Asıl soru, idealist, doğrucu ve erdemli insanların neden bir çobana ihtiyaç duyduğudur.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Camus der ki: "İnsanlar bazı insanların sadece normal olabilmek için ne kadar çaba sarf ettiğini bilmezler." İnsan yığınları, kendilerine benzemeyeni ötekileştirir. Öteki olan kişi, kendine yabancılaşmıştır artık. Topluma ayak uyduramamak onda kronik bir hastalığa dönüşmüş, başkalarının ilke ve prensip kabul ettiği ve hayatını uğruna adadığı şeyler bile onun için fuzuli çabalar olarak görünür olmuştur. O kişi artık bir öteki, uyumsuz ve yabancıdır. Toplum "doğruluk bendedir," der, "doğruluğu ben yarattım ve onu sizin ayaklarınıza serdim." Halbuki uyumsuz bunda bir çelişki görür. Onun aklındaki en büyük soru işareti, bu bilinçsiz ve edimsiz kör döngüye isyan etmeyen, ondaki bulantıyı hissetmeyen kişilerdir. Toplumun çoğunluğu böyle insanlardan oluşur, oysa kısılmış gözlerle bakıldığında, varoluşun insana kafayı yedirtmemesi, histerik nöbetler geçirtmemesi ve yok olma istemine sürüklememesi epey anlaşılamaz bir şeydir. </div>
<div style="text-align: left;">
Yine Camus'nün dediği gibi, "haklı olma ihtiyacı sıradan insanlara özgüdür." Uyumsuz, haklılığın ölçütünün eşyada olmadığını bildiğinden ve tek anlam güdüsü eşyayı anlamak olduğundan, onun tüm hipotezleri kendisi için kanıt ve tüm varsayımları birer hakikattir. Bu nedenle mesele, denizde yüzme meselesi değil, hangi denizde yüzüldüğünün meselesidir. Derine dalanın arzusu anlamak yönünde olmalıdır. Anlam çıkartılmayan her bir dakika, ölümün hoşuna gider. Yaşamı anlayan kişi de artık onu olumsuzlar ve onun -yığınların dediği gibi- muhteşem ve haz veren bir şey olmadığının bilincine varır. Eziyet gören kişinin o anki en büyük sitemi eziyetçiye değil, acının kendisinedir. Hayatı, yani eziyetçiyi düşman olarak değil, yalnızca kendi benliğimizi düşman olarak görmek gerekir. Acı bizdedir, mutluluk da öyle. Kendini yenen kişi bu ikisini ve diğer hepsini artık geride bırakacaktır.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Hayat özünde kötüdür. Yaşlıların kırışıklıklarında görürsünüz bu hakikati. Her mutluluğun sonunda, sinsi gibi pusu kurmuş acı ve pişmanlık vardır. Mutlu olmak için yaşayan kişi, gözlerini kapattığında görmeye devam etmek isteyen kişiye benzer. Gözünün hakiminin o olduğunu sansa da, bunun gibi, hayatın ve mutluluğunun hakimi de o değildir. Onun tek sahip olduğu şey, eşyayla onu bağlayan yegane şey olan tasarımsal algısıdır. En büyük yanlışı da, bu algıyı gerçek sanması, kurguladığı dünyanın kendi gerçekliğinde öyle bir dünya olduğunu farzetmesidir. Nesne kurgulanmak için vardır, oysa özne nesnenin gerçekte ne olduğunu asla bilemeyeceği gibi, onun varolup olmadığından da son kertede asla emin olamayacaktır. Öznenin ve yani insanın en son tahlilde gerçekliğinden emin olabileceği doğruluk kendisidir. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Yabancı kendisini anlayandır. Yığınlar, kendilerinden çıkan ve eşyaya etki eden düşüncelerinin haklılık taşıyıp taşımadığına bakarlar. Aksine, eşya anlaşılan şey değil, tasarımlanan şeydir. Varlığından emin olduğu tek şey olan kendi benliği dışında insanın anlaşılmaya ve üzerinde kafa yormaya değecek hiçbir şeyi yoktur. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
- End.</div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-37151216761484296812020-04-07T12:11:00.000-07:002020-04-07T14:03:05.066-07:00Çirkin Öten Kuşlar Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCUOM8oWjSOgO45vEY89mLz6ayJsyVfq1MwO74L-0T56IVpRi4Ln-W2hoggZeX6b6bDnCb9g7XJa_c-ZCgklHJ9G27nv5kOWy2olTkb_8GNS7SeHU6GxRWQ5C4yKQ9wfiuC2nGFUQcK4o_/s1600/Quetzal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="534" data-original-width="800" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCUOM8oWjSOgO45vEY89mLz6ayJsyVfq1MwO74L-0T56IVpRi4Ln-W2hoggZeX6b6bDnCb9g7XJa_c-ZCgklHJ9G27nv5kOWy2olTkb_8GNS7SeHU6GxRWQ5C4yKQ9wfiuC2nGFUQcK4o_/s320/Quetzal.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
"Eğer ötüyorsa bir kuş," der budala, "güzel ötmelidir ki onu dinlemeye ayırdığım zamana değsin." Halbuki soruyorum size, çirkin öten kuş, gerçekten çirkin mi ötmektedir yoksa güzel öten kuşla arasındaki fark ne güzel ötmek ne de çirkin ötmek değil ama aslında sadece ötmek midir? Başkasının kulağını düşünmeden öten kuş, kendi kulağının güzelliğine ötüyordur. Ve şu halde tekrar soruyorum size, çirkin yaşam dediğiniz şey gerçekten çirkin yaşam mıdır yoksa güzel yaşamla arasındaki fark sadece yaşam olması mıdır?<br />
<br />
Zayıflar güzellik peşinde koştururlar fakat güzelliğin kendinden içre olduğunu bilir güçlü olan. Ardında koştuğu şey kendisidir tıpkı hayatı kovalayan ölüm gibi. Gözünü kapatıp öpüşen iki aşık gibi, yaşam da istemez görerek ölümü sevmeyi. Ona olan sevinci kendine olan sevincini yıkmış, onu çürüyen bir bedene çevirmiştir artık. Ne güzeldir çürümekte olduğunu bilenin bilgeliği.<br />
<br />
Varolduğundan utanıyor olan kimse, sürekli bir hakim karşısında gibidir. Her hareketinde kendisini yargılar ve sorar "hapishanemin anahtarını yutan ben miyim, yoksa o mu yuttu beni?"<br />
Sordukça anlar ve anladıkça sorar. Zira anlayan kişi, varoluş utancıyla mutlu olan kişidir.<br />
<br />
Su, ateşe düşmanlığından değil tene duyduğu dostuktan dolayı yarayı iyileştirir. Yarasını seven suyu da sever ve demek ki, suyu arzulayan yarayı da arzular. Ötmeyi arzulayan çirkin sesli kuş, ağaçlara olan dostluğundan ötüyordur, yoksa kimseye kötü bir senfoni borçlu değildir elbette.<br />
<br />
Şu halde, dostu uğruna çirkin öten kuş ile anlamak uğruna çirkin yaşayan insan aynı değil midir? Çirkine çirkinliğini söyleyen göz müdür yoksa ağız mı? Göz gördüğünden mutluysa ağzın haddine düşen nedir peki? Halbuki, ışık hiç yakmış mı gözleri, eğer güneşe bakmıyorsa kişi? Ağız kokmuş mu hiç bağırsak gibi, eğer tatmamışsa çalıdaki böğürtleni?<br />
<br />
Doğru söyleyen yanlış anlaşılmaktan korktuğu gün, tüm doğrular yargılanmış demektir. Hükümleri, paslı zihinlerde müebbet hapis ve çürümüş bedenler için kan kusana kadar çalışmaktır. Kustuğu kanı sevmeyen kişi, kalbini hiç sever mi? Damarlarını kesen kişi, kalbi üzülür diye hiç düşünmez mi?<br />
<br />
- End.Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-36956105589840919512020-04-07T11:31:00.001-07:002020-04-07T14:03:13.096-07:00Kendi Kendilik Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkGc97p3w9tKUZWEkcl9F7cATbVkuaOfGld9QfHHxc143moagY8z3P1DOSUYeVvt4zFTUZk_qNRcPE4M3BvOlgvIxIlCWeclWMrD756w6kqLxxAcdiMFl3mhxUcn9gNcfUQUR01N6vJGZ8/s1600/self_creation_by_brungerart_d8w97gt-fullview.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1379" data-original-width="1024" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkGc97p3w9tKUZWEkcl9F7cATbVkuaOfGld9QfHHxc143moagY8z3P1DOSUYeVvt4zFTUZk_qNRcPE4M3BvOlgvIxIlCWeclWMrD756w6kqLxxAcdiMFl3mhxUcn9gNcfUQUR01N6vJGZ8/s320/self_creation_by_brungerart_d8w97gt-fullview.jpg" width="237" /></a></div>
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Hafızamız gün içerisinde bize oyunlar oynar, eskilerden kalma paslanmış anıları kendi istem ve irademizin dışında bilincimize hatırlatır. Bu hatıralar acı, utanç veya haz hislerinin en yoğun yaşandığı anlardan oluşur. Kişi gün içerisinde bu hatıralarından kaçınmak için o hatıranın zıttı duyguları kovalar, kendi anılarını düşman olarak görür ve sürekli bir kaygı durumunda yaşar. Bu nedenle, düşmanı olmayanın düşmanı kendisidir. Benliğin tatmini için bireyler sürekli bir düşman arayışında koşarlar. Farklı dinleri, milliyetleri ve ideolojileri düşman belleyen kişi aslında kendi fikirlerinin düşmanlığı haketmesini meşrulaştırır. Düşmanına iyilik yapan kendisine iyilik yapıyor, düşmanlığı yadsıyor ve şu halde erdemli bir davranışta bulunuyor demektir.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Eşyada birlik vardır. Ona çoğulluk gözlüğüyle bakanın gözü görmeyecek ve son tahlilde, kendisini eşyanın bir parçası sanacaktır. Aksine, kişinin benliği tümlüğün bir toplamı, şeylerin en yüksek mertebesidir. Bu benliğe ruh demek de epey yanlış bir tanımdır. Zira kişi teolojik tanımlarla kendisini tanımlarsa Nietzsche'nin de dediği gibi zayıflardan biri olduğunu kabul etmiş olacaktır. Tabiat da kadın gibidir, güçlüyü sever. Kişinin gücüyse benliğinden doğar ve erk kuracağı yer de yalnızca kişinin kendisidir. Sahip olduğumuz bu içsel gücü, izafi istem ve arzularımızın itişiyle eşyadaki başka yerlere odaklarız fakat en son kertede büyük bir pişmanlıkla sonuçlanır bu durum. Tıpkı en güçlü yaşam istencinin bile ölümle sonuçlanması gibi, kendinden çıkıp kendine dönmeyen güç de, güç değil zayıflık olma konumuna alçalır.<br />
<br />
Tabiatta eşyayı alakadar eden şey tasarım, insanı alakadar eden şeyse istemdir. Eşyanın içkinliğinde tasarım aşkın bir rol oynar. Onu kapsar ve kuşatır. Onun kendinde ne olduğunu gizler ve onu algılayan için bir kılıf rolü üstlenir. Bu sebepledir ki, insan algılayan varlık olmak konumundan yükselemediği sürece, hayatın kendisinde genelgeçer bir anlam göremeyecektir. Hayatı, kendi benliğiinde onayan kişinin anlamak imkanı olacaktır. Bunun yoluysa benliğin aslında istemle eşdeğer olduğunu kabullenmek ve istemimizi hiçe saymaktan geçer. Tasarım olan eşya ile benliğimizi hapis tutan istemimiz arasında koşulsuz ve doğrudan bir bağıntı, tüm genelgeçer paradokslardan daha örüntülü bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi kırmak, anlamın olduğunu onaylamak ve şu halde kelimenin en doğru anlamıyla, anlamaktır.<br />
<br />
Özümüz yaratma gücüne kadirdir ve tüm eşya içinde buna sahip bir başka ilke daha yoktur. Bu yaratım, kendisi için en uygun zemini felsefede yani incelikli düşünme işinde bulur. Kendisine sorunlar bulmak, felsefenin biricik amacı, hayatı anlamak uğruna yapılan fedakarlıktır. Zira felsefe yapan kişi, olmak konumundan çıkar ve kendisine dışarıdan bakma fırsatına erişir. Bu aşkın metafiziksel eylem, öncelikle kişinin kendine yabancılaşmasını gerektirir. Döngünün monotonluğu ve boyunduruğu bizi bu eylemden oldukça ayrı bıraktırır. Gece battığında günün doğacağından kuşku duyan kimse, artık anlamak yolundaki ilk adımlarını atıyor demektir.<br />
<br />
- Endülüs.</div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-16009667904906451962020-04-04T14:01:00.001-07:002020-04-07T14:03:32.084-07:00Aşkınlıktaki İçkinlik Üzerine<div style="text-align: right;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI-TAwYiOqU9LdJibAGsJ0iM4mpabBJoIZ3uXGr22RG46q1flK3R9gw-Q8yR0efPewxTj873WwMcavJDHuHz3B-rXRSMlwlUWDu2J-EkaQP4obSLYcm4gnAo-Kzrat0CLoRYQoQ0IxU716/s1600/1200px-Hyades.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="799" data-original-width="1200" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI-TAwYiOqU9LdJibAGsJ0iM4mpabBJoIZ3uXGr22RG46q1flK3R9gw-Q8yR0efPewxTj873WwMcavJDHuHz3B-rXRSMlwlUWDu2J-EkaQP4obSLYcm4gnAo-Kzrat0CLoRYQoQ0IxU716/s320/1200px-Hyades.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
"Evren kendisine bizim gözlerimiz aracılığıyla bakıyor."</div>
<div style="text-align: right;">
-Carl Sagan<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Tüm şeyler birer bütün ve bundan dolayı tek ve yekpare bir tasarımdır. Bir taş yahut bir kaya, bir insan yahut bir köpek, farklı şekilde bir araya gelmiş atomlardan başka şeyler değillerdir. Tasarım, algılanan için var olduğundan dolayı, algılayanın tasarım hakkında aşkın bir ideal veya fikir belirtmesi apaçık bir çelişkidir. Balığın okyanusun nereden geldiği hakkında bir anlam aramıyor olması gibi, algılayan durumundaki insan da, algılanmakta olan evren hakkında hiçbir hakikate varamayacaktır. Onun tek çabası şüphe ve kuşku yönünde olabilir ve son kertede, duyduğu şüphe ve kuşku ölçüsünde anlama hazzına erecektir.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Varlık dışında hiçbir şey yoktur; şu halde varolduğundan emin olduğu tek şey olan kendi benliğinden şüphe duyan insan tüm varlıklardan şüphe duyuyor, hiçlik mertebesindeki ilk adımını atıyor demektir. Varlığın hiçlik ve buna benzer olarak hiçliğin de varlık olduğunun bilincine varmak, evrenin tümüyle bir olmayı neticelendirir. Uyumakta olan adamın ne uyku ne de uyuyor olduğu hakkında bir bilince sahip olamaması gibi, hiçliğinin farkına varan adam da hiçbir şeyin farkında olmuyor ve şu halde varlığın hiçlik olduğunu tasdik ediyor demektir. Düşünceler, gerçekliğe dayanan algıların tezahürlerini teşkil edip, kurgusal olandan yola çıktıkları içindir ki, bir hiçleme eylemidir. Düşünen kişi, kendi varlığını hiçleyen ve şu halde, düşünmek eyleminden dışında her şeyden kuşku duyan kimsedir. Nasıl yüzdüğüne şaşıran balık, nasıl uçtuğuna hayret eden kuş ve düşünen kişi aynı şeyi yapıyor olmaktadırlar.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Anlama eşyadaki en büyük haz, bilmeyse bu hazzın tam aksi ve zıttıdır. Bilmek insan ve eşya arasındaki bir eylem olduğunu iddia eder fakat insanın gerçekliği sadece kafatasının içinde ve eşyanın gerçekliği de sadece eşyanın içindedir. Şu halde, bilmek imkansız bir eylem ve tabiatın tasarımına aykırı bir durumdur. Anlamak ise insanın sadece kendi içinde yaşayabileceği ve buna binaen yerine getirebilecek yegane ussal davranıştır. Anlamı değerli kılan hiçbir yakıta ihtiyaç duymuyor oluşu, insanın tabiatında zaten oluyor oluşudur. İçinden anlam çıkartılan her şey artık varolma durumuna gelir. Varın varoluşu, bilincin onu tasdik edişiyle mümkündür. Kişinin algılayan rolünde olmadığı hiçbir bilişsel eylem, nesneyi varolma durumuna getiremeyecektir. Kile şekil veren zanaatkar nasıl ki bilişini eşyada değişiklik kurmak üzere büküyorsa, aynı şekilde düşünme eylemi de nesneyi o şekilde şekillendirmektedir.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
- Endülüs</div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-73445878786522432472020-04-04T08:36:00.001-07:002020-04-07T14:03:40.296-07:00Varolmanın Acısı Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdU5vAmbtahwojDl0AFmZDdt7PwV-mFk6mySrUVBNeDsx0NpQ7CmLOKYUUWqrGZpbdbsn4PaDfhZMJ2Nb6wq4siA14OX9eohCBfJtZVP6KHH_pmgO-OPLeNpwgA992iZnoQJTvQWIAuRZe/s1600/Broken-hearted-770x520.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="520" data-original-width="770" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdU5vAmbtahwojDl0AFmZDdt7PwV-mFk6mySrUVBNeDsx0NpQ7CmLOKYUUWqrGZpbdbsn4PaDfhZMJ2Nb6wq4siA14OX9eohCBfJtZVP6KHH_pmgO-OPLeNpwgA992iZnoQJTvQWIAuRZe/s320/Broken-hearted-770x520.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Hakkında çarpık yahut yetersiz bilgilere sahip olduğumuz bir uzay zaman düzlemine doğuyor, binlerce yıllık öznel ve kusurlu inançlarla damgalanıyor ve hakikati arayanlar için şeytan muamelesi hazırda bekliyor. Farkında olmasak da, eti için çoğaltılan sığırlardan pek bir farkımız yok. Fabrikanın sahibi sığırların etlerini para için satıyorsa, toplum da inançları ve ticareti için bireylerini öyle satıyor. Yakışıklı, güzel veya zengin doğan kendi halinden memnun yaşarken ve kendisi için sıkıntılar bulma uğraşında debelenirken, çirkin veya fakir doğanlar kendi mutluluklarını yaratmak için debeleniyor, toplumdaki sürüncemesini ölümle taçlandırıyor. Toplumun standartlarını karşılayamayanlar sürekli bir eksiklik duygusuyla maneviyatlarını gözardı ediyor ve sığınmak için başka bedenler buluyor yahut içindeki potansiyeli eziyetin bir başka yüzü olarak görüyor. İnsanlar inançlarla yüzmeyi öğrendiğini sanıyor ve derine dalmaya çalışanların ayaklarından tutuyor. Kıskançlık ve horgörülerini empati sanıp, kaybolmak için arayanları lanetliyorlar. Katlanabilecekleri kadar güzel veya yakışıklı birini bulup hayallerindeki ruhu ona yamıyorlar. Kimse kimseyi anlamıyor, anlamak için değil sıra kendisine gelsin diye dinliyor, günahlarında bile bir cimrilik, iyiliklerinde bile bir utanç bulunuyor.<br />
<br />
Konuşmanın sonu susmaktır ve zaten susanla konuşmakta olan aynı yere varacaktır. Bunun gibi, hiç doğmamış olanla, zaten ölmüş olan da aynı yerdedir. Tıpkı biri bilginin peşinde koşarken ve diğeri zaten bilmediğini söylerken olduğu gibi. Bilginin ardında gidip "buldum," diyen olmadığı gibi, "bulamayacağım," diye yola çıkan zaten bilmek erdeminin üstüne konumlanmıştır. İnsan, olmak bakımından kusurlu ve acınasıysa, ulaşamayacağını kabul ettiği her bir erdemle beraber, bu yoksunluk konumundan kurtulmaktadır. Nitekim, süzgeçten süzülenin yeri onun acziyetini değil fakat süzgecin süzmekte ne kadar kusurlu olduğunu gösteriyorsa, bunun gibi de, anlaşılmak için konuşan ve sonunda anlaşılmayan, dinleyenin anlamak için dinlemediğini gösterecektir. Şu halde, fikirlerin çıkış noktası olan fikir sahibi dışında da bir varış noktası yoktur.<br />
Yunanlı Gorgias'ı haklı bulmak gibi olacak ama, fikirler asla anlaşılmak için var olmazlar. Konuşmak da bu sebeple kusurlu bir eylemdir. Kelimelerin müdahil olmadığı düşünce eylemi, hakikate en yakın olduğumuz zamandır. Eğer bir kişi bir fikre sahip oluyor bile olsa, bunu anlatmak için yeterli kelimelere sahip olamayacaktır; diyelim ki, aklında dönen düşünceleri adeta doğum yapan bir kadın gibi doğursa bile, karşıdaki kişi onu hiçbir zaman anlayamayacaktır zira eğer fikir alışverişi yapan iki kişi aynı kişi değilse, düşünceleri ve düşüncelerini doğuran deneyimleri de aynı değil demektir. Tıpkı düşlenen ağacın resme asla o şekilde aktarılamayacağı gibi ve buna mukabil, resmi görenin de asla ressamın düşlediği ağacı bilemeyeceği gibi, söylediğimiz her söz de ve yani konuşma eyleminin kendisi de olmak bakımından kusurlu ve en nihayetinde kaçınılması gereken bir eylemdir.<br />
<br />
İnsanın başkalarından uzak kaldığı sürece kendisini tanıma ve tanıdığı kadarını kendisini yadsıma imkanı olacaktır zira kendisi dediği kişi aslında kendisi değil başkalarının bakış açısından gördüğü kişidir. Kendi içine bakan sadece kendisini görecek ve son tahlilde yalnız kalmayanın kendisini görmek gibi bir şansı hiç olamayacaktır. Nasıl ki savaşanın düşmanı karşısındaki değil ama teslim olmaksa, yalnızlığına teslim olan kişi de kendisine verdiği savaşta kazanacaktır.<br />
<br />
Her şey niceliğin, hiçlikse niteliğin kelimesidir. Her şeyde sayı ve yanı çoğulluk, buna bağlı olarak da imkanlar bulunuyorsa, hiçlikte sıfır olma durumu yani sonsuzluğun kendisi yer alıyordur. Çok olmakla işi olmayanın sonsuz olmakla işi vardır. Varlığını yadsıyan ve bu doğrultuda sonsuzluğa ulaşan kişi, tabiatın istenciyle bir olmuş demektir. Birden fazla kişinin bildiği sırrın sır olamayacağı gibi, kişinin birden yani kendisinden fazla bileni olması da mümkün değildir.<br />
<br />
Dünya algımızın bir ürünü olması dolayısıyla, acılarımız ve mutluluklarımız da bizim geçici istemimizin bir ürünü ve yani ardında düşmekten kaçınılması gereken yanılsamalardır. Kendi derisinin dışına çıkmayan kişi, gerçeklik hakkında bir fikre değil olsa olsa kendi gerçekliği hakkında bir fikre sahiptir. Kendine dönüş, varoluşun amacıdır zira insan doğduğu anda kendisinden kopmuş, rezil ve rüsva olan varoluş seviyesine alçalmıştır. Bu nedenle, benliğimiz varlıktaki hiçlik ve yani denizin altında nefes alışımızdır.<br />
<br />
- Endülüs<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-44964696742525348912020-04-03T11:49:00.001-07:002020-04-07T14:04:08.293-07:00Kendinin Efendisi Olmak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhanHumvyzTPpaHTXTxPkyeYJBg3xZjvca-37VKhJHj0wrEJMHPUUQd7KhzRcTd4tRE5KCqi4PMtbdq_t-Mkvre8Cq7g9XW9mGGjapBgUPrYCl8lLP0DYtFiIrwq7_1PYskWgPTnfxdPUvs/s1600/buddhas-enlightenment-624x350.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="350" data-original-width="624" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhanHumvyzTPpaHTXTxPkyeYJBg3xZjvca-37VKhJHj0wrEJMHPUUQd7KhzRcTd4tRE5KCqi4PMtbdq_t-Mkvre8Cq7g9XW9mGGjapBgUPrYCl8lLP0DYtFiIrwq7_1PYskWgPTnfxdPUvs/s320/buddhas-enlightenment-624x350.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<a name='more'></a><br /></div>
Stoacı felsefenin mimari Seneca'nın da dediği gibi, çoğu zaman gerçeklikten çok hayallerimizde acı çekeriz. İnsanlar olarak bizler, tüketmeye ve daha çok tüketmeye, bu doğrultuda da pişman olmaya çok alışkınız. O an için yaşadığımız mutluluk ileride bir pişmanlık olarak bize geri dönecektir. Benliğini terbiye etmeyen kişi de, bu pişmanlıklarından dolayı sürekli bir acı içerisinde kıvranır, gelecek için umut ve hayaller kurarken geçmiş için de öfke nöbetleri geçirir. Varlığın ilk kaidesi olan değişmezliği algımızın derinliklerinde saklar ve görmezden geliriz. Hayatın çok güzel bir şey olduğu düşüncesiyle umutlar kurar ve sonunda da onlar gerçekleşmeyince hayata küseriz. İşte tam olarak burada, hayatın zaten kendisinin koca bir hüzün olduğuna bilirsek, onun bize vereceği hiçbir hasar için üzülmeyecek ve mutsuz hissetmeyeceğiz. Yaptığımız hatalar bizim beceriksizliğimiz veya aptallığımızdan değil, hayatın kendisinin zaten koca bir hata olmasından kaynaklıdır.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Doğmak gibi şanssız bir işe yeltenmiş olan bizler, ölmek gibi yüce bir erdemden kaçınmalıyız zira ona ulaşan kişi onu haketmemiş demektir. Erdemlerin en yücesi ölümken bu hayatta ona yaklaşmak yani kendi benliğimizi öldürmek elimizdeki tek seçenek olacaktır. Her halükarda, yok olma istemini baskılamamak gerekir, eğer bunu yaparsak varlığın üzücü ve yoksunlukta bırakıcı tabiatını kabul etmiş olacak ve dünyaya gelmek gibi bir talihsizliğe elimizdeki tek kazanç olan benliğimizi teslim etmiş olacağız.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Duyguların en güçlüsü ilkin acı sonra korku ve ardından hazdır. Her insan varlığını hissetmek ister, acıya duyulan özlem de bu nedenledir. Acı çekmeyi hayata karşı ödediği bir bedel olarak gördüğü için, itiraf edemese de sürekli onun peşindedir. Biteceğini bildiği bir ilişkiye girerken, tekrar acıkacağını bildiği halde o yemekten zevk alırken ve kaybedeceğini bildiği bir rekabete yeltenirken sonunda hissedeceği acı ve pişmanlığı arzular. En kuvvetli acılar kendi içimizde yaşadıklarımızdır. Acının bilinebilirliğini inkar ettiğimiz ölçüde kendimizi kandırır, onun hayattaki yerini kendi algımızda sabit bir yere oturturuz. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bedenin ihtiyaçları tatmin olduğu sürece zihnin ihtiyaçları bastırılır. Aç karna yapılan düşünme egzersizleri daha sağlıklı, sevgiliden uzak olan mutluluk daha değerlidir. Bunun gibi, tanrısız hayat da büyük bir övgüyü hak edecektir. Zira tanrı bu şeytan işi dünyaya yakışmayacak kadar değerli bir fikirdir. Tanrısız iyilik olamayacağı gibi dünyevi iyilik de olamayacaktır. İyi olduğunu söyleyen kimse kötülüğünü haklı görmüştür. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ufaklıktan itibaren zihnimizde bir otorite sembolü vardır. Bu yeri geldiği zaman devlet, yeri geldiği zaman ebeveyn yeri geldiği zaman da tanrı olarak karşımıza çıkar. Buna karşın, otoritenin biricik sembolü insanın kendisi olmalıdır. Epictetus'un söylediği gibi, kendinin efendisi olmayan kişi her zaman bir köle olarak kalacaktır. Kendinin efendiliğinde farazi izlenimlere ve geçici duygulara yer yoktur. İstemin inkarı da burada devreye girer zira yaşama istenci bizim benliğimiz dışında bir faktördür. Onun buyruklarını yerine getirmek için yaşar, onsuz hissettiğimiz her anda kendimizi boşlukta hissederiz. Boşluğun kendisi olan kişi bu sürüncemeden kurtulacak ve kısık gözlerle görmeyi öğrenecektir. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
- Endülüs</div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2813689119012467939.post-55678734063341369792020-04-03T08:16:00.001-07:002020-04-07T14:04:15.685-07:00Sürüden Kaçanın Mutluluğu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmQlPOg8y1oJoZfYXbem786bmOZtM8hO-Bg0lj6ZRTAoo_pvtFZmGXs3V1XthKyOgn8F5Wx5Ks_de6XbwSMxTc6MG2ZrQp2WSOw_j5a06o9jxnuGWPgE0viWAZ_qeUWNno_17mNK9I85jy/s1600/3633230337_6e4f9c4f0a_b.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmQlPOg8y1oJoZfYXbem786bmOZtM8hO-Bg0lj6ZRTAoo_pvtFZmGXs3V1XthKyOgn8F5Wx5Ks_de6XbwSMxTc6MG2ZrQp2WSOw_j5a06o9jxnuGWPgE0viWAZ_qeUWNno_17mNK9I85jy/s320/3633230337_6e4f9c4f0a_b.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<a name='more'></a><br /></div>
<div>
Yaşam onun ne olduğunda değil, bizim ona ne olduğunu söylediğimizde saklıdır. İnsan ve özgür kelimeleri eş anlamlı iki kelimedir. İnsan olamamış kişiyse özgürlüğünü kiralayan veya satandır. "Bana ne olduğumu söyle," der o, "zira ben ne olduğumu anlamak için yeterli değilim." Başkaları ona "sen şu ırktansın ve inancın şudur," dediği için bunları tekrarlayacak ve histerik bir biçimde hayatının sonuna kadar geçirdiği nöbetleri kendi bahtsızlığına sayacaktır. Sürekli bir onay peşinde koşacak, fikirlerinin başka fikirlerle uzlaştığı ölçüde kendini haklı hissedecektir. Eylemlerinde daimi bir zorunluluk barınacak, sesi az çıkanı ezecek ve haz yaşamak için yaşayacaktır.</div>
<div>
Slogan ve marşlarda doğru olanın küllerine bile rastlanmaz. Bireyler özgürlüklerini toplumun ne idüğü belirsiz dogmalarına peşkeş çektiği ölçüde dünya huzursuzluğun ve adaletsizliğin mekanı olarak kalacaktır. Hak etmediği küfürü işiten kişi, bu nedenle küfür etmek yerine kulaklarını tıkayacak, bunu bir aşağılanma olarak görmeyip yaşamına devam edecektir. Her insan da haklılığını terk ettiği ölçüde özgürlüğe yaklaşacak ve hayatı olumsuzladığı kadarıyla hayattan üstün olacaktır.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Her türlü ilişki anlık mutluluklar için sürekli mutsuzluğa katlanmak ve dolayısıyla acı çekerken acıdan kaçmaya çalışmaktır. Düşüşünü kabul edenin özgürlüğü, uçurumun gözlerini yaşartır. Tüm hayvanlar deneyim için yaşar. Görmek, duymak, konuşmak ve dokunmak, deneyimimizin başlıca elemanlarıdır. Gün içerisinde sürekli yaptığımız bir eylem olması dolayısıyla bunlar arasında görmek bizi en mutlu kılandır. İnsanın mutluluklardan vazgeçtiği ölçüde yükseldiğini bildiğimize göre, görmek için değil ama fark etmek için gözünü açık tutan, duymak için değil anlamak için kulağının değerini bilen ve söylemek için değil anlaşılmak istendiği için konuşan kimse doğru olanı yapmaktadır. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bizi değerli kılan neye sahip olduğumuz değil neyden vazgeçme cesareti gösterdiğimizde yatar. Mutluluklar ahlaki olarak ters bir zemine otursalar bile mutluluk olmaktan çıkmazlar. Şu halde, midenin en pis gıdayı bile sindirmesi gibi, insan da mutluluklarında ahlaki olanı aramaz. Bu nedenle tüm mutluluklar, varmak istedikleri yer vakımından bencil ve çıkmak istedikleri yer bakımından da kusurludur. Toplumun fikirlerinde mutluluğa özenti ve hazzın içinde yaşamaya bir övgü görürsünüz. Neye ihtiyacı olduğunu kendi belirleyenin mutluluğu ise anlama yetisinin sınırlarını zorlar. Bedenine bakıp tiksinti, ruhuna bakıp çürümüşlük ve toplumuna bakıp tapınma görenin en büyük ideallerle işi vardır. Doğrularını başkaları tarafından değil, kendinden alan, güneşe baktığında gözleri kamaşmayan, aya baktığında uykusu gelmeyen ve karanlığa baktığında aydınlığı gören için sadece bir kurtuluş yolu vardır.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Tüm canlılar bencil ve kendimcidir. Fiziksel olarak kendileri olmakla sınırlanmış, metafiziksel olarak da bir hiç olmakla lanetlenmişlerdir. İkisi arasında o kadar da büyük bir fark olmamakla birlikte, en büyük fark hiç olduğunu kabul edenin bu varoluş arenasında eziyetlerden korkmayacak olmasıdır. Vardığı sonuçları hakikat olacak, inkarları kurtuluş reçeteleri rolu görecektir. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Baktığı her bir yerde absürtlük ve anlamsızlık görenin gözleri epey keskindir. Gözkapakları açık oldukları için mutlu, kirpikleri ona eşlik ettiği için şükran doludur. İnsana bakıp canlı bir et parçası görür o, taşa bakıp varlığın şekilsizliğini, göğe bakıp ufaklığını ve içine bakıp hiçliği.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
- Endülüs</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
Dahi Beyinhttp://www.blogger.com/profile/14608850051907656535noreply@blogger.com